Medyaya yansıyan haberlere göre; “Sözleşmeli Din Adamı” adı altında Doğu ve Güneydoğu’da istihdam edilmek üzere; Diyanet İşleri Başkanlığı’na 1000 kişilik kadro verilecekmiş. “Mele Açılımı” olarak da isimlendirilen bu projeye göre; Diyanet’e verilecek bu 1000 kişilik kadro, bölgede halen fahri olarak görev yapmakta olan ve “Toplum lideri” olarak kabul edilen itibarlı mahalli din adamlarıyla doldurulacakmış. Bu haberlerin medyaya yansıması üzerine; Diyanet Başmüfettişi Dr. Abdülkadir Sezgin’in “Yeni Anayasada Din ve Diyanet Neden ve Nasıl Yer Almalıdır?” başlıklı yazısında söyledikleri geldi aklımıza. Şöyle diyordu Sayın Sezgin yazısında:
“…Yeni Diyanet İşleri Başkanı 11.11.2010 tarihinde atandı. 12.11.2010 tarihli ‘Taraf’ gazetesi ise, manşetinden verdiği haberde, ‘Diyanet artık Kürtçe biliyor’ diye yazdı. Aynı haberin devamında, ‘Kürtçe anlayan Diyanet’ ara başlığı ile verilen bilgiler son dere ilginçtir. Sanki Diyanet’te daha önce hiç Kürt kökenli insan bulunmamıştı. Sanki Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti bir yere birini tayin ederken, eğitimine, tecrübesine, mesleğine, işin ehli olup olmadığına bakmaksızın şu kökten veya bu kökten diye tayin mi yapıyordu? Sanki çağdaş demokrasi ve hukukun üstünlüğü ve laiklik ilkesi atamaların etnik kökene göre yapılmasını öngörüyor. Daha önce Diyanet İşleri Başkan yardımcısı, Diyanet İşleri Başkanlığı makamında ‘Kürt’ aileye mensup insanlar bulunmuştu. Merkez ve taşra dahil, her kademede çalışan farklı etnik kökenden her kurumda olduğu gibi, Kürt kökenliler de elbette vardı. Bu satırların yazarı da Mardin Kızıltepe ilçesindeki 18 aylık yedek subay askerliği sırasında, derdini anlatacak kadar Kürtçe öğrenmişti. Bunu ayıplayan, yasaklayan olmadığı gibi, bir meziyet olarak alkışlamaya da gerek yoktu. Demek onlar bu işin ne kadar önemli olduğunu fark edememiş ve fark ettirememişlerdi. ‘Diyanet’in başı artık Kürtçe biliyor’du. Hatta Kürtçülüğü Diyanet’e getirmiş ve Cumhuriyet Senatosu’nda günlerce süren araştırma müzakereleri üzerine Diyanet’ten ayrılmış olanlar da vardı.
Aynı gazetede tam bir ay sonra 12.12.2011 tarihinde Sayın Neşe Düzel’in Prof. Dr. İştar Gözaydın’la yaptığı, ‘Türkiye’de din yükselen bir olgu’ başlıklı ropörtajda, ‘Diyanet’in yeni başkanı ne yapabilir?’ sorusuna Sayın Profesörün verdiği cevap ilginçtir: ‘Gerçekleştirilmesi istenen birtakım açılımları daha iyi yapabileceğini düşündükleri bir kişiyi getirdiler Diyanet’in Başkanlığına. Ayrıca etnik farklılıklar konusunda yeni Diyanet’in nasıl tavır alacağı da izlenmeli. Bence Mehmet Görmez’i özellikle Kürt oylarını elde etmek için getirdiler’. Cumhuriyet Kurumu olarak Diyanet’in bu yoruma muhatap olacak hale gelmesi veya getirilmesi ayıp olarak yasama, yürütme, yargı ile birlikte Diyanet çalışanları için de yeterli olmalıdır.”(1).
…
“Mele Açılımı”nın açıkça dillendirildiği bugün gelinen noktada anlaşılıyor ki; Prof. Dr İştar Gözaydın, Taraf gazetesindeki düşüncelerinde tam isabet kaydetmiştir. Ayrıca bu düşünceleri aktardıktan sonra “Cumhuriyet Kurumu olarak Diyanet’in bu yoruma muhatap olacak hale gelmesi veya getirilmesi ayıp olarak yasama, yürütme, yargı ile birlikte Diyanet çalışanları için de yeterli olmalıdır” şeklinde kanaat belirten A. Sezgin’in görüşleri de, hiç yabana atılır görüşler değildir.
Gelin görün ki; bu ülkede doğru söyleyeni dokuz köyden kovuyorlar. Zira bize ulaşan bilgilere göre; Dr. Abdulkadir Sezgin, alıntı yaptığımız yazısının yayın tarihini (20.11.2011) takip eden günlerde zoraki emekliliğe sevk edilmiş bulunmaktadır. “Adı geçenin emeklik sebebi bu yazıdır” demek istemiyoruz elbette. Ancak adı geçen, 1990’lı yıllarda yaşadığı olayı tekrar yaşamış ve Başmüfettişlikten alınarak tenzili terfi ile Burdur İl Müftü Yardımcılığı’na tayin edilmiştir. O da bu görevi kabul etmeyerek emekli olmuştur. Bize gelen bilgi bu yöndedir. Yanlış hatırlamıyorsam Sayın Sezgin, 1990’lı yılların ikinci yarısında yine aynı şekilde Başmüfettişlikten alınarak İçel Müftülüğü emrine vaiz olarak verilmiş, bunun üzerine birkaç yıllığına Diyanet’ten ayrılmak zorunda bırakılmıştı. Sayın Sezgin’e yeni hayatında esenlik dolu günler diliyorum.
Molla TC Kendini Kolla
Kamuoyuna yansıyan şekliyle “Mele (Molla) Açılımı”nı ve bu açılım çerçevesinde Diyanet’e 1000 kadro tahsis edileceğine dair haberleri okuyunca ister istemez içimden “Molla, Türkiye Cumhuriyeti kendini kolla” diye bir düşünce geçti. Evet, bence de böyle bir proje, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter kimliğine vurulacak çok tehlikeli bir darbe, adeta sistemimizin temeline konulan bir dinamit özelliği taşıyor. CHP sözcülerinin, “Böyle bir proje dinin ve Diyanetin genleriyle oynamaktır. Bazı san ve unvanların kaldırılması hakkındaki kanuna aykırıdır” şeklinde özetlenebilecek klasik görüşlerine ilave olarak, böyle bir proje, Büyük Atatürk’ün “Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müridler, meczuplar memleketi olamaz.” şeklindeki anlayış doğrultusunda gerçekleştirmiş olduğu yenileşme hareketlerine de taban tabana zıt bir projedir.
Ne yazıktır ki; Atatürk’ün kurmuş olduğu bir teşkilat olarak, böyle bir projeye en sert tepkiyi vermesi gereken Diyanet, bırakın tepki vermeyi, bu projeyi siyasilerden bile fazla destekliyor gözükmektedir. Sayın Diyanet İşleri Başkanı’nın, bu seneki Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri çerçevesinde Kürtçe Mevlit okuması ve birkaç yıldır Güneydoğu’da Kürtçe vaaza göz yumulması, hatta teşvik edilmesi, demek ki boşuna değilmiş. Bütün bunlar, Mele açılımının ön hazırlıkları ve alıştırma çalışmaları sadedindeymiş!
Peki, Diyanet çevrelerinden hiç mi tepki yok bu projeye. Var elbette. Ancak çok cılız ve dozu çok düşük tepkiler bunlar. Yönetimine genelde Milliyetçi din görevlilerinin egemen olduğu, haliyle üyeleri de genelde aynı anlayıştaki din adamlarından oluşan Türk Diyanet Vakıf-Sen isimli sendikanın Başkanı Nuri Ünal şöyle diyor: “İlahiyat Fakültesi, İmam-Hatip Lisesi mezunu binlerce kişi atama beklerken, Sayın Bozdağ’ın bahsettiği düzenleme (mele projesi) hak gaspı olacaktır. Bozdağ ‘Bu bir defaya mahsus bir düzenlemedir’ demektedir. Diyanet’te bir kez bile böyle bir yanlış yapılmamalıdır”(2).
Görüldüğü gibi Türk Diyanet Vakıf-Sen, olaya çalışanlarının haklarının zayii açısından ve sıradan menfaatçi bir bakış açısıyla yaklaşmaktadır. Oysa proje, Türkiye’nin mevcut siyasi sistemini toz duman etmeye yöneliktir. Düşünsenize bir; güvenlik hizmetlerinin geçici köy korucularına, din hizmetlerinin de yerel bazda ve devlet dışı yapılanmaların etkisindeki ilkel medreselerde eğitim alan “Mele” ve “Seyda” gibi adamlara havale edildiği bir bölgede, devletin varlığından hiç söz edilebilir mi? Üstelik bu bölgede, vergi, elektrik ve su parasının bile gereğince toplanamadığı konusunda yaygın şayialar varken ve bölge halkı tarafından sözüm ona “din âlimi” olarak muamele gören bu Mele ve Seyda güruhunun, bölge halkına birçok gayrimeşru iş konusunda “Caizdir” şeklinde fetva verdiği bilinirken.
Kanaatimize göre bu proje, Tam da PKK’nın ekmeğine yağ sürecek bir projedir. Zaten terör örgütü de öteden beri bunu istemektedir. Çünkü PKK, Diyanet’e bağlı ve Devlet Memuru olarak bölgede görev yapan din adamlarını, din adamından çok devletin birer ajanı olarak görmektedir. Onun için de şimdiye kadar onlarca din adamını şehit etmiştir örgüt.
Ayrıca bölgede ilkel usulde din eğitimi veren medreselerin, Nakşibendîlik ve Kadirîlik başta olmak üzere; genelde tarikatların etkisinde oldukları biliniyor. Belki bugün pek çok siyasinin ve üst düzey bürokratın da tarikatlara ve cemaatlere mensup olduğunu düşünerek ”Ne var bunda?” diyenler olabilir. Ancak tarikatların, bölgedeki faaliyet alanları sadece din-iman ve ahlakla sınırlı değildir. Tarikatlar, bu bölgede siyasetten ticarete varıncaya kadar her şeye egemendirler. Örneğin Celal Talabani’nin KYB’sini ve Mesut Barzani’nin KDP’sini ayakta tutan güç de işte bu tarikatlardır. KDP, Nakşîler tarafından, KYB ise Kadiriler tarafından desteklenmektedir ki; bu destek ve yapılanma, herhalde ülkemizin Güneydoğusunu da içine alacak boyuttadır. Mele açılımı, işte bu yapılanmanın belki de farkında olunmadan devletçe desteklenmesi anlamına gelmektedir. Çünkü proje kapsamında Diyanet kadrolarına geçirilecek Mele ve Seydaların hemen tamamı, muhtemelen bu tarikatlara mensupturlar. Öte yandan, her ne kadar imtihandan geçireceğiz ve denetleyeceğiz deseniz de böyle güçlü ve toplumda itibar sahibi adamları ne adam gibi imtihandan geçirebilir ve ne de denetleyebilirsiniz. Üstelik bu yapı zamanla öyle bir yerleşir ve kök salar ki; bu projeye son vermek isteseniz de son veremezsiniz. Tıpkı “Geçici Köy Koruculuğu” ve “Yeşil Kart” uygulamalarına isteseniz de artık kolayca son veremeyeceğiniz gibi…
Bunun yanında geçmişte bölgede dini temayüllü bazı terör olaylarına bulaştığı söylenen kimi örgütler de bölgede bir hayli etkindir. Belki şu anda uyku halindedir ama uyanmayacağını hiç kimse iddia edemez. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, özellikle 28 Şubat sürecinde, İstanbul dışında ikinci olarak Diyarbakır’da Bölge Teftiş Başkanlığı kurduğu ve 2004 yılına gelinceye kadar bahsi geçen yapılanmalara mensup din adamlarıyla bir hayli başının ağrıdığı biliniyor. Ayrıca yine bu süreçte başta güvenlik güçlerimiz olmak üzere; bazı kamu kurumlarının, bölgede Kur’an Kursu açılması ve din görevlisi açığının bir an önce giderilmesi yönünde Diyanet’e müracaatta bulundukları da bilinmektedir. Peki, şimdi bölgede ne değişti de “Mele Açılımı” gibi absürt bir projeyle meşgul ediliyor Türkiye’nin gündemi?
Hiç olmazsa üç beş dedeye maaş bağlayarak senelerdir “Diyanet sadece Sünnilere hizmet ediyor” diye sızlanan milyonlarca Alevi vatandaşımızın bazı isteklerine cevap vermekte nazlanan Diyanet’in, eğitilmelerinde herhangi bir dahli bulunmayan ve ismi “Mele” veya “Seyda” olan bu adamları kadrosuna katmakta bu kadar acul davranması anlaşılır gibi değildir.
Eğer deniliyorsa ki; “Bölgede Kürtçe bilen din adamına ihtiyaç bulunuyor” tamam onun da kolayı var. Yine bildiğim kadarıyla, Şanlıurfa, Diyarbakır, Bitlis, Siirt ve Van gibi bölge illerinde Diyanet Eğitim Merkezi ve Yatılı Bölge Kur’an Kursu adı altında faaliyet gösteren eğitim kurumları bulunmaktadır. Yine Erzurum, Elazığ, Konya, Bolu, Antalya, Trabzon ve İstanbul bölge dışı illerde de çok daha teşkilatlı Diyanet Eğitim Merkezleri bulunmaktadır. O zaman yapılması gereken, sizin sisteminiz dışında eğitim görmüş kerameti kendinden menkul bazı adamları, din adamı adı altında Diyanet’e doluşturmak değil, eğitim merkezlerinde, bölgede görev yapan din adamlarına Kürtçe öğretmektir. Bu çok zor olmasa gerekir.
Öte yandan, bölgede faaliyette bulunan İmam-Hatip liseleri ve Diyanet’e ait Kur’an Kursları da sizin için iyi bir personel kaynağıdır. Bütün bu imkânlar varken, ille de bazı tarikat ve cemaatlerin, size dayatmış oldukları Meleleri istihdam etmek istiyorsanız, benim size diyeceğim şey ancak Sezen Aksu’nun şarkısında söylediği gibi olur; hadi bakalım kolay gelsin, bir acayip zor yarış…
16 Aralık 2011
Ömer Sağlam
__________________
1- , Siyahlaştırmalar yazarına aittir.
2-Sözcü Gazetesi, “Diyanet Vakfı: Molla projesi hak gasbı olur” başlıklı haber, 14.12.2011, s, 8. Gazete haberin başlığında sendikanın adını “Diyanet Vakfı” olarak yanlış yazmıştır. Doğrusu: “Türk Diyanet Vakıf-Sen:” olmalıdır. ö.s.
Yazıları posta kutunda oku