Eski bir politik taktiktir, yapılmak istenenin tersini söyleyerek kulaklara kar suyu kaçırmak ve sonra da belirli aralarla, konunun minik bölümler halinde iyi yönlerini gündeme getirerek, mesajın iletilmek istendiği kitlenin beyninde “olumlu” kavramlar yaratmak.
Konu şimdi, Doğu Akdeniz’de, sözde Münhasır Ekonomik Bölge içinde yer alan 12. parselde var olduğu iddia edilen doğalgazın çıkarıldıktan sonraki geleceği.
Başta Rum lider Hristofyas olmak üzere yönetimdeki tüm siyasiler ve Rum teknokratlar, 12. Parselde bulunması ve sonra da çıkarılması olası olan doğalgaz’ın Türkiye’nin olanakları devreye girmezse hiç bir işe yaramayacağının çoktan farkına vardılar.
Şimdilik doğrudan dile getiremiyorlar ama kulaklara da kar suyunu kaçırmaya başladılar.
Önce inkar edecekler, sonra yalanlayıp karşı çıkacaklar, daha sonra da alttan alttan tartışmaya açacaklar konuyu Rum kamuoyunda.
Rum basınında bu süreci görmek çok kolay.
23 Kasım 2011 tarihinde Simerini gazetesi, Rum yönetiminin İsrail’i “beklemeye” alıp, “münhasır ekonomik bölge” deki doğalgazdan yararlanma konusunda zaman içerisinde Ankara’yla işbirliği için “Türkiye’ye göz kırptığını” yazmıştı.
Rum Yönetimi ileri gelenleri, başta Hristofyas ve Stefanu olmak üzere koro halinde inkar ettiler hemen.
Ertesi gün, yani 24 Kasım 2011’de Simerini gazetesi yanıtladı Rum siyasileri ve ön sayfada “Kıbrıs’tan Türkiye’ye boru hattı döşenmesini söyleyenin Praksula Andoniadu’nun önerisi değil mi? … Öteki bakanlar Avrupalılar ve diğerleriyle görüşmelerinde Kıbrıs’tan Türkiye’ye boru hattı döşenmesine atıfta bulundukları da mı hayal ürünü? … Partizan maksatlarla gerçekleri çarpıtan veya ideolojik saplantılarından kaynaklanan yanlış siyasi tercihlerini saklamaya çalışan biz değiliz.” açıklamasına yer verdi.
Açıkçası tezgah masaya kondu ve düğmeye basıldı.
Arkasından, 5 Aralık 2011 tarihinde Rum Yönetiminin hidrokarbon meselesi için oluşturduğu 5 kişilik Akil Adamlar Grubu’nun başkanı Mike Hacitofis’in, “Doğalgaz ile ilgili altyapıların (nakil boru hatları, ihracat terminali, v.b.) geliştirilmesi için on milyonlarca Euro yatırım gerekmekte, doğalgaz işlenmesi ve ticareti konusunda Rum Yönetiminin de, hakim rol oynaması gerekmeksizin iştirak edeceği altyapıların mülkiyetinin çeşitli kullanıcılara ait olması ihtimalinin çok yüksek olduğu”nu vurgulaması hiçte tesadüfi bir açıklama değil.
Gerçekler ortada.
Doğu Akdeniz Bölgesinde doğalgazı binlerce metre derinden çıkarmak ve kullanılır hale getirmek ne denli zor ve masraflıysa, dağıtımını yapmakta o denli zor ve güç.
Türkiye devre dışı kalırsa veya bırakılırsa, doğalgazın dağıtımının neredeyse olanaksız hale geleceği veya yeni baştan inşa edilecek bir boru hattının ara basınç istasyonları ile birlikte çok pahalıya mal olacağı da matematiksel bir gerçek.
Daha doğrusu kaçınılamaz bir olgu.
Bu nedenle de ABD, AB ve Türkiye’nin bu yataklardan çıkacak enerjinin hangi koşullarda kim tarafından çıkarılacağı, kimlerin kullanımına sunulacağı, nereye ve nasıl sevk edileceği konusunda perdelerin arkasında bir anlaşma yaptıkları veya da yapmakta oldukları kesin.
Rumların esamesi bile okunmuyor bu pazarlıkta.
İlk başta doğalgazın sadece kendilerine ait olduğunu sanıyor, burunlarından kıl aldırmıyorlardı ama işler ciddiye bindikçe yalnız başlarına hiçbir şey yapamayacakları kafalarına dank etti. Sanırım “Birileri” başlarına fena vurdu.
Gene aynı “Birileri” kendilerine adada yalnız olmadıklarını söyleyince ve de uyarınca, adada aniden Kıbrıslı Türklerin de olduğunu hatırladılar. Buna hatırlamak zorunda bırakıldılar dense daha doğru olacak.
Belli ki Hristofyas’a gene aynı “Birileri” bölgede yalnız olmadığını, kendi başına bu konuda karar veremeyeceğini ve artık uslu çocuk olması gerektiğini söylemiş.
Doğalgazın, Rumları çözüme zorlayacak ve AB’de gösterdikleri hırçınlıklara son verecek yeni bir dönemin kapısını açacağı belli oluyor. İsteseler de, istemeseler de bu gelişmelere ayak uydurmak zorunda olduklarının farkındalar artık. Gerisi Rum liderlerin bunu Rum halkına anlatması kalıyor.
Prof. Dr. Ata ATUN
23 Aralık 2011
Bir yanıt yazın