Irak, Irak’tan İbaret Değil
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Obama, Eylül 2010’da “askerimizi çekiyoruz, fakat Irak’ta liderliğimiz sürecek” demişti. Böyle bir açıklamayı tuhaf karşıladım. Çünkü Afrika ve Asya’daki hemen bütün sömürgeci ülkeler zaten askerini çektikten sonra da üstünlüklerini bir şekilde sürdürürler. Zaten günümüzde fiilen askeri veya siyasi sömürge kalmamıştır. Ancak gerçek sömürü birçok yerde devam etmektedir. Zaten Irak’ta da petrol ve diğer önemli konularla ilgili ABD ve şirketleri lehine imtiyazlar ve gerekli tedbirler alınmıştı.
ABD askerinin çekilmesinden hemen sonra Irak’ın Sünni cumhurbaşkanı yardımcısının Şii yetkililer tarafından tutuklanma kararı verilmesini ilk duyduğumda, demek ki liderlik böyle devam edecek, dedim. 2003’te işgal sonrası Irak yönetiminin başına getirilen Şii başbakan Maliki, ülkenin hassas yapısını en az bizler kadar bilmektedir. Bugüne kadar Irak yakılıp yıkıldığı halde işgal güçleriyle problemi olmayan Maliki’nin en üst düzeyde mezhep savaşını tetikleyecek tavırlar içine girmesi bölge için iyimser beklentileri altüst etti.
Irak nüfusunun %60’a yakını Şii olup, Türkmenler de kısmen Şiidir. Öte yandan Sünniler ise Arapların yanında kısmen Türkmenler ve Kürtlerden oluşmaktadır. Türkmenler ve Kürtler için öncelikli kimlik mezhep değil, etnik kökendir. Bununla beraber, aklı başında her kesimden Iraklı, mezhep savaşı veya etnik çatışmanın çıkmaması için suyu üfleyerek içmek gerektiğine inanır.
Bununla beraber, öncelikle Araplar içindeki Şii-Sünni çatışması, Irak’ın kuzeyinde özerk yönetim kurmuş olan Kürtlerin bağımsızlaşması yolunda önemli fırsatlar sunacaktır. Kürtler, herhangi bir mezhep çatışması istemeseler de kendi bölgelerinden çıkan petrolü diğer halklarla paylaşmama hülyasını da korumaktadırlar. Suriye’den Afganistan ve Pakistan’a yeni devletçikler projesi bu bölgede birçok grupların hayalini süsler. Ancak dünyanı en renkli, en fazla devletin bulunduğu kıtasının aynı zamanda en mutsuz, en sefili olduğu dikkate alınmaz.
Suriye’ye karşı Arap Birliği’nin yaptırım kararları Bağdat yönetimi tarafından kabul edilmedi. Burada mezhep dayanışması akla gelebilir ancak bence öncelik komşuluktan kaynaklanan karmaşık ilişkilerde aranmalıdır. Zaten Irak’taki Şiilik ile Suriye’de yönetimi elinde bulunduran Nuseyrilik (gulat-ı Şia) arasında önemli farklar bulunmaktadır. Suriye konusunda devlet adamı sorumluluğuyla suyu üfleyerek içen Maliki’nin Türkiye’ye karşı tavrı, kesinlikle kendi tercihiyle sınırlı değildir.
Öte yandan Irak’ın İran ile hızla gelişen sıcak ilişkilerini de mezhep bloku dışında bölgesel barış sorumluluğu çerçevesinde değerlendirmek gerek. Zaten Şiilerin iki kutsal şehri Necef ve Kerbela’nın Irak’ta bulunması dışında, Farisi kökenli İran Şiiliği ile Irak’takiler arasında birçok ayrılık vardır. Yıllarca düşman blokta yer alan iki komşunun barış yönünde iradesini ortaya koyması önemlidir. Ancak işgalci güçlerin ülkeyi terk etmesinin ertesinde barışın ancak bütün komşu ve bölge ülkeleriyle birlikte gerçekleşebileceği de açıktır.
Mezhep veya etnik çatışma istikametinde Pakistan’dan Kuzey Afrika’ya birçok kıvılcımlar zuhur etmektedir. Arap Baharı’nın Bahreyn versiyonunda Sünni yönetime karşı ayaklanan Şiiler Arabistan yardımıyla bastırılmıştır. Bu minnacık Körfez adasındaki Şii hareketinin bastırılmasının etkisi, hareketin başarısından fazla olmuştur. Maliki, Suriye yönetiminin Sünnilere zulmüne tepki gösteren Ankara’nın Bahreyn’deki Şiiler konusunda sessiz kaldığını söyleyerek Türkiye’yi mezhepçilikle suçlamamıştır.
Öte yandan Türkiye’nin Suriye’ye yaptırımlar konusunda zamansız çıkışından sonra geri dönüş için uygun fırsatları değerlendirmesi konusunda geç kalmaması gerekmektedir. Mesela Şam yönetiminin af ilan etmesi bu bakımdan bir fırsattır. Bu ve benzeri gelişmeler, Suriye halkına uygulanan zulmün biteceği demek değildir. Zaten bu zulüm Türkiye ile ilişkilerinin çok iyi olduğu dönemde de vardı. Ancak yaptırımlardan en büyük zararı da yine bu kesimin gördüğü önemli bir gerçektir. Bundan sonra ise G.Antep, Kilis, Denizli, Pendik’teki esnaf ve sanayiciler. Suriye’nin arkasında Rusya veya İran olmasa da, Esad’ın gidişi çok yakın olsa da Türkiye, komşu ülke ile ilişkileri kesen taraf olmamalıdır. İnsan hakları ihlallerinde ise diğer diplomatik yöntemler kullanılmalıdır.
Maliki’nin eski sömürgecinin veya onun ajanslarının fısıldadıklarını resmi politika haline getirmesi elbette kabul edilemez. Sünni liderler veya Türkiye hakkındaki ağır suçlayıcı beyanları yenilir, yutulur cinsten değil. Ancak, bu tür beyanlarla nereye ulaşmak istediği, asıl hedefinin neler olduğu, aslında onu kimlerin yönettiğini de düşünmek bize düşer. Bundan dolayı Ankara’dan bir yetkilinin Irak başbakanını basiretsiz olmakla suçlaması, pek diplomatik olmadı. Çünkü böyle bir beyanat, sadece onun “basiretsiz” görülen planlarının daha kolayca uygulanmasına yardım eder.
Öncevatan, 24.01.2012