Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar devlet aleyhtarı her türlü hareketin merkezi Tunceli şehri olmuştur. Günümüzde nasıl ki bazı hainler “Avrupa’nın yolu Diyarbakır’dan geçer, kürdistanın başkenti Diyarbakır’dır” diyorlarsa, 1938’e kadar bu tip hainliklerin merkezi Dersimdi. 1938’e kadar diyoruz çünkü 1938’den sonra cezalı toprak durumuna düştü ve Dersim diye bir şey kalmadı.
Yabancı devletlerin Milli Mücadele yıllarında “Hasta adam” diye nitelendirdikleri Osman Devletini yıkma politikasının bir parçası olan “Böl – Parçala – Yönet” stratejisi ile doğu illerimizde faaliyet gösteren Fransızlar, işgal sırasında Türkleri yenebilmek için kürtleri ve ermenileri kullanmışlardır. Özellikle bugünkü güneydoğu sınırlarımızda da hâlâ faaliyet gösteren sınır kaçakçılığı milli mücadele yıllarında çok daha vahim bir durumdaydı. Sınır boylarımız yolgeçen hanına dönmüştü. O dönem bölgeden geçen demiryolunu denetimi altında tutan Fransızlar ve kaçakçılığın ağababası olan Suriyeliler sınırlarımızda bir kaçakçılık hattı kurmuşlardı. Ama bu kaçakçılık işlemini elbette kendileri yapmıyor, kürt ve ermeni çetelerine yaptırıyorlar, kazançtan da pay veriyorlardı. Bunun yanında kürtlere her türlü kolaylık sağlanıyordu. Bu durum Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile her ne kadar geriletilmiş olsa da tamamen yok edilememişti. Çünkü yörede 1930’lu yıllara kadar başka demiryolu bulunmadığı ve demiryolu denetimi Fransızlarda olduğu için gerekli önlemler alınamıyor, alınsa bile Fransız memurlar kürtlere her türlü kolaylığı sağladıkları, hatta teşvik ettikleri için bu durum sonlandırılamıyordu.
Fransızlar bununla da kalmıyor zaman zaman kürt aşiretlerinin liderleri ile toplantılar düzenliyorlar (Toplantıların çoğu Suriye’de gerçekleşmiştir) bu toplantılarda genellikle “İsyan” kararı alındığı için aşiretler birer birer Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı ayaklanma çıkarıyorlardı.
Tunceli denilince kürt terör örgütü olan “Hoybun”dan bahsetmemek konuyu eksik bırakır. Şeyh(kürt) Sait ayaklanmasından sonra Fransızların yardımı ile yurtdışına kaçan kürtler 1927 yılında Suriye’de Dr. Mehmet Şükrü Sekban başkanlığında “Kürt Milli Genel Kurultayı”nı toplamışlardı. Toplantıya katılan Kürt Teali Cemiyeti, Kürt Teşkilatı İçtimaiye, Kürt Millet Fırkası ve Kürt Ulusal Birliği adındaki dört örgüt toplantı sonrası Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı birleşme kararı aldılar ve bu birleşme ile HOYBUN KÜRT TERÖR ÖRGÜTÜ kurulmuş oldu. Bu toplantıya katılanlar sadece kürtler değildi. Goms adıyla bilinen Ermeni Taşnak Terör Örgütü lideri Van’lı Papaz Vahan Papazyan ve yandaşları da katılmıştı. Bu toplantı sonrası ortak bir bildiri yayınlandı. Bildiri kısaca “Kürtlerin özgür ve bağımsız yaşama hakkı için savaş kararı” ve “Kürt – Ermeni dostluğunu” içeriyordu. Yani Fransızların yardımı ile kürtler ve ermeniler anlaşmışlardı. Ortak çıkarlar doğrultusunda birlikte hareket edeceklerdi. Zaten bu birlikteliğin temeli bu toplantıdan çok önce 1925 yılında Marsilya’da düzenlenen “Sosyalist Enternasyonal”da atılmıştı. Ermeni terör örgütü Taşnak bu toplantı da “kürtlerin bağımsızlığını ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kürdistanı(!) işgal ettiğini ve kürt ulusal hareketlerini desteklediklerini” dile getiren bir bildiri yayınlamışlardı. Suriye’de ki toplantıdan sonra da bu birliktelik tamamen resmileşti. Bu toplantı sonrası Taşnak örgütü başta, Zürih ve Londra’daki toplantılar olmak üzere katıldığı her toplantıda “kürtlerin bağımsızlığını gündeme getirdi. Hoybun örgütünün kuruluşu Türkiye Cumhuriyeti için çok önemlidir. Çünkü Suriye’deki bu toplantıdan önce çıkarılan ayaklanmalar (kürt sait isyanı hariç) genellikle birkaç toprak ağasının ayaklanmasından ibaretti. Hoybun örgütünün kuruluşu ile Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı ermeni, kürt, fransız, ingiliz işbirliği ile planlı programlı ayaklanmalar başlatılmıştır. Öyle ki dünyaca ünlü bizimde çok iyi bildiğimiz Albay(Casus) Lawrence bile Hoybun’la işbirliği yapmıştır. İngiltere’nin Tebriz’deki Başkonsolosu Stophone Palmer’den Londra’daki Dış İşleri Bakanlığında görevli bulunan Sir Cilve’ye gönderilen 11 Ağustos 1930 tarihli ve 145 sayılı sayılı gizli raporda Albay Lawrence’nin kürtlere (hoybun örgütüne) yardım ettiğini ve Lawrence’nin vasıtasıyla Ermeni Ruben Paşa’nın İngiliz Büyükelçiliğinden kürtler için silah istediği haberini vermişti.
Hoybun aslında sadece taşeron bir örgüttü. Eylemleri planlayan ve yöneten dış devletler, uygulayanlar ise Türkiye Cumhuriyeti’nin toprakları üzerinde nefes alan ermeniler ve kürtlerdi. Tunceli ilinin önemi işte bu Suriye’deki toplantıdan sonra daha da anlaşılmıştı. Çünkü nüfusu genellikle kürtlerden ve ermenilerden oluşuyordu. Tunceli bu özelliği ile Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı eylemlerin merkezi haline geldi.
Doğusu Bingöl, kuzeyi Erzincan, batısı Malatya ve güneyi Elazığ’la çevrilmiş bölgeye “DERSİM” deniyordu. Ve Hoybun örgütünün kurulması ile yani ermeni ve kürt işbirliğinin kurulmasından sonra Dersim için için kaynamaya başladı. Hoybun ve Taşnak terör örgütlerinin yardımıyla kürt aşiretleri ve köylüleri silahlanmaya başladılar. Öyle ki 1937’de yapılan gizli sayımlar neticesinde Dersim’de en az 20 bin kişinin silahlı olduğu anlaşılmıştı. Ayaklanmaların arkası kesilmiyor, Dersimin silahlı kürtleri civar şehirlerde de ayaklanmalara sebep oluyorlardı. Mutki, Alikan, Oramar ayaklanmaları güçlükle bastırılabilmişti. 7 Ekim 1925 yılındaki Ali Boğazı çevresinde yerleşik bulunan Koçuşağı aşiretinin başlattığı ayaklanmayı bastıran büyük Türk Komutanı Mustafa Muğlalı Paşa’da bölgeye sevkedildi. Kahraman Muğlalı Paşa’nın 28 Kasım 1926’da Mustafa Kemal Atatürk’e gönderdiği raporda bölgenin durumu şöyle anlatılıyordu. “Aziz vatanımızın bağrında adeta kangren haline gelmiş bir çıbandan başka bir şey olmayan Dersim acilen temizlenmelidir” Raporu okuduktan sonra ilk Meclis toplantısında açılış konuşması yapan Mustafa Kemal Atatürk meclis üyelerine “Dahili işlerimizden en mühim bir safha varsa o da Dersim meselesidir. Dahilde bulunan iş, bu yarayı, bu korkunç çıbanı, ortadan temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil kararların alınması için hükümete tam ve geniş yetki verilmelidir” demiştir. Meclisten istediği yetkiyi alan Mustafa Kemal Paşa 4 Mayıs 1937’de Dersim’e önce Fevzi Çakmak Paşa’yı gönderdi. Fevzi Çakmak bölgede durumun ciddi boyutlara geldiğini ve önemle tedbir alınmazsa ileride daha büyük felaketlerin olabileceğini dile getirdi. Fevzi Çakmak’ın Atatürk’e sunduğu raporun sonu “Dersim asırlarca nüfuz edilememiş, hükümete önemli sorunlar çıkarmış, eşkıyalığı alışkanlık haline getirmiş mütecaviz ve soyguncu unsurları taşıyan bir adadır. Sadece taarruz hareketiyle iktifa ettikçe isyan olarak daimi yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri boşaltmak ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür. Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Silahlı Kuvvetlerin müdahalesi Dersimliye daha çok tesir yapar ve iyileştirmenin esasını oluşturur. Kürtlük eritilmeli ve öz Türk hukuku uygulanmalıdır” olmuştu. Mustafa Kemal bölgeye müdahale etmek üzere iken İsmet Paşa, O’nu engellemiş ve bir de durumu kendisi görmek istediğini belirtmişti. Bunun üzerine İsmet Paşa doğu gezisine çıkmış ve o meşhur “Kürt Dosyasını” hazırlamıştı. Dosyayı hazırlamasına hazırlamıştı ama Dersim için sanıldığı gibi bir tehlike olmadığını, asıl tehlikenin Fransızlar olduğunu ve Fransızlarla sorun çözülürse ve kürtlere asimilasyon uygulanırsa bölgede sorun kalmayacağını bildirmişti. Bir tarafta Kahraman Mustafa Muğlalı ve Fevzi Çakmak Paşa “Dersim temizlenmeli” derken, İsmet Paşa “durum o kadar vahim” değil diye bir rapor hazırlamıştıi.Atatürk Gelişmeleri yakından takip etti. Dersim yine ayaklanmaya hazırlanıyordu. Ayaklanmanın liderliğini “Baytar Nuri” adıyla bilinen Nuri Dersimi yapıyordu. Kendisi aynı zamanda Hoybun Örgütünün lider kadrosundandı. Ermenilerden özellikle de Taşnak Örgütünden büyük destek alıyordu. Hem bölgedeki, hem civar illerdeki hem de dış ülkelerde ki kürt aşiret reisleri ile sürekli temas halindeydi. Bir kolu Fransa’da, bir kolu Suriye’deydi. Ve çok geç geçmeden 1938 Temmuz başında “Dersim Ayaklanması” patlak verdi. Ama Mustafa Kemal Atatürk durumu iyi tahlil ettiği için hemen taarruza geçti. Önce Dersim çevresine uçaklar vasıtasıyla Türkçe ve kürtçe olarak hazırlanmış bildiriler dağıtıldı.Bu bildiride kürtlere “ Her tarafınız sarıldı, 24 saat içinde ayaklanmayı sonlandırıp silahlarınızı Türk Ordusuna teslim edin, aksi takdirde silahlı kuvvetler harekete geçecektir.” Yazıyordu. 24 saat içinde hiçbir silah teslim edilmediği ve ayaklanma sonlandırılmadığı için Mareşal Fevzi Çakmak komutasındaki Türk Silahlı Kuvvetleri Dersim’e müdahale ettiler. 21 Temmuz 1938’de ayaklanmanın en önemli noktası olan Laç Deresi’nde silahlı ayaklanma kanlı bir şekilde bastırıldı. Daha sonra ikinci büyük ayaklanma 19 Ağustos 1938’de bastırıldı. Kürtler her ne kadar diğer yerlerde çatışmaya devam etseler de iki büyük hezimetten sonra ufak gruplara ayrıldıkları için 30 Ağustos 1938’de ayaklanma tamamen bastırıldı. Ayaklanma bastırıldıktan sonra Fevzi Çakmak, Mustafa Kemal Atatürk’e “ayaklanmanın bittiğini” bildiren bir telgraf yolladı. Mustafa Kemal ise Fevzi Çakmak’a cevap olarak : “Ordumuzun yüksek ve her zaman olduğu gibi milletin güvenine cidden layık kıymet ve kudretle dolu manevrasının, çok faydalı safhalarını göstererek bittiğini bildiren telgrafınızı aldım. Türk ordusunun yarattığı büyük zaferin yıldönümünde böyle bir başarıdan dolayı kalbim orduya karşı takdir ve şükran hisleri ile doludur….” telgrafını yolladı. Ayaklanma bastırıldıktan sonra Dersim vilayeti cezalı toprak durumuna düştü ve ayaklanma ile ilgisi bulunan herkes cezalandırıldı. Ayrıca yeni bir ayaklanmayı önlemek için “Dersim İskan Kanunu” ile 347 kürt ailesi için sürgün kararı alındı. Bu aileler 3470 kişiden oluşuyordu. Bu ailelerden 76’sı Tekirdağ’a, 38’i Edirne’ye, 56’sı Kırklareli’ne, 65’i Balıkesir’e, 73’ü Manisa’ya, 39’ü İzmir’e sürgün edildi. Sürgünler için hazineden 300 Bin TL ödenek ayrıldı. O gün şartlarında çok büyük bir külfetti. (Zaten bu kürt belasının hiçbir yararı olmadığı gibi her zaman hem maddi hem manevi zarar olmuştur Türk Milletine…) Ama cezalandırılmayı hak edenlerin başında gelen ve Dersim ayaklanmasını başlatan Baytar Nuri ayaklanmanın ilk günlerinde “Gemiyi ilk terk eden fare misali” Suriyelilerin yardımı ile sınırdan kaçırıldı. Yanlış hatırlamıyorsam 90’lı yaşlara kadar yaşadı ve son nefesini verene kadar Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı kin kustu. PKK’nın ideollerinden biridir kendisi yazdığı kitaplar her kürdün ve kürtçünün elinde bir kılavuzdur. Suriye’de bir trafik kazası sonucu feci şekilde öldü. Leşi bulunduğunda tanınmayacak haldeydi..
1938 yılının Eylül aynın sonunda sürgünlerin de tamamlanmasıyla Dersim çıbanı tamamen yok edildi. Ve bu olaydan yaklaşık 40 – 45 gün sonra Türk Milletini bir müddet bile olsa kürt illetinden kurtaran, Mustafa Kemal Atatürk Uçmak’a vardı. Her zaman söylemişizdir Mustafa Kemal Atatürk aramızdan erken ayrıldı. Keşke Tanrı bizlerin ömrünü O’na verseydi de hâlâ yaşıyor olabilseydi. Çok değil belki 10 sene daha yaşasaydı bugün başımızda ne kürt sorunu kalırdı, ne ermeni sorunu….
Dersim taarruzu her ne kadar bazı çevrelerce eleştirilse bile (-ki eleştirenler ya kürttür ya komünist ya da aşırı hümanist) Mustafa Kemal Atatürk’ün, hayatının son deminde aldığı karar bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin 79. yılını kutlamasına sebep olmuştur. Eğer o tarihte Dersim temizlenmese idi kürtler birçok amaçlarına çoktan kavuşmuş olacaklardı. Çünkü ordumuz ve halkımız yeni bir savaştan çıkmış, ekonomi geçen 10 yıl içerisinde henüz yaralarını saramamıştı. Öyle ki Milli Kurtuluş Savaşı’nda silahlar tutanların çoğu şehit olmuş kalanlar ise hem aldıkları yaralardan, hem de hastalıklardan dolayı iş göremez haldeydiler. Türkiye Cumhuriyeti ise daha henüz çok gençti. Batılı devletlerinde desteği ile yeni bir savaş Türkiye için bir felaket olabilirdi. Ama Türkiye Cumhuriyeti başında, Mustafa Kemal Atatürk’ü olduğu için yine de dimdik kalmayı başarmıştı.
Şuan ki Tunceli, Dersim’in devamıdır. Fakat sınırları değişmiş ve daraltılmıştır.. “
Bir yanıt yazın