CHP İstanbul milletvekili İhsan Özkes, Diyanet’in belalısı olmaya aday gözüküyor. Gün geçmiyor ki; emekli bir müftü olan İhsan Özkes’in, Din ve Diyanet hakkında bir beyanatı olmasın. Bu gidişle Sayın Özkes, CHP’yi “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı” haline getirirse hiç şaşırmam! Doğrusu, kendisini Cumhuriyet’in kurucusu kabul ederek, laikliğin savunucusu ve bekçisi haline getiren ve bana göre de doğru yapan CHP’nin, günün birinde “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı” haline geleceğine ihtimal bile vermezdim. Ancak emekli müftü İhsan Özkes sayesinde, CHP korkarım önümüzdeki günlerde böyle bir suçla da itham edilebilir…
Günlerdir adı geçen milletvekili ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında geçen söz düellosunu izliyor Türk halkı. Bu durum, bence pek hayra alamet değildir. İhsan beyin iddia ettiği gibi “Mele Projesi”nin, dinin genleriyle oynanacak derecede etkisi olur mu bilmem. Ancak bu projenin, hayata geçmesi halinde Diyanet’in genleriyle oynanmış olacağına ve Diyanet’teki dini söylem karmaşasının hat safhaya çıkacağına ben de inanıyorum. Dolayısıyla “Mele Projesi”ne tıpkı Milletvekili ve Emekli Müftü İhsan Özkes ve DİB Emekli Baş Müfettişi Abdülkadir Sezgin gibi ben de karşıyım.
Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sömestr tatilinde ilköğretim ve liselerde okuyan çocukları umreye götürme konusunda MEB vasıtasıyla bir genelge yayınlamasını da “Laik Devlet” anlayışıyla yan yana getiremiyorum. Milletvekili İhsan Özkes’in, hemen her konuda olduğu gibi bu konuda da yanılmıyorsam bir karşı çıkışı olmuştur.
Temelde işte bu iki konu olmak üzere; İhsan Özkes’in Diyanet üzerinden yapmış olduğu salvolara karşı Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez de bir açıklama yapmış ve açıklamasında, “Avrupa ülkelerinde yaşayan çocukların Vatikan’a götürüldüğü bir zamanda Müslüman çocukların Umre için Mekke’ye götürülmesinde ne sakınca olabilir…” kabilinden laflar etmiştir. Türkiye’de Müslüman çocukların hacca ve umreye gitmeleri konusunda elbette hiçbir sakınca yoktur. Ancak bu konuda devletin bir kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı kalkar da bir başka devlet kurumu olan MEB vasıtasıyla bir genelge yayınlarsa işte burada sakınca vardır. Çünkü laik devlette bu kabil şeyler olmaz/olamaz. Daha doğrusu olmamalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, yaz tatillerinde çocukları camilerde topladığı ve onlara dinini, diyanetini öğrettiği zaten biliniyor. Dolayısıyla, Diyanet’in, yaz tatillerine ilave olarak çocukların sömestr tatillerine de göz dikmesi, hatta bu konuda para kazanmayı amaçlaması yanlıştır. İhsan Özkes, burada da nispeten haklı gözüküyor.
Eski bir müftü olması sebebiyle Milletvekili İhsan Özkes’in Diyanet adına pek çok kere hacca ve umreye gitmesi ve bu hizmetlerinden dolayı yurtdışı harcırahları alması muhtemeldir. İhsan Özkes, faal din görevlisi olduğu zamanda da bu anlamda bir çıkış yaptı mı bilmiyoruz ama adı geçenin son çıkışlarından birisi, “Diyanet’in hac ve umre organizasyonu yapmaması, ancak bu tür organizasyonları yapacak olanların din görevlisi ihtiyacını karşılamaya devam etmesi” şeklindeki çıkışıdır. İhsan Özkes, küçüklerin umreye götürülmesinin yanlış olduğuna da değindiği açıklamasında şöyle demiş;
“Diyanet seyahat acentelerine din görevlisi vermelidir ve hac ve umrenin dini yönünü denetlemelidir. Umre ibadeti, ilköğretim öğrencilerinin kavrayabileceği bir ibadet değildir… Diyanet hac ve umre ibadetini gelir kapısı görmemelidir. Müşteri sayısını artırmak için çocukları istismar etmemelidir.”(1)
İhsan Özkes’in bu açıklamalarında da katıldığım noktalar mevcuttur. Ancak katılmadığım tek nokta, Diyanet’in hac ve umre organizasyonları düzenlememesi şeklindeki düşüncesidir. Hayır, bence Diyanet hem bu ibadeti yakından denetlemeli, hem de bir oyuncu olarak işin içine girerek hizmet kalitesinin ve fiyatların şekillenmesinde rol oynamalıdır(Hac hizmetlerinin kalitesinin artışı konusunda, Diyanet’ten çok özel firmaların işin içine girmesinin etkili olduğunu yakından biliyorum. Çünkü Diyanet, 1998 yılına gelinceye kadar hacca ve umreye götürmüş olduğu insanlarımızı yerlerde, çoğu kere tıpkı bir çoban gibi uyku tulumlarının içinde ve plastik şişme yataklarda yatırmaya devam etmiştir). Bu rol, tıpkı Merkez Bankası’nın döviz kurlarını ayarlama konusunda oynadığı rol gibi olmalıdır. Nasıl ki Merkez Bankası, döviz fiyatları artınca döviz satarak, döviz fiyatları düşünce döviz satın alarak piyasayı düzenliyorsa Diyanet de aynısını yapmak zorundadır. Aksi takdirde, tamamıyla özel şirketlerin insafına bırakılacak hac ve umre hizmetleri, ibadet olmaktan çıkar ve kâr amaçlı ticari bir iş haline dönüşür.
Özel şirketlerin çok rahat yan yana gelip tekel ve kartel oluşturması son derece kolay olacağından, hac hizmetleri çok daha pahalı ve Arabistan’a aktarılacak milli servet de o denli fazla olacaktır.
Asıl yapılması gereken, hac ve umre hizmetlerinden elde edilen paraların siyasi iktidarların etkisinden uzak olarak, Türkiye’nin ihtiyacı olan dini hizmetlere en rantabl ve optimum fayda sağlayacak biçimde sarf edilmesini sağlayacak tedbirlerin alınmasıdır. Ancak üzülerek söylemem gerekirse, geçmişte hac ve umre hizmetlerinden elde edilen paraların, zaman zaman, tıpkı yağı bol bulan delinin yaptığı gibi, gereksiz yerlere harcandığına, çarçur ve israf edildiğine bizzat şahit olmuşluğum vardır…
Galiba önümüzdeki günlerde bu tür harcamalardan birisine daha şahit olacağız milletçe. 22 Ocak tarihli Akşam gazetesinde bulunan “Diyanet İşleri de kampuslu olacak” başlıklı habere göre; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Ankara Eskişehir yolu üzerinde bulunan yeni hizmet binasının çevresine yeni hizmet binaları, sosyal ve kültürel tesisler ile personel lojmanları yapılarak, burası bir kampus, yani tecrit edilmiş kapalı bir mekân haline getirilecekmiş. 15 milyon dolar harcanıp 15 bin kişinin aynı anda namaz kılacağı (bu kadar insan o çevrede nereden bulunacaksa) cami ise bu yıl içinde hizmete açılacakmış.
Din hizmeti, halka direk olarak verilen bir hizmettir ve büyük ölçüde cami ve cami çevresinde gerçekleşir. Diyanet İşleri Başkanlığı, eskiden Ankara Kocatepe Camii’nin müştemilatı diyebileceğimiz bazı binalarda hizmet veriyordu ve bu durum, din hizmeti alanlarla din hizmeti verenler arasındaki iletişim konusunda kolaylıklar sağlıyordu. Ayrıca Kocetepe Camii etrafında az çok mistik bir hava da oluşmuştu. Ancak başkanlığın, Eskişehir yolu gibi, meskûn mahal dışına çıkması, bu iletişimi ve mistik havayı büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Diyanet çalışanları da bu durumdan son derece rahatsız olmuşlardır. Yeni hizmet binasının yanına apar topar cami yapılmaya başlanmasının bir sebebi de işte bu rahatsızlıktır. Çünkü camisi olmayan Diyanet İşleri Başkanlığı, hem Müslüman Türk Halkını, hem de Diyanet çalışanlarını rahatsız etmiştir.
Haberden öğrendiğimiz kadarıyla, yine hizmet binasının çevresine sosyal tesisler ve personel lojmanları yapılmasıyla, Diyanet İşleri Başkanlığı, artık tamamen halktan koparılmış olacaktır. Eskiden, askeri birliklerin ve askeri hizmet alanlarının çevresinde yüksek duvar ve tel örgüler bulunur ve buralarda “Askeri yasak bölgedir. Girilmez!” şeklinde tabela ve levhalar bulunurdu. Korkarım yakında Diyanet İşleri Başkanlığı da aynı pozisyona getirilecektir; “Dini yasak bölgedir. Girilmez!”
Milletvekili lojmanlarının satılarak elden çıkarıldığı, kamuya ait tatil köylerinin özel kişilere kiraya verildiği, lojman, orduevi, hastane, fabrika, okul ve benzeri kurum ve tesislerin güvenlik hizmetlerinin dahi özel güvenlik firmalarına devredilmesinin dillendirildiği(2) bir zamanda, Diyanet’teki gelişmeler gerçekten de ilginçtir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, süper müsteşarlık seviyesine yükseltilmesi yetmiyormuş gibi, şimdi de başkanlık çalışanlarının, halktan koparılarak, etrafı çevrili kampuslarda yaşaması planlanmaktadır. Doğrusu hayretler içindeyim.
Akşam gazetesinin haberi eğer doğruysa, bahse konu projenin pratikteki tek faydası, devlet protokolüne ait zevatın cenaze namazlarının, Diyanet’in yeni hizmet binasının yanında yapılmakta olan camide kılınacak olmasıdır. Bunun faydası, söz konusu düzenlemenin hayata geçmesiyle birlikte, Kocatepe Camii’nin çevresinin trafiğe kapatılarak Ankara trafiğinin felç olmasının önlenecek olmasıdır. Esasen bu konu, resmi cenaze törenleri esnasında Kocatepe çevresinde oluşan trafik keşmekeşini sık sık yaşayan birisi olarak benim, öteden beri yazılarımda savunduğum bir konudur.
Özetle; Diyanet’in, kapalı bir kampus haline getirilerek toplumdan koparılması ne kadar yanlışsa, resmi cenaze törenlerinin Kocatepe’den alınarak Eskişehir yolunda yapılmakta olan ve medyada “VIP Camii” olarak da isimlendirilen(3) camiye taşınması o derece doğrudur…
_______________
1- ,
2-
3-