Suriye’de yaşananlar Türkiye’den görüldüğü gibi değil. Geçen ay Lazkiye’den Türkiye’ye kaçan Türkmen Hasib öğretmenin anlattıkları kanınızı donduracak.
Taksim’in arka sokaklarındaki 3. sınıf motellerden birinde ulaştık ona. Korkmuş, sinmiş bir ruh hâliyle karşıladı bizi. Yaşadıklarını, şahit olduklarını anlatırken bu ruh hâli daha da derinleşti. Görüşme boyunca birkaç kez kelimeler boğazında düğümlendi, konuşamadı. Anlatmada zorlandığı şeyleri yazmak hiç kolay değil. Zira akıl sınırlarını zorlayan işkencelerden, hakaretlerden bahsediyordu Hasib.
Suriye’de yaşanan rejim çatışmasından dolayı Türkiye’ye kaçan yaklaşık 8 bin mağdurdan biri Hasib öğretmen. Yaklaşık 20 gün önce eşi ve 3 küçük kızıyla kaçmış Suriye’nin liman şehri Lazkiye’den. Geride bıraktığı ailesine zarar gelmesini önlemek amacıyla soy ismine, çalıştığı okula ve yaşadığı köye özellikle değinmiyoruz. Zira Suriye istihbaratı (Muhaberat) onun Türkiye’ye kaçtığını tespit etmiş. Deşifre olması durumunda ailesinin zarar göreceğinden endişeleniyor: “Eğer aileme ulaşırlarsa gözaltına alıp benim Suriye’ye geri dönmem için işkenceye tabi tutarlar. Bunun örneklerini yaşadık orada. Çünkü Türkiye’ye kaçanlar ile ailelerini ajan olarak görüyorlar. Ne olur, benden çok, anlattıklarımı yazın…”
İstanbul’a ulaşmak onu pek rahatlatmamış. Ne o ne de eşi ile çocukları zorunlu olmadıkça odalarından dışarı çıkmıyor. Muhaberat’ın Suriye’den kaçanları sınır ötesinde takip ettiğini, yakaladıklarını geri götürmeye çalıştığını, götüremediklerini de iğne ile öldürdüğünü söylüyor. Muhaberat’ın peşinde olduğunun haberini vermiş Lazkiye’deki yakınları. Mülteci kamplarının bulunduğu Hatay’ın yerine direkt İstanbul’a gelmesinin sebebi de bu: “Muhaberat’ın kamplarda adamlarının bulunduğunu söylüyorlar. Yarım kalan işlerini orada tamamlayabileceklerini düşündüğüm için geldim İstanbul’a…”
Türk olmanın bedeli
7 ay öncesine kadar Suriye devletine bağlı bir lisede Arap Dili ve Edebiyatı hocalığı yapan Hasib (32), nasıl olmuştu da peşinde istihbaratçıların olduğu bir devlet düşmanına dönüşmüştü? “Tek suçumuz Türkmen olmak, Osmanlı olmak. Şam yönetimi bizi Türkiye ile ilişkilerin bozulma sebebi olarak görüyor. Biz bozmuşuz Erdoğan ile Esad’ın arasını! Ankara, Şam’a sertleştikçe iktidardaki Nusayriler üzerimize geldi. Evlerimize, camilerimize kurşun sıkıyorlar. Suriyeli Türkmenler diğer etnik gruplara göre daha kültürlü, eğitimli olduğu için çok rahatsızlar. Türkmen bölgelerinde sokak sokak gezip doktor, öğretmen, imam olmuş kim varsa suçsuz yere cezaevlerine koyuyorlar. Zorla ifadeler imzalatıp işkence ediyorlar. Bu tavırları yeni de değil. 1996’da bir gecede ülkedeki kültürlü Türkmenleri toplayıp hapse atmışlardı. Tam 7 yıl boyunca içeride tuttular. Bugün de ‘Türkiye’ye hizmet ediyorlar’ diyerek aynı muameleyi uyguluyorlar. Beni mayısta içeri aldılar. 6 ay boyunca işkence ettiler. İşkencelerden dolayı kalp krizi geçirdim. ‘Nasılsa ölecek’ diyerek bıraktılar. Ailemi alıp hemen Türkiye’ye kaçtım.”
Suriye askerinin Türkiye’ye kaçışı önlemek için sınır boyunda sıkı önlemler aldığını, rejim karşıtlarının genellikle geceleri dağ yollarından geçerek Hatay’a ulaştığını anlatıyor. Ancak Hasib hoca, beraberindeki 4-6 yaşlarındaki üç çocuğu ile o yolu katedemeyeceğini düşünüp farklı bir yol izlemiş: “Rejime, devlete yakın bir taksiciden söz ettiler. Askerler onu durdurmuyormuş. Gittim, konuştum. Benden iyi para istedi. Elimde avucumda ne varsa çıkarıp verdim. Onun sayesinde sınırdan kolayca geçtik. O olmasa beni tutarlardı.”
Nusayri iktidarın rejim karşıtı gösterileri bahane ettiğini düşünüyor Hasib. Osmanlı’dan bu yana Türkmenlerden rahatsız olduklarını, dünden bugüne sudan bahanelerle Türkmenleri hedef aldıklarını belirtiyor. Gösterilerle ilgisi olmayanları bile işkencelere tabi tuttuklarını anlatıyor. “Ülkedeki gösterileri Türkmenlerin organize ettiğini yayıp gözaltılara zemin oluşturuyorlar. Rejim karşıtı gösterilerden sonra devlette var olan Türkmen karşıtlığı sistemli düşmanlığa dönüştü. Bundan sonra da normalleşmesi zor.”
Ebu Gureyb’den daha kötü
Hasib Bey’e içeride tutulduğu 6 ay boyunca ne tür işkencelere maruz kaldığını soruyoruz. Vücudundaki işkence izlerini anlattıklarına kanıt olarak gösteriyor: “7 Mayıs gecesi evime baskın düzenleyip beni aldılar. Türkiye lehine ajanlık yaptığımı tespit etmişler! Hiç gitmediğim, telefonla dahi aramadığım Türkiye’ye nasıl ajanlık yaptıysam! Ajanlığımı itiraf ettirmek için aldıkları sorguda ‘Seni 25 yıla kadar içeride tutacağız.’ dediler. Sadece beni de değil, diğer Türkmen mahpuslara da aynı şeyi söylemişler. Fiziki işkencenin yanında psikolojik olarak da çökertiyorlar insanı. İlk günden başladılar işkenceye. Çırılçıplak soydular, 3 gün el ve ayaklarımdan duvara bağlayıp öylece tuttular. Ardından dişlerimden ve cinsel organımdan elektrik verdiler. Küfür, hakaret, falaka elektriğin yanında işkence bile sayılmıyordu artık. El ve ayaklarımızdan bağlayıp köpeklerin önüne atıyorlardı. Köpeklere ısırta ısırta insanları öldürdüklerine şahit oldum. Bir metrekarelik zifirî karanlık hücrede 15 gün tuttular… İşkenceler canımdan bezdirmişti. ‘Beni öldürün’ diye yalvardım onlara. Kasımda işkence sırasında kalp krizi geçirdim. Doktor geldi, ‘Bu ölecek zaten, salın gitsin.’ dedi. Onlar da bıraktı. Birkaç gün içinde hazırlanıp eşim ve kızlarımla Türkiye’ye kaçtım. Suriye’deki rejim Irak’taki Ebu Gureyb işkencelerinin 10 mislini uyguluyor halkına…”
İşkenceye tabi tutulan Türkmenlerin ne olursa olsun hastaneye gitmek istemediklerine de değiniyor Hasib hoca: “İçerideki bir arkadaşımın durumu kötüleşince hastaneye götürdüler. Biz iyileşip gelmesini beklerken daha kötü hâlde getirdiler. Nusayri bir hemşireye denk gelmiş. Kadın buna işkence etmiş orada. Bizimle birlikte kalan bir yaşlı amcanın da sakalına takıldılar. Kıllarını tek tek yolarak tıraş ettiler. Amcanın yüzü kanlar içinde kaldı. Ancak hapisteki Sünni Araplara bize davrandıkları gibi davranmıyorlar. Onları bir iki ayda bırakıyorlar. Türkmenlere Osmanlı’dan beri kin duydukları için daha kötü muamelede bulunuyorlar.”
Hasib Bey eşi ile üç kızının ‘şerefini’ kurtarmış olsa da aklı geride bıraktıklarında. Yaklaşık bir aydır Lazkiye’deki annesi, babası ve kardeşlerinden haber alamadığını söylüyor: “Babamı ölmüş görüyorum rüyalarımda. Ne hâldeler, nasıllar bilmiyorum. Korkumdan aileme telefon açamıyorum. Telefonlar dinleniyor çünkü. Muhaberat yurtdışıyla görüşen evleri tespit edip baskın düzenliyor. Eğer ailemi ararsam onları da içeri atarlar.”
Evinin yanında işi ve eğitiminden kopmanın hüznünü de yaşıyor Hasib Bey. Beyrut Üniversitesi’nde sürdürdüğü ve tez aşamasına gelen iktisat alanındaki yüksek lisansının yarıda kalmasına çok üzülüyor. Çalıştığı lise ile ders verdiği öğrencilerini de çok özlemiş. Ancak Esad rejimi yıkılmadan geri dönemeyeceğini vurguluyor: “Biz Türkmenler Suriye’ye hiçbir zaman düşmanlık yapmadık. Ülkenin bölünmesini de istemedik. Ben Nusayri öğrencilerimi Sünnilerden ayrı tutmadım. Ama Esad ve Baas Partisi bizi hep düşman olarak gördü. Bize hep Türk olmamızın bedelini ödettirdi. Bize insanca davransınlar, onlarla yaşamaya da razıyız.”
Yaşadıklarına rağmen hayatta kalma savaşı sürüyor Hasib Bey’in. Neredeyse beş parasız gelmişler İstanbul’a. 5 kişilik ailesinin yeme, barınma ve zaruri ihtiyaçlarını karşılayabilmek için uygun bir iş arıyor. Yardım derneklerinden gelen desteğin bir müddet sonra kesileceğinin farkında olduğundan “Ne iş olsa yaparım.” diyor ve ekliyor: “4 yaşındaki küçük kızım her gün evimize ne zaman döneceğimizi soruyor. Ben istemez miyim geri dönmeyi? Kendim yaptığım evimden duvarlarını öpe öpe ayrıldım. Daha rahat ederiz diye geldiğimiz İstanbul’da da çilemiz sürüyor. Keşke bizi hicrete giden Mekkeli Müslümanlar gibi görseniz. Keşke Medineliler gibi sahip çıksanız. Çünkü buna çok ihtiyacımız var.”
Aksiyon