Rauf Bey yine yaptı yapacağını..
Cuma vefat etti, Salı “devlet töreni” ile defnedildi, Pazar’a Newyork görüşmeleri yapılacak. “Görüşmeler”in Denktaş’ın cenaze merasimi, dolayısı ile “gölgesi” altında gerçekleşeceğinden, bırakınız Hristofiyas’ı herhalde Ban ki Moon’un bile şüphesi yoktur.
Rauf Bey yine yaptı..
Türkiye’de Kıbrıs’ı son yıllarda art belleğinin arka sıralarına iten sıradan vatandaş bile üç gün 24 saat; konu-tarih ve yaklaşım cahili tv canlı yayın muhabirlerinin olanca engellemelerine rağmen “mecburen” Kıbrıs meselesi ile hem hâl oldu.
İçlerinden biri defin işlemi sırasında “Denktaş’ın cenazesini Müslüman din adamları mezara indiriyor” dedi.
????
Sadrazam İzzet Paşa; Mondros Mütarekesi’ni imzalamaya göndermek istediği Rauf Orbay’ı ikna etmek için başlığa aldığımız saptamayı kullanır.. (“Cehennem Değirmeni”-Rauf Orbay. Emre Yay. İstanbul 1993. Sayfa 84)
Ben güne uygun olarak ufak bir ekleme yapayım; “vaziyet nazik, vakit dar, düşman kavi”.
Aslında düşmanın “kuvveti” göreceli olup sizin algılamanıza bağlıdır; “zaman ve vakit” kavramlarını da yine kendiniz kolaylıkla iki ayağınızı bir pabuca sığdıracak hâle getirebilirsiniz. Kaldı ki “Newyork, Newyork” şarkısında da durum aynen böyledir.
Rum tarafı 1 Temmuz’da “AB dönem Başkanı” olacakmış, 2011 sonuna kadar “anlaşma”, 2012 başında “referandum”, Temmuz’dan önce de “birleşme” mutlaka olmalıymış.
Rum tarafının AB Dönem Başkanı olması dünyanın sonu değildir.
Şimdiye kadar bütün fasıllar bir eksiksiz görüşülmüş müdür ki 1 Temmuz’dan itibaren hepten duracaktır?
Kıbrıs, Türkiye’nin AB’ye girememesinin tek ve en önemli nedeni de değildir. İçeride ve dışarıda öyle göstermek isteyenlerin işine geldiği için “öyle”dir.
Kıbrıs olmasa, açın bakın “Uyum Raporları”nı; gündeme meselâ Fırat ve Dicle arasındaki su rejiminin, içinde İsrail’in de bulunacağı “uluslararası bir idareye devredilmesi” veya başka herhangi bir şey getirilecektir.
Mesele, AB’nin Türkiye’yi istememesidir; gerisi, “şahane bahane”lerle dolu bir teferruattır.
Denktaş’ın “devlet töreni/cenaze merasimi” içeride ve dışarıda, sayılara dayanan matematik kavramları altüst etmiş, ezber bozmuştur.
Bir başka cenaze gibi.
Rahmetli Türkeş 4 Nisan 1997 günü vefat etmiş, 8 Nisan günü defnedilmişti. O Nisan günü Ankara’ya kar yağmıştı.. O günkü Ankara memleketin dört bir yanından gelen binlerce araç, onbinlerce insan selini çoktandır görmemişti. İki yıl sonra genel seçimler yapıldı ve MHP, tarihinde gördüğü en yüksek oy oranı ve milletvekili sayısı ile (%17-129 vekil) iktidar ortağı oldu. Partililer, Türkeş’e vefa borcunu ödemişlerdi. Partiyi 1999’da iktidara, 1997’deki o muhteşem kalabalığın ruhu taşımıştı.
Dönüyoruz Kıbrıs’a.
KKTC’de 100.000 Rum pasaportlu var. Fakat CTP, 100.000 oy almıyor.
Denktaş’ın “devlet töreni/cenaze merasimi”ndeki dosta düşmana parmak ısırtan kalabalık sadece UBP-DP’liler miydi?
2004’ün “Yes be annem”cileri yok muydu o kalabalıkta?
Yoklarsa nerelerdeydiler?
Peki, o kalabalığın “oy”u, seçim veya muhtemel bir referandumda nereye gider?
Ben, aynen “Türkeş’i” 1999’da iktidara taşıyan sinerjinin, (siyaseten birebir örtüşmese de) bu defa 2012’de Denktaş’a vefa borcunu ödeyeceğini düşünüyorum.
Nasıl?
İçeride bu “irade” UBP-DP birlikteliği istikametinde, dışarıda “Rum’a teslimiyete hayır” şeklinde tecelli edecektir.
Burada Serdar Denktaş’ın tavrı kilit önemdedir. Selimiye’de Rauf Bey için helallik isteyen hoca’ya başı önde, üzgün “Helal olsun” dedikten sonra gözünden akan yaşı sildi.
Acısına bütün kalbimle katılıyor, başsağlığı diliyorum.
Omuzlarındaki yük en az on kat daha artmıştır. Bir kere “ailenin reisi” ağırlığını taşımaktadır artık. “Denktaş duygu ve düşünceleri”nin “de” vârisidir bundan böyle. “Politik miras” da kaçınılmaz olarak Serdar’a kalmıştır. “Politik tercih”in en son örneğini son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde görmüştük. Rauf Bey ve DP, Talât’a karşı Eroğlu’na hem de kürsüden destek vermişlerdi.
Doğru yapmışlardı.
Çünkü, her ne kadar Rauf Bey’in tören günü “karışmışlarsa da” KKTC’de iki siyasi tavır mevcuttur; 1) Devlet’ten vaz geçenler; 2) Devlet’e sahip olanlar.
UBP; parti içi çekişmeler ve isimlerle ilgilenmiyorum fakat Devlet’e sahip olan en büyük siyasi örgüttür. DP de, günlük değişen dengeler dikkate alınmazsa “son tahlilde” aynı cenahtadır.
DP’nin, isminden vaz geçerek veya geçmeden onu bilemem; UBP ile şu zaman aralığında güç birliği yapması iç politikada “devlet” için hayati öneme haizdir.
Dışarıda ise ne olur?
Eroğlu’nun eşiyle beraber, Rauf Bey’in hastalığı sırasında ve cenaze boyunca takındıkları tavır takdire şayan bir şekilde “aileden bir parça” yakınlığında idi.
“Ben bu ayın sonunda -Uzun Ada-daki -Yeşil Ağaç- çiftliğinde yapılacak Kıbrıs görüşmelerinde masanın bu tarafında, karşı tarafında, yan tarafında oturacak heyetleri kaçınılmaz olarak –etkileyeceğini- düşünüyorum Rauf Bey’in” demişiz 14 Ocak’ta yazdığımız “DENKTAŞ YAZISI”nda.
Derviş Bey de Denktaş için, Bahadır Selim Dilek’e diyor ki; “Son ziyaretimde bana ‘Çokuluslu konferanstan bahsediyorsunuz, çokuluslu konferanslardan korkarım, dikkat et’ tavsiyesinde bulundu”. (Cumhuriyet. 21 Ocak 2012)
Eroğlu şimdiye kadar hep Devlet’ten yana tavır almıştır. “KKTC’yi şaka olsun diye kurmadık” onun lâfıdır. Dilek’e son aktardıkları da bu tavrında değişiklik olmadığının göstergesidir.
Fakat heyetin, Talât’tan miras ve üstelik “fevkalade salahiyeti haiz” ve “fevkalade müsaadeye mazhar” üyesi Özersay’ın, heyetten iki gün önce “hazırlık yapmak” maksadıyla Newyork’a gitmesi soru işareti uyandırmaktadır.
Özersay’ın, bu turdan sonra Oslo’ya “yine” gidip gitmeyeceğini yakından takip edeceğiz.
Rauf Bey’in “devlet töreni/cenaze merasimi” günü Lefkoşa’daki havayı, orada bulunup teneffüs etmiş miydi acaba?
Sonuçta ne “vaziyet nazik, vakit dar”dır ne de “düşman kavi”dir. Telaşa, iki ayağı bir pabuca sıkıştırmaya lüzum yoktur.
Dere yatağını, su yolunu bulur, iş olacağına varır.
Arabayı atın önüne koşamazsınız.
20 Ocak 2012
57’NCİ ALAY HER YERDE HEPİMİZ
57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
Bir yanıt yazın