Emperyalizm kabuk değiştirmiş, resmen sömürge ülkesi kalmamıştır. Ekonomik emperyalizm ise serbest ticaret, işbirliği, yabancı yatırımcı gibi adlarla hayattadır. Kültürel emperyalizm, farklı etkinliklerle varlığını sürdürmektedir. Bu kapsamdaki bilimsel veya eğitimsel emperyalizme ülkemiz önemli ölçüde maruz kalmaktadır. Yeni ve farklı alanlarda uzmanlar yetiştirmek, araştırmalar yapmak, yeniliklere imza atmak için her fırsatı değerlendirmek de akademisyenlerin görevidir.
Bir süre önce YÖK Başkan Vekili Şaban Çalış arkadaşımızın girişimi ile Uluslararası İlişkiler alanındaki akademisyenlere “bilimsel ve mesleki bir ziyafet” sunuldu. Aynı alanda çalışanların öneri, eleştiri ve şikâyetlerinin ortak bir zeminde dile getirilmesi, tartışılması son derece yararlı olmuştur. “YÖK’ün üniversiteler üzerinde baskısı” ile “birçok sorunun çözümünde YÖK’ten talepler” uç noktaları arasında gidip gelen tartışmalarda önemli gerçekler ortaya çıktı.
Devlet ve vakıf üniversitelerinde sekseni aşan Uluslararası İlişkiler bölümleri her yıl binlerce mezun vermektedir. Mezunlar avukatlık, doktorluk veya öğretmenlik gibi bir meslek sahibi olmamaktadırlar. Dışişleri Bakanlığı’nın yıllık ortalama aldığı eleman sayısı dikkate alındığında yaklaşık olarak yüz mezundan biri bu mesleğe intisap edebilmektedir. Kalanlar ise özel sektörde ve kamuda iş bulma bakımından diğer bölümlere göre daha başarılıdırlar. Bunda yabancı dilin katkısı bulunmaktadır.
Yakında Uluslararası İlişkiler bölümlerinin sayısı yüzü geçecektir. Bununla beraber bugün için ülkemizde bu alanda mezun olup da Rumca, Rusça, Ermenice, Gürcüce, Arapça, Çince, İspanyolca, Portekizce … bilen eleman bulunmamaktadır. Kendi imkânlarıyla öğrenebilenler müstesna. Ancak Doğu ve Batı arasındaki köprü ülkemizin “Stratejik Derinlik” kapasitesine karşın bu alandaki akademik bölümler dahi adeta gözlerine perde çekmiş/çektirilmişlerdir. YÖK veya üniversiteler yurt dışına eleman gönderirken İngiltere ve ABD’ye öncelik tanımaktadır. Yukarıda işaret edilen ülkeler için ciddi bir planlama veya teşvik YÖK’te görülmediği gibi değerli bir hocamızın bakan olduğu dışişleri bakanlığında dahi bilinmemektedir.
Her lisans mezununun, küresel dil haline gelen İngilizce yanında işaret ettiğim bölge ve dünya dillerinden birini üniversite sıralarında öğrenmesi için bakanlık ve üniversiteler arasında teşvik sistemi oluşturulmalıdır. Bu programın başarılı olması kapsamlı bir devlet politikasıyla mümkün olabilecektir. Bölüm başkanlarının gayretleri bir sonraki yönetimle çöpe atılabilmektedir. Bu noktada akademik veya bilimsel talimat yahut baskı değil de ilgili kurumlar arasında koordinasyon, işbirliği, yardımlaşma ve teşvik sistemine ihtiyaç vardır.
Bölümün haber olmadan MEB’ce İngiltere’ye gönderilen doktora öğrencisi “Türk Dış Politikası” üzerine tez hazırlayacaktır. Bir başka öğrencinin tez konusu “Türkiye’nin Jeopolitiği”, diğer birininki “Turan Güneş’in Siyasi Hayatı”… İngiliz okullarına ve ülkesine hiç de küçümsenmeyecek paralar aktarırken burada eğitim gören öğrencilerimiz mesela “İngiltere’nin Ortadoğu Politikası”, “İngiliz-Rus İlişkileri”, “Çin’in Yükselişi” gibi konularda tez hazırlayamaz. Hocaları izin vermez. “Bu konularda zaten bir çalışıyoruz” derler. Ancak Türkiye’nin kaynak ve arşivlerini üste para vererek bu ülkelerin bilim dünyasına sunmak da bir emperyalizm türü olsa gerek. ABD veya İngiltere’nin değerli hocalarının, kendi akademik dünyasını zenginleştirme konusundaki gayretlerini takdir ederiz. Sorun kaynaklarımızı feda edip, neticesini sorgulamamamızdır.
Gerek uygulama gerekse teorik alanlarda ülkemizde ileri düzeyde akademisyen ve program bulunmakta olup Avrupa veya ABD’ye devlet kaynaklarıyla öğrenci gönderme dönemi kapatılmalıdır. Bu kaynaklar bir an önce, diğer komşu, bölge ve dünya ülkelerinin dillerinin öğretilmesiyle bu alanda politik, ekonomik ve sosyal uzmanlar yetiştirilmesine yönlendirilmelidir.
Her bölüm için belirlenen üç dilden birini bilmeden, o ülke uzmanlık alanına adım atmadan mezun olmama şartı getirilirken mesela üç üniversitemiz Gürcüce, iki Üniversitemiz Hırvatça, 15 bölümümüz Çince eğitim ile bu ülke üzerinde uzmanlaşmalıdır. Bu programda coğrafi özelliklerde dikkate alınarak, mesela Trakya öğrencilerine Bulgarca, Yunanca ve Rusça’dan birini öğrenecek ek program hazırlanmalıdır. Bölge ve dünya dillerini öğretecek okutmanların temininde uzun vadeli problemlerin yaşanmaması için diplomatik birimler devreye girmelidir. Uluslararası İlişkiler bölümleri için başlayacak bu program sonraki aşamada İşletme ve diğer bölümlere uygulanmalıdır.
Öncelikle mevcut durumu doğru teşhis etmek, sorunları önyargısız belirlemek ve uzun vadeli programları yaygın bir katılım ve işbirliği ortamında hazırlayıp harekete geçmek gerekmektedir. Bunun meyveleri bir nesil sonra toplanacaktır. Ancak beş yıl sonra dahi harikalar görülecektir.
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Öncevatan, 6.12.2011