Bizim oralarda eskiden kandil günleri helva yapıp komşulara dağıtmak adettendi. Yanılmıyorsam özellikle ilk kandil olan Mevlid Kandili’nde mutlaka helva yapılır ve komşulara dağıtılırdı. Şehir merkezlerinde bilinen ismi her ne kadar “Kandil Helvası”, “İrmik Helvası” veya “Un Helvası” ise de, bizim yörede bu helvanın bilinen adı “Öküz Helvası”dır. Unun, ocakta yağla birlikte hafifçe kavrulup, üzerine şeker şerbeti ilavesiyle yapılan basit bir tatlıdır Öküz Helvası.
Henüz çocuk yaşlarda sayılırdım. Yine böyle bir kandil günü akşamı anam; “Bugün falanca bize helva getirmişti. Kabul etmedim, geri çevirdim. Hem bize düşmanlık ediyorlar, hem de helva getiriyorlar, başlarından kalsın onların helvası melvası…” deyince babam çok kızdı. Ağzına geleni söyledi anama. “Gelen helva geri çevrilir mi? Yemezsen yine yeme. Hiç olmazsa al, köpeğe ver!”. Anamın tavrı tamamen duygusaldı ve elbette yanlıştı. Belki babamın “Al köpeğe ver!” şeklindeki görüşü de kabul edilebilir bir şey değildi ama en azından anamın tavrından çok daha akıllı ve mantıklı idi. Çünkü babam biliyordu ki; o bir tabak helva, belki de komşumuzla barışmamıza ve aileler arasındaki buzların erimesine sebep olacaktı.
Van Depremi sonunda hükümetin, depremzedelere yardım yapma talebinde bulunan yabancı ülkelere karşı takınmış olduğu tavrı görünce, her nedense yıllar önce köyde şahit olduğum bu olay geldi aklıma. Oysa deprem ve kıtlık gibi büyük tabi afetler ve savaş ve ekonomik krizler gibi büyük toplumsal sorunlar, sadece bir milletin ve bir devletin sorumluluğuna bırakılamayacak kadar önemli afet ve sorunlardır. Eğer Türkiye, Suriye, Mısır, Libya, Tunus ya da İsrail ve Ermenistan gibi yabancı ülkelerde meydana gelen ya da bu ülkelerin bir şekilde sebep oldukları olaylara kayıtsız kalamayıp, bu hususta görüş bildiriyorsa ve müdahil oluyorsa, bu takdirde o yabancı ülkelerin, Türkiye’de meydana gelen veya Türkiye’nin sebep olduğu olaylara müdahil olmalarına da rıza göstermek zorundadır. Bu vesileyle Türkiye’nin, yabancı ülkelerin, Van’da veya ülkenin başka bir yerinde yaşanan depremde zarar gören halka yardım yapmalarına engel olma hakkı ve yetkisi yoktur. Çünkü bahse konu olaylar, bütün insanlığı ilgilendiren, insanlığın topyekun sınavdan geçirildiği olaylardır. Üstelik küreselleşme denilen şey, işte bu gibi durumlarda bir anlam kazanmaktadır.
İnsanlık ne güzel bir anlayış noktasına ve medeniyet seviyesine ulaşmıştır ki; Van Depremi sonunda Türkiye’ye yardım yapma konusunda teklifte bulunan ilk grup ülkeler arasında İsrail ve Ermenistan gibi sorunlar yaşadığımız iki ülke de bulunuyor. Şimdi bu iki ülkeye düşman gözüyle bakılarak, bu ülkelerin yardım teklifleri geri çevrilebilir mi? Esasen Türkiye gibi büyük bir ülkenin, bu iki küçük ülkeyi düşman ilan edip, onlardan gelen tekliflere önyargılı yaklaşması bile abesle iştigaldir. Yani, “İsrail, Türkiye’ye muhtaçtır ve bozulan ilişkileri düzeltmek için böyle bir teklifte bulunuyor. Ermenistan, kuşatılmışlıktan kurtulmak ve sınır kapısını açtırmak için böyle davranıyor” şeklinde düşünmek tam da saçmalığın dik alasıdır. Böyle bir mantık sakattır, çürüktür ve hastadır.
The Times isimli ecnebi gazetesinde çıkan “Türkiye, deprem için yardımı kabul etmeli” başlıklı haber yorumda gerçekten de ciddiye alınması gereken iddialar mevcut. Yorumda, özetle “Türkiye’nin, bazı ülkelerden gelen yardımları kabul etmediği, bu konuda kuru kuruya gurur yaptığı, oysa Yunan-Türk ilişkilerinde bugün yaşanan bahar havasının temelinin bile 1999 yılında Türkiye ve Yunanistan’da yaşanan depremler sırasında atıldığı…” anlatılmaktadır(1).
The Times’teki bahse konu haber yorumdaki bu tür görüş ve yorumlara büyük ölçüde katılıyorum. The Times’in iddialarını abartılı bulabilirsiniz. Ancak Dış İşleri Bakanı Ahmet Davudoğlu’nun şu açıklamaları, gazetenin bu türlü iddialarını doğrular niteliktedir:
“Doğrusu, bu doğru bir ifade değil ve şaşırdım. Çünkü bütün bu talepler Bakanlığımıza geldi ve bazı liderler Cumhurbaşkanı ve Başbakanımızı aradı, bazı liderler ise beni aradılar ve şu ana kadar biz kimseye ’yardımınızı reddediyoruz’ demedik. Hiç kimseye de kapımızı kapatmadık. Aksine bütün bu yardımlar için dün gece Sayın Başbakanımız, Van’dan bütün bu ülkelere teşekkür etti. 20’yi aşkın ülkeden yardım teklifi geldi ve hepsine biz teşekkür ettik, kapıyı kapatmamız da söz konusu değil. İhtiyaç olan hususlarda tabi ki dost ülkelerden, bize bu anlamda açık olan bütün ülkelerden de yardım alma konusunda herhangi bir çekincemiz yok…”(2).
Sayın Davudoğlu’nun bu sözlerinden ve gazetedeki haber yorumdan da anlaşıyor ki; hükümet dış ülkelerden gelen yardım tekliflerini kendi arasında sınıflandırmış. Ermenistan ve İsrail gibi ülkelere nezaket gereği sadece teşekkür edilip, teklifleri geri çevrilirken, bazılarının teklifi teşekkürle birlikte beklemeye alınmış, Azerbaycan ve İran gibi bazı ülkelerin yardım teklifleri ise derhal kabul edilmiş.
Dedim ya; The Times’teki yoruma büyük ölçüde katılıyorum. Somali’ye yardım diyerek iliklerimizi kurutan, fitrelerimize, zekâtlarımıza hatta iftarlarımıza ipotek koyan ve bu konuda Somali halkının gururunun kırılıp kırılmadığını hiç düşünmeyen devlet yetkililerimizin, şimdi kendilerine gurur yapıp, yardım tekliflerini kabul etmemesini asla doğru bulmuyorum. Hele hele İsrail ve Ermenistan gibi aramızda sorunlar olan ülkelerin yardım tekliflerinin geri çevrilmesini asla doğru bulmuyorum. Van’daki depremzedeler, çadır için, katalitik soba için ve yardım kolileri için birbirleriyle adeta harp ederken ve arama kurtarma ekiplerin yavaş çalışmalarından şikâyet edip onları taş yağmuruna tutarken, yabancı ülkelerden gelen yardım tekliflerini geri çevirmek, hangi mantıkla izah edilebilir?
Dış İşleri Bakanı Davudoğlu’nun “Dost ülkelerden yardım alma gibi bir çekincemiz yok” şeklindeki sözleri de son derece yanlıştır. Yanlıştan da öte saçmalıktır. O zaman yardım tekliflerini geri çevirdiğiniz ülkeler Türkiye’nin açık düşmanlarıdır, öyle mi? Ne sakat bir mantıktır bu? Bugün Yunanistan ile olan iyi ilişkilerimizin temelinin 1999’daki Marmara Depremi ile atıldığını unutmayalım. O gün Yunanistan’dan gelen yardımlar, milletimizin kalbini ısıtmış ve bizi Yunan halkına yaklaştırmıştır. Aynı şekilde, Yunanistan’da meydana gelen depremde ülkemizin ve halkımızın takınmış olduğu tavır da onları bize yaklaştırmıştır. Deprem sonrası İzmit’e gelerek Erkan Bebeği kucağına alan ABD Başkanı Bill Clinton’u ailemizden birisi olarak bağrımıza bastığımız yalan mı? Peki, Clinton’un burnunu sıkan Erkan Bebek’in yerinde olmayı hangi birimiz istemezdik?
Sayın Davudoğlu, sıradan bir vatandaş olarak açıkça görüyorum ki; Türk dış politikasında uzunca bir zamandır akıl ve mantık yerine duygular egemendir. Oysa dış ilişkilerde duygulara asla yer yoktur. Bu bakımdan diplomasi, duygu sanatı değil, akıl ve mantık sanatıdır. Okey ve piştiye değil, daha çok satranca benzer. Mutlaka birkaç hamle ötesini düşünmek ve görmek zorundasınız. Diplomaside “Stratejik Derinlik” bunu gerektirmektedir. Şüphesiz siz, bunu, benden daha iyi bilirsiniz…
25 Ekim 2011
Ömer Sağlam
___________
1-http://gundem.milliyet.com.tr/the-times-turkiye-deprem-icin-yardimi-kabul-etmeli/gundem/gundemdetay/25.10.2011/1454961/default.htm,
2-Aynı haber.
Yazıları posta kutunda oku