BU KIBRIS BAŞKA KIBRIS
Hüseyin MÜMTAZ
Meraklısı iyi bilir, “evlâd-ı iyâl” bir süredir yavru vatanda yaşadığı için, torun hasreti de üzerine eklenince bayram bahanesiyle oraya gidelim dedik.
İner inmez yerel bir gazeteyi alıp başyazısını okumaya başladık.
“Devletin freni patlayınca; o ülkede öncelikle ciddi huzursuzluklar yaşanır… İşsizlik ve fakirlik artar… İnsanlar psikolojik sorunlarla boğuşur… Psikiyatrislere çok iş çıkar da; travma yaşayan insanlar ‘bilinçli’ hareket edemezler… Uyuşturucu, alkol ve sigara tüketiminde patlama yaşanır… Kumara bel bağlayanların sayısında önemli artışlar olur… Silahlar patlar, çakılar-bıçaklar, yumruklar konuşur… Kızlar kaçırılır, okullarda, barlarda, plajlarda ‘dayılar’ türer… Polisler, savcılar, hâkimler baskı altına alınır… Tehditler, şantajlar, bombalar, derken asayiş tam bozulur… Kumar, fuhuş, soygun günlük yaşamın bir parçası olur… Küçük sanayi tesisleri, tarım emekçileri ‘kriz’ nedeniyle sıkıntıya düşerken, ülkenin belirli kesimlerinde akıllara durgunluk veren zenginlikler başlar… Gece kulüpleri çoğalır… Freni patlayan devlette düzen tersine döner… Dürüst hizmet yerine, kamu sektöründe rüşvet dönemi başlar… Bilgi-görgü-başarı ve yorucu hizmetler sonucunda baş olmayı hak edenler ayağa düşerken, ayaklar ‘baş’ olur… Yüz yıllık domatesin, salatalığın tohumu değişir, alışılmadık yeni lezzetler sofranıza ‘tek seçenek’ olarak sunulur… Devletin freni patlayınca yasemin kokularının yerini ‘rüşvet’ kokuları alır… Dağlar, denizler betonlaşır… Mafya coşar, taşar… Masum insanlar kaçacak yer arar… Kuzey Kıbrıs’ın bugünkü görüntüsü yukarıda saydıklarımdan farklı mı?..” (Reşat Akar. 7.11.2011)
Tabii bayram mayram kalmadı, hemen etrafımıza o gözlükle bakmaya başladık.
Ki vaziyet gerçekten felâket, fecaat.. Vahim..
“Bizim” Kıbrıs’ın kurtuluşu için rahmetli Kotak topyekûn “ekonomik serbest bölge” modeli öneriyordu ya, dünyada başka örneği var mı bilmiyorum ama KKTC bütünüyle bir “sosyal serbest bölge” halini almış.
“Türkiye mozaiğindeki çiçek bahçemiz”in bütün “kültürel zenginlikleri” olanca “görkemleriyle” burada.
Sorgusuz, sualsiz.. Pasaportsuz.
Nüfus cüzdanlarıyla. Rum da öyle..
“Niki” takma adlı bütün Sarris’ler de pasaportsuz aynen “kuzey”de.
Ülke “dingonun ahırı” yahut “sorma gir hanı”.
“Bizim Kıbrıs”ta her gün ve her gece 7/24 ya bir Las Vegas filmi yahut Soho geceleri klibi çevriliyor.
Sokaklarda kimse yok. “Kıbrıs Türkleri” evlerine kapanmış. “100.000” Rum kimliği sahibi “kıprıslıtürk” fırsattan istifade güneye akmış, meydan “çiçek bahçemizin zenginliklerine” kalmış.
Lokmacı kapısı açılınca han-hamam-kat-yat-araba sahibi olacağı iddia edilen “Çarşı” sinek avlıyor.
“Çarşı her şeye karşı”.
Herkes, her şeye itiraz ediyor.
Meclis’in önü (ki aynı zamanda TC Büyükelçiliği’nin de önüdür) Hyde Park.. Her dakika, her vesileyle herkes gösteri/protesto yapıyor. Meclis’te çıkacak/çıkması/çıkarılması düşünülen her kanun protesto ediliyor; dışarıda üç üyeli sendikalar, beş üyeli örgütler, yedi üyeli STÖ’ler ve cümle embedilmiş/fonlanmış gruplar çadır kuruyor, içeride kürsü işgal ediliyor.
Meclis’ten yasa ya çok zor çıkıyor, yahut çıkmıyor.
Meclis zaten haftada bir gün “yasa” için toplanıyor, o da “nisap sorunu” nedeniyle erteleniyor. Muhalefet fırsat kolluyor, iktidar kendi kendine kavga ediyor. İktidar partisinin bütün milletvekillerinin gözü ya bir bakan’ın koltuğunda ya da diğerinin yap(tır)abildiği atamalarda.
İçeride “otorite” yok.
Dışarıda “ümit” yok.
Değil Long Island’a, Alaska’ya gidilse; kravatlar değil mendiller çıkarılıp masaya oturulsa havanda su dövülüyor. Avara kasnak, boşa kürek çekiliyor.
Çünkü güya; “Uzlaşmaya varıldığı söylenen şu konulara bakın: Sonuçta çözüm sağlanırsa, Ada’da geçerli para birimi ‘Avro’ olacak, ama Türk Lirası bir yıl daha geçerli sayılacakmış. Federatif devlet kurulunca bir Kamu Hizmeti Komisyonu ve bir Merkez Bankası olacak, bunların başkanlığı iki toplum arasında dönüşümlü olacakmış. Ayrıca poliste de kurulacak iki birimden birinin başına bir Türk gelecekmiş. Avrupa Birliği’ne de üye olunacağı, daha doğrusu Türk federe devleti, aslında Rum devleti olduğu halde ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adıyla AB’ye zaten üye olan Rumlara katılacağı için, AB ile ilgili her karar iki Rum ve iki Türk’ten oluşacak bir komiteden geçecekmiş. Kurulacak ortak Temsilciler Meclisi’nin dörtte bir üyesi Türk olacak, ama Meclis’te taraflardan birinin aleyhine karar alınırsa ‘alarm zilleri’ çalarak o karar iptal edilecekmiş”. (Mümtaz Soysal. 7 Kasım 2011)
Görüldüğü gibi “Çıngıraklı Anlaşma” yahut “Zilli Oydaşma” diyebileceğimiz bu Long Island mutabakatı henüz zurnanın zart (yahut zırt) dediğimiz; “Toprak paylaşımı, Türkiye’den gelen nüfusun vatandaşlık sorunu, garantiler ve Ada’nın askersizleştirilmesi” gibi konulara gelebilmiş değil..
Bu konularda Hristofiyas ne diyor; “KKTC’nin (Girne dahil) her yerini istiyoruz, bütün Rum göçmenler kuzeye dönecek”. “Peki, biz nerede oturacağız?” diyen Eroğlu’na da “Bütün yerleşikleri gönderin, sığışırsınız” cevabını veriyor.
Doğum kontrolü öneriyor, “dörtte bir nüfus oranını aşmayın” diyor.
Dereboyu’ndan bakınca Alayköy üstlerinde güneş batıyor.
Lefkoşa’da bir gün daha akşam oluyor.
Bu Kıbrıs, “bizim Kıbrıs”a benzemiyor.
Bu Kıbrıs başka bir Kıbrıs.. “Çıngıraklı Kıbrıs” oluyor.
8 Kasım 2011
57’inci ALAY HER YERDE HEPİMİZ
57’inci ALAY’IN NEFERİYİZ
Bir yanıt yazın