CAHİT ARAL VE ÇERNOBİL OLAYI

03 Kasım 2006, Cuma

03 Kasım 2006, Cuma - cernobil kazasi

CAHİT ARAL: SORUMLUSU BEN DEĞİLİM AMA KOYUNCU’NUN ÖLÜMÜNE ÜZÜLDÜM

Karadenizli sanatçı Kazım Koyuncu’nun 33 yaşında kanserden yaşamını yitirmesi 1986’da meydana gelen Çernobil ve dolayısıyla dönemin bakanlarından Cahit Aral’ı yeniden gündeme getirdi. Aradan 19 yıl geçmesine rağmen hala hafızalardan silinmeyen Çernobil’in Karadeniz’de kanser vakalarının artmasına neden olduğu iddiaları geçen hafta TBMM’de de gündeme geldi; TAEK Başkanı Okay Çakıroğlu, “Çernobil kazası sonrası Türkiye’de kimsenin vücudunda radyoaktif kalıntıya ya da genetik bozulmaya rastlanmadı” deyince yeniden tartışmalara neden oldu. Biz de o günlerde yaşananları uzun süredir suskun olan Aral’a sorduk.

GÜNDE 20 BARDAK ÇAY İÇİYORUM HALA SAĞLIKLIYIM 

Çernobil denince o günlerde çekilen ve çay bardağını elinde tuttuğu fotoğrafı akla gelen Cahit Aral hala çay tutkunu. Arada kahvede içerken Çernobil felaketinden sonra özellikle kamuya açık alanlarda çaydan başka bir şey içemez hale gelmiş.

Çayda radyasyon olmadığını kanıtlamak için giriştiği bu faaliyet halen tüm hızıyla sürüyor! Aral, günde 15-20 bardak çay içmeden edemiyor. Hakkındaki suçlamaları hatırlatınca da yine “çay” gerekçesine dayanarak yanıt veriyor:

“Çay içmekten hiç vazgeçmedim. 19 yıldır her gün yaklaşık 20 bardak çay içiyorum. Sağlığım da son derece yerinde. Çünkü 20 yılda içtiğim çaylardan aldığım radyasyon aslında bir kez uçakla Amerika’ya gidip geldiğimizde aldığımız radyasyona eşit.”

78 yaşında bir insan olarak bunca çay içmesine rağmen sağlığının yerinde olmasını başlı başına yeterli bir kanıt olarak görüyor Aral.

Nükleer felaketin piyasada satılan çayı etkilemediğini kanıtlamak için düzenlediği basın toplantısını daha dünmüş gibi hatırlıyor:

“Basın toplantısı öncesinde basınh mensuplarını gönderip piyasadan çeşitli çaylar aldırdım. Önce radyasyon ölçüm cihazı ile onları ölçtük, hiçbirinde radyasyon yoktu. Çaylarda radyasyon olmadığını, televizyonda daha fazla radyasyon olduğunu ölçerek gösterdim. Televizyona yaklaştıkça sinyal sesinin arttığını uzaklaştıkça azaldığını hepberaber tespit ettik.

Bu sırada bir gazeteci çay içip içmediğimi sordu. Ben de içtiğimi ve herkesin içebileceğini söyledim. İşte bütün mesele buradan çıktı.

Hatta basın toplantısı sonrasında Düzen laboratuarının sahibi Prof.Dr.Yahya Laleli aradı.O da piyasadan çay almış, röntgen filmi üzerine döküp tabettirmiş. Bakmış hiçbir nokta yok. Radyasyon olsaydı çayın olduğu yer beyaz çıkardı. Tertemiz çıkmış. Onu söyledi. Herkes endişe edip kendine göre kontrol ediyor tabii ki.”

Çernobil kazası sonrasında Radyasyon Güvenlik Komitesi başkanı olarak elinden geleni yaptığına inanıyor Aral. 19 yıl aradan sonra hala suçlanmasına da mecliste üç kez araştırma önergesi verildiğini hatırlatarak yanıt veriyor.

Karadenizli sanatçı Kazım Koyuncu’nun geçen yıl Trabzon Kanser Hastaları ve yakınları Dayanışma Derneği yöneticileriyle birlikte yaptığı suç duyurusunu soran bir gazeteciye “Ben Meclis’e karşı sorumluyum” yanıtı vermiş. “Sorumlusu ben değilim ama böylesine değerli bir sanatçının ölümünden fevkalade üzüntü duyduğumu ifade etmek istiyorum” diyen Aral, Meclis’te üç kez “aklandığı”nı anlatıyor gururla:

“Önce bakanlığım sırasında muhalefet fındık konusunda meclis soruşturması önergesi verdi. Ben yaptıklarımızı anlattım. O önerge öyle kapandı. Ben 21 Aralık 1987’de Sanayi Bakanlığı’ndan ayrıldım. Beş yıl kadar sonra gazetelerde Karadeniz’de kanser vakalarının arttığına dair haberler çıktı.

RP de muhalefetteydi, hakkımda önerge verilmişti. Meclis Başkanı Cindoruk beni davet etti. 27 dakika konuşmuşum kürsüde. Görüşmeler sırasında Abdullah Gül yanıma gelerek, ‘Bizim arkadaşlar dışarı çıkacaklar, aleyhte oy kullanmayacağız’ dedi. Nitekim soruşturma açılması isteği reddedildi. Yine de araştırma komisyonu kuruldu. Oraya da 13 klasör belge gönderdim.

Erdal İnönü ile daha sonra uçakta karşılaştım. Bilim adamı olarak bana destek vermediğini hatırlattım. Bana ‘Yahu hiç ben senin aleyhine konuştum mu? Kalkıp da seni methedecek değildim ya. Aleyhine konuşmamam sana destektir’ dedi. Ona da bir şey diyemedim.”

Şimdi geriye bakınca Aral’ın en çok sevindiği noktalardan biri, Radyasyon Güvenlik Komitesi’nin bütün belgelerinin sonradan kendisine gönderilmiş olması. Çünkü iddiaların her gündeme geldiğinde bu belgelere dayanarak savunmalar yapıyor. “Allahtan ki komite feshedilince bütün evrakı bana gönderdiler” diyor. Aral, dönemin faaliyetleri hala tartışılan TAEK Başkanı Prof.Dr.Yüksel Özemre’ye “şükran borçlu olduğunu” söylemeden geçemiyor:

“Sayın Özemre, fevkalade ciddiyetle görev yapmıştır. Kemali ciddiyetle bütün personeli çok iyi menanje ederek faaliyetleri yürüttü. Bütün TAEK personeline şükran borçluyum. Bütün elemanlarıyla gayet güzel bir hizmet yaptılar. Onlar hata yapsaydı o benim hatam olacaktı.”

Aral, Çernobil felaketini sorumlu mevkide yaşamış bir insan olarak Türkiye’nin nükleer santral yapması gerektiğine inanıyor. Hatta Türkiye’nin bu konuda geç kaldığına da inanıyor:

“Daha da geç kalmamak için yapmamız gerekli. Elbetteki Çernobil’deki santral tipini alırsan tehlikeli. Ama artık çok daha emniyetli, çok daha modern, insan sağlığına önem veren bir santral yapılabilir. Türkiye de atom santrali kurdurmamakla nükleer fizik yönünde Türkiye’nin gelişmesi engelleniyor..”

Aral, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin yürüttüğü deprem tahmin projesinin süper vizörü olarak bilgi ve deneyimlerini kullanmaya devam ediyor…

 

 

KUTU/ ARAL AÇIKLADI:  ÇERNOBİL SONRASINDA İLK ÖLÇÜMLER İÇİN ORDUDAN YARDIM ALDIK

 

Çernobil patlaması 26 Nisan 1986’da oldu. Derken 27 Mayıs’ta bana Turgut Özal’dan kurye ile üstünde de kişiye özel ve gizli bir zarf geldi. Bir de baktım ki, Başbakanlık geçici olarak bir Radyasyon Güvenlik Komitesi kurulmasına karar vermiş, başkanlığına da ben getirilmişim. Komitede üniversiteler, bakanlık, Genelkurmay’dan ARGE Başkanı var. Bütün hocaları da yazıyor. 30 küsur kişiden ibaret bir liste. Meğer Dışişleri Bakanlığı’nın bu olay üzerine Avrupa devletlerinde birer komite kurulduğunu ifade eden bir yazı göndermesi üzerine bu komite kurulmuş.

Yazıyı alır almaz şaşırdım. Hemen Turgut beye telefon açtım. ‘Sayın başbakanım bana bir mektup geldi, adresi yanlış’ dedim. ‘Ne mektubu’ dedi. ‘Efendim Radyasyon Güvenlik Komitesi kurulmuş beni başkan yapmışsınız, Atom Enerjisi Kurumu bana değil size bağlı. Ben Sağlık Bakanı da değilim’ dedim. Turgut Bey, “Sağlık Bakanı bu konuda ihtisası olmadığını söyledi. Ben de tetkik ettim. Atom fiziğini iki kişi biliyor. Birisi sen, diğeri İnönü. Kalkıp muhalefet liderini görevlendirecek değildim ya” dedi. Telefon öyle kapandı, ihale bende kalmış oldu.

Ben de iki gün sonra derhal komiteyi toplantıya çağırdım. TAEK bize bir brifing sunup, o güne kadarki çalışmalarını anlattı. Edirne’de Küçükkadınca yaylalarında radyasyonun mevcudiyetini tespit ettiklerini, Edirne Valisi ile o bölgeyi enterne etmeye, bütün hayvanları toplamaya, sütlerinin tamamen dökülmesine karar verdiklerini açıkladı. Yaygın olarak Trakya’da radyasyon tespit etmişler.

Ben radyasyon ölçüm cihazlarını sordum. ‘İTÜ’de bir tane sabit var, Halkalı ve Ankara’da birer tane var. Bir seyyar ekibimiz var, başka yok’ dendi. İthal edilmesi gerektiğini duyunca başımdan aşağı kaynar sular döküldü.

ARGE Başkanı Tümgeneral Fuat paşa, ordunun bütün birliklerinde radyasyon ölçme cihazları olduğunu günde iki defa ölçüm yapabileceklerini söyledi. Bu beni mutlu etti. Hemen karar aldık, ordudan dünya kadar bilgi gelmeye başladı. Bir de baktık ki, Gaziantep’te radyasyon var. Şaşırdık kaldık. Hemen oraya bir seyyar ekip gönderildi. Meğer Mazıdağı’nda fosfat kayaları varmış, radyasyon oradan yayılıyormuş. Daha sonra Kütahya havalisinde de benzer bir olay oldu, orada da toryum madeni bulundu.

Bu arada biz ithal ve ihraç edilecek bütün gıdalara radyasyon kontrol belgesi verilmesini zorunlu tuttuk. Bundan para gelmeye başladı. Biz de o parayla cihaz ithal etmeye başladık. 60-70 kişiyi cihazlarla donatmak mümkün oldu böylece.

Karadeniz’de karalahana yiyorlar. Eğer karalahanada radyasyon varsa onu önlememiz lazım diye seyyar ekipleri Karadeniz sahillerine gönderdik. Bir de baktık ki karalahanada birşey yok, fındık ve çayda var.

Fındıkta da hasat zamanı geliyordu. Adapazarı havalisinde de var ama asıl Fatsa’nın doğusunda yüksek görünüyordu. Batıda radyasyon daha azdı. Fatsa’nın doğusu için bütün fındıkların Fiskobirlik tarafından alınması emrini verdim. Tüccarlar, Ordu, Samsun, Trabzon, Rize milletvekilleriyle bakanlığa gelip bağırıp çağırdılar. Zor ikna ettim.

AB’nin fındık için kararı, 670 bekereldi, Dünya Sağlık Örgütü kilogramda 2000 bekereli kabul ediyordu. 2 bin bekerelin üzerinde 24 ton civarında çıktı. Onları imha etmemiz gerekiyordu. Asıl problemli olan 670 ile 2 bin bekerelin arasında olan 17 bin ton fındıktı. Ne yapacağımızı düşünürken Ruslar bu fındığa talip oldu.

Yüz kiloda 20 dolar iskonto yapılmasını kabul ettim, adamlar kendi uzmanlarıyla gelip kontrol ederek aldılar. Vay efendim ben Ruslar’ı kazıklamışım! Halbuki onlar bilerek aldılar, radyasyon oranı da Dünya Sağlık Örgütü rakamlarının altında.

O sırada muhalefet fındıktan  dolayı benim hakkımda meclis soruşturması önergesi verdi. O sırada ben yapılanları anlatırken çayı söyledim. Çayı da ilk ben TBMM’de deklare etmiş oldum. Kimse bulmuş değil.

O yıl piyasaya sunduğumuz çay bir önceki senenin çaylarıydı. Radyasyon yoktu. Ama yeni mahsül 58  bin 500 ton çay radyasyonluydu, piyasaya vermemem gerekiyordu. Felaket! İmha da edemiyorum. TAEK’ten arkadaşlar depolanması gerektiğini söylediler. Tam 44 depoya 58 bin 500 ton çay stok edildi. Telörgülerle çevrildi, tahta bantlar kondu. Oraya girişler yasaklandı.

Daha sonra ODTÜ ile TAEK arasında muazzam bir mücadele başladı. Sıfır olması gerekli vs. diye tartışma çıktı. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyoloji Bölümü Başkanını hakem tayin ederek İstanbul’a gönderdim. ODTÜ ve TAEK uzmanlarını yanyana geldiler. Sabaha kadar görüştüler, kavga etmişler. ‘Anlaşamadık’ diye zabıt tutup geldiler.

Komite toplandı, hamile kadınlar ve bir yaşına kadar çocuklara verilebilecek çayda radyasyon limitini tespit etmelerini istedim. Onların aldığı kararı Viyana Atom Enerji Ajansı’na gönderdim. Gönderdikleri bültende bir de baktık ki bizim kabul ettiğimiz limitleri kendileri de limit olarak ilan ediyorlar.

Dünya Atom Enerji Ajansının onayladığı ve hamile kadınlar ve bir yaşına kadar çocuklar için geçerli radyasyon sınırı çay piyasaya verildi. İmhasına karar verdiğimiz 58 bin 500 ton çayın bugünkü piyasa değeri 585 trilyon Türk lirasıdır. Buna karar veren heyet gerekseydi hepsinin imhasına karar verirdi.

Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin Çerhobil’den sonra kurduğu radyasyon Onkoloji Konseyi yıllardır Karadeniz’de kanser araştırmaları yapıyor. Geçen sene resmi bir açıklama yapmıştı. O konsey hala çalışmaya devam ediyor. Lütfen Onkoloji Konseyi’nden raporu isteyin. O raporu okumadan hiç kimsenin beni ve TAEK’i itham etmesi asla doğru olmaz.

– Bu biraz Kemal Derviş’in seslendirmeye çalıştığı sosyal liberal sentezi de çağrıştıran birşey. Ama sanıyorum bizim yaklaşımımız daha nitelikli ve sorunu daha konuyu odağından yakalayan bir çözüm.

Faruk Bildirici ( 3 Temmuz 2005/ Hürriyet Pazar)

03 Kasım 2006, Cuma - cernobil kazasi

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir