Arap Birliği Genel Sekreteri Nabil el-Arabi ile Irak Dışişleri Bakanı Hoşiyar Zebari Bağdat’ta basın toplantısında,Arap Birliği girişimiyle Suriye rejimi ve muhalifleri arasında çözüme yönelik diyalog sağlanması hususunda,Suriye’nin kabulüyle Irak’ın arabulucu ülke olarak belirlendiğini ilan ediyor.
*
Bir çok çıkar ve farklı siyasi aktörlerin taraf olduğu Orta Doğu’da sorunların çözümünde arabulucu rolünü üstlenmek pek çok riski görmek anlamına geliyor.
Taraflardan birinin süreci tıkayan bir hamlesi arabulucu ülkenin çabalarına ve prestijine zarar verebiliyor.
Nitekim Suriye ile Arap Birliği arasında Irak’ın arabulucu olması bir süredir Orta Doğu’da uyguladığı diplomasi ve ihtilafların çözümünde arabuluculuk performansıyla Türkiye’nin;
Suriye konusunda ya Arap Birliği girişiminin arkasında olacağı ya da bağımsız bir politika uygulayacağı gibi bir ikileme sıkıştığını gösteriyor!
*
Kuruluş felsefesi nedeniyle Türkiye ile Orta Doğu ülkeleri arasında birbirinden uzak ilişkiler 1980-88 İran-Irak Savaşı’nın yarattığı fırsat ve risklerle birlikte gelişmeye başlamıştır.
1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgali,91’de mülteci akını,Madrid Barış Konferansı ile başlayan ve Oslo’da Filistin sorununa çözüm bulunabileceğine dair gelişen umutlar Türkiye’nin bölgeye bakışının değişmesine neden oluyor…
11 Eylül 2001’de New York ve Washington’a yapılan terör saldırıları sonrasında geliştirilen Amerikan stratejisinde -bilhassa, AKP’ye biçilen önemle hem Türkiye’nin bu bölgeye daha fazla yakınlaşmasına hem de bölgenin Türkiye’yi daha iyi tanımasına yol veriliyor…
*
Demokratik yolla iktidara gelen AKP; hilafetin merkezi Osmanlı Devletinin yıkılması ardından din ve mukaddesata dair ne varsa hepsine çağdaşlaşma adı altında Batı felsefesiyle cephe alan Türkiye Cumhuriyeti devletinin tahribatına karşı durabilmek iddiasındadır!
Bu iddianın siyaset ve diplomasi süreçlerinde ağırlık kazanmasıyla Ortadoğu ülkeleri de Türkiye’yi kendilerine emsal görmeye başlıyor.
AKP Türk dış politika geleneğinin de ötesine geçerek Orta Doğu’da uyguladığı diplomasi ve ihtilafların çözümünde arabuluculuk performansıyla; bölgede istikrar ve refahın artmasına çaba harcarken siyasi,kültürel ve ekonomik varlığını da yükseltmeyi hedefliyor!
*
Bölgesel sorunlarda İsrail-Filistin anlaşmazlığı ve İsrail-Suriye arasındaki bir dizi ihtilafta arabuluculuk rolüne soyunuluyor.
Lübnan krizi ve İsrail’in Gazze müdahalesinin sonuçlanmasında kolaylaştırıcı rol oynanıyor.
Öyleki bir ara Türkiye ABD ve İran’ın ikili ilişkilerini geliştirmelerinde en uygun arabulucu olarak öne çıkıyor.
Ne ki Davos’ta bir kurgu ardından Türkiye’nin İsrail’in taraf olduğu bölgesel sorunların çözümünde rol alma çabası sona eriyor.
*
Çünkü ABD’nin Arap Coğrafyasına ilişkin stratejik senaryosunda sırada bir süredir İran’ı nükleer teknolojiden vazgeçirmek için yürütülen BM ekonomik ve siyasi yaptırımlarından daha etkilisi, yaptırımların ancak bölge ülkeleri ve komşular işbirliğiyle etkili olacağı varsayımı,
Hem de Türkiye modelinden esinlenerek yasaklı islamcı sivil toplum örgütlerinin meşrulaşması -fakat; süreçte doğacak ekonomi,kalkınma,teknoloji ihtiyaçları nedeniyle ABD ve İsrail’in islam üzerinde kontrol ve denetim sağlayabileceği,
Bu suretle Arap ekonomisinin pazar ekonomisine çekilmesini teminen milli gelir ve reel hayat arasında oluşmuş derin uçurumda halkların tepkisinden yararlanılarak,
Kendi sivil toplum örgütleri,medyası ve anında harekete geçebilecek kamuoyu oluşturma mekanizmalarıyla yeni devlet yapılandırmaları ve rejimlerin kurulmasıyla-işte,
Fas,Tunus,Libya,Mısır,Ürdün,Somali,Sudan’ın yeniden biçimlendirilmesi,Suriye’nin dönüştürülmesi ve aldığı demokrasi dersiyle İran halkının kendi rejimini ters yüz etmesi umudu bulunuyor.
Bu hengamede AKP iktidarı Türkiye’yi hem rejimleri değiştirilen Arapların hem de yaptırımlarla hedef alınan İran rejiminin ve toplumlarının İsrail’e duydukları tepkiselliğin absorblayıcısı olmaya yöneltiyor;Türkiye mütemadiyen İsrail ile gerilim oluşturma siyasetiyle hiçbir Arap ülkesinin ya da İran’ın İsrail’e yeltenmesine fırsat tanımıyor!
*
Bu süreçte Ortadoğu’da bağlantısız olduğu ve AB’den uzaklaştığı görüntüsü basan Türkiye, ABD/NATO’nun Füze Savunma Radar Sistemini topraklarına konuşlandırmaya rıza göstermesiyle yeniden aslına rücû ediyor ve Batı müttefiki olduğunu gösteriyor.
Türkiye’nin Suriye ile sürdürdüğü ilişkiden hareketle kimi Körfez ülkesi,İran ve Rusya ile bozulan iyi ilişkileri ardından,giderek Türkiye için İran’dan,Suriye’den Arap ülkelerine ve toplumlarına basılan “Haçlı”imajı ve Irak’ın Suriye için arabuluculuğu ile kaybedilen prestij;
Dış politikasında Türkiye’yi ne Suriye- Arap Birliği girişiminin arkasında olmasına ne de bağımsız bir politika uygulamasına olanak vermiyor.
Çünkü Arap Birliği girişimiyle diyaloga göz kırpsa onca zamandır Suriye’li silahlı muhaliflere verdiği destek ayağına bağ oluşturuyor, bağımsız bir politika izlese Suriye’ye uyguladığı kötü komşu politikasının hesabı ağırdır ya da Suriye’ye bir başına mı diklenecek ya da kaybettiği prestijiyle ortada mı kalacaktır?
AKP iktidarının dış politikası ne İsa’ya ne Musa’ya yaramıyor!
Bu çerçevede Türkiye’nin,”Yurtta Sulh,Cihanda Sulh” dış politikasını yeniden ilanla,sadece güvenlik ve refahını ilgilendiren ihtilaflarla ilgilenmesi gerekiyor…
Bir yanıt yazın