100.000 AB PASAPORTU (2)
Hüseyin MÜMTAZ
KKTC Dışişleri Bakanı Hüseyin Özgürgün’ün geçen hafta
TBMM Dışişleri Komisyonunda dile getirdiği; Rum Yönetimi’nin AB’ye üye
olmasından kaynaklanan avantajları kullanarak Türk gençlerini Rum vatandaşı
olmaya çektiğini ifade ederken, “Rum
kesimi özellikle gençlerimizi, Kıbrıslı Türkleri AB pasaportu ile kandırıyor.
100 bine yakın Kıbrıs’lı Türk, Rum pasaportu almış durumda. Büyük çoğunluğunu
gençler oluşturuyor. Öğrenci ve işsiz olan gençler Avrupa’ya okumaya veya iş
bulmaya gidiyor. KKTC pasaportuyla vize gibi bir sürü engelle karşılaşmamak
için Rum pasaportuna yöneliyorlar” açıklamasını konu etmiştik.
Türk kamuoyu net olarak 1995’den bu yana “AB
Türkiye’yi alacak ama Kıbrıs engel” bahanesiyle, Kıbrıs Türk halkı da AB havucu
ile uyutuluyor(du).
“Uyutuluyordu” ama 30 Haziran 2010’dan beri artık
mızrak çuvala sığmıyor. O tarihten bu yana tek bir yeni fasıl müzakereye
açılmış değil. Zaten 33 müzakere başlığından yalnız 13’ü açılmıştı. Bunlardan
sadece 1’i geçici olarak kapatıldı 18 fasıl ise bloke durumda.
Fasıllar üzerinde görüşmeler devam etmiyorsa müzakere
süreci de devam etmiyor demektir.
Demek ki AB, Türkiye’yi “almayacak”. Bu gerçek Türk
kamuoyu tarafından da, fakat daha önemlisi yetkililer tarafından da anlaşıldı ki
onlar da artık, “Canım aslında AB’ye ihtiyacımız yok. Aslında onlar bize
muhtaç” demeye başladılar.
Yâni KIBRIS artık AB için bir “bahane” değil.
O halde Kıbrıs konusunda bir “düzeltme tanzimine”
ihtiyaç var.
Ama Özgürgün’ün açıklamalarından hareketle asıl
“düzeltme tanziminin” KKTC’de yapılması gerektiğini düşünüyoruz.
Neydi bize dayatılan “âcil” plân?
1 Temmuz 2012’ye kadar (Rum kesiminin AB dönem
başkanlığını üstleneceği tarih) “Anlaşma-Çözüm-Birleşme”.
Yâni nihai hedef “Birleşme” mi idi?
100.000 AB pasaportu açıklamasından sonra
“Birleşme”nin toplum bazında gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
Özgürgün 400.000 nüfustan bahsediyor, bunun 100.000’i
AB pasaportu aldı diyor.
Kaba bir hesapla KKTC’de 250.000 Kıbrıs Türkü, 150.000
de (Kolordu, asker aileleri, üniversite öğrencileri ve 74 ertesi göçmenleri
dahil) “yerleşik” yaşamaktadır..
Bu 150.000 eşit olarak üçe bölünür.
a)Kolordu ve asker
aileleri; b)Üniversite öğrencileri ile 74 sonrası göçmenleri ve c)…
c)Yüzer-gezer,
kayıtsız, ne idüğü belirsiz, yatacak yeri olmayan “ucuz ve fuzuli işgücü”..
Problem bu son 50.000’dedir.
Girne-Lefkoşa-Magosa ve Güzelyurt’ta “getto”lar
teşekkül etmiştir. Arabayla yahut arabasız bu kentlerin belli mahallelerinde
belli bir saatten sonra salimen dolaşmak/geçmek mümkün değildir.
Saydığım şehirlerin, şöyle güzel bir havada çoluk
çocuk yürüyebileceğiniz ancak birer caddesi kalmıştır.
“Sokak” bu getto sâkinlerinin hükümranlığındadır.
Bunlar Türkiye’nin herhangi bir ilinden, Türkiye’nin
herhangi bir iline gider gibi sadece nüfus kâğıdı ile Kıbrıs’a gelebilmekte,
“kimsenin çalışmadığı işlerde” boğaz tokluğuna çalışmaktadırlar.
Aynı “ne idüğü belirsiz” Rumlar da sadece “kimlik”
göstererek “kuzey”e geçebilmektedir.
Lefkoşa Sur içi 74’de nostaljik bir “Eski şehir” yahut
“İçeri şehir” idi.
Şimdi ise bir Rum eski bakanla “buluşulan” “malûm
getto” olmuştur.
Bu nüfus olgusunu ve bölümlenmesini bir kenara yazın.
İkinci olarak da Nisan 2003’de “kapıların açılması”nı
yazın, altını da kalın fosforlu kalemle çizin.
Kırmızı olsun kalem.
Nisan 2003’de “bir gece ansızın” açılıveren Kapı
olayı, 74’den tam 29 yıl sonraki “Yeni Harekât”tır.
Tersine Harekât’tır, 74’ün bütün kazanımlarını sıfırla
çarpan, dolayısı ile sadece Rum’a yarayan bir “kaybediş”tir, kesin sonuçlu bir
“mağlubiyet”dir.
Bakın Kıbrıs Rum Hükümet Sözcüsü Stefanos Stefanu 6
Nisan 2008 günü Fileleftheros ve Alithia gazetelerine verdiği demeçte ne demiş;
“Ateşkes
hattında yer alan sınır kapılarının açılması bugünkü Rum hükümetinin politikasıdır.
Kıbrıs sorunu sadece güven artırıcı önlemlerle çözülemez ve güven artırıcı
önlemler yapıcı bir ortam içerisinde özlü konulara da katkıda bulunmadır.
Lokmacı Kapısı’nın açılması böyle bir ortam oluşturmaktadır”.
Aynı demeçte “burada
kalmayacaklarını, başka güven artırıcı önlemlerle ilerleyeceklerini ve çözüm
çabalarına devam edeceklerini” de söyleyen Stefanu, ilk aşamada “Lefkoşa surlar içinin dekonfrantasyonu ve
Pirgo-Limnidi (Yeşilırmak) öncelikli olmak üzere, diğer barikatların açılmasını”
da amaçladıklarını belirtmiş..
Demek 2008’den 2011’e kadar geçen üç yılda “Lefkoşa surlar içinin dekonfrantasyonu/dönüşümü”
“yukarıda görüldüğü gibi” tamamlanmıştır.
Bilindiği gibi Pirgo kapısı da açılmıştı..
“Rum hükümetinin politikası olan” kapıların açılması
neye ve kime yaramıştır?
Defalarca yazdık, istatistikler, karşılıklı giriş
çıkışlar, orada ve burada yapılan harcamaların tutarı hep KKTC’nin aleyhinedir.
Meraklısı eski yazılarımızdan arayıp bulabilir.
Demek ki kapılar ekonomik olarak Rum’a yaramıştır.
Kapılar siyaseten de Rum’a yaramıştır. 100.000 Türk’ün Rum pasaportu almış olması
“devlet”inin “kuzeydeki bir kısım halk” tarafından da tanındığının belgesidir.
Bu sabah ajanslara düşen bir haber, Rumların artık
güneye geçişlerde KKTC kimliği değil, Rum kimliğini kabul edeceğini söylüyordu.
Özersay hemen “karşıdaki muhatabı” ile görüşerek
“süreci baltalayacak bu girişimin ertelenmesini” sağlamış.
Özersay hükümet midir? “Hükümet üstü”, “Özel görevli
hariciye Vekili” midir? Kapıların açılıp-kapanması/karşılıklı geçişler
kendisinin sorumluluğunda mıdır?
Dün de “Toros” tatbikatının, “süreci bozmaması”
açısından ertelendiği açıklanmıştı..
İyi de Afrodit’leri ve Venüsleri piyasaya sürerek;
“Niki”yi “dekonfrantasyonu tamamlanmış Suriçi’ne” yollayarak ortamı
gerginleştiren/tansiyonu arttıran zaten Rum tarafı değil miydi?
Özgürgün “Rum tarafı Rum pasaportlu AB havucu
gençlerimizi kandırıyor” diyor, Özersay “Kapıları ne olur kapatmayın” diyor..
Aynı anda iki doğru olamaz. Bu tavırlardan biri
yanlıştır.
KKTC devletse ve kapılar Rumlar istedi diye açıldıysa
neden “Kuzeye artık pasaportsuz geçilmeyecek” açıklaması yapılmıyor?
Kapılar açıldığından beri “Madem açtınız, bari
pasaporta KKTC mührü vurun” demiyor muyuz?
Kuzeyden elektrik alırken Rum yönetimi, kuzeyin
elektriğinin Rum kimlikli olduğunu mu düşünüyordu?
Şimdiye kadar, AB müktesebatına göre “Kıbrıs
Cumhuriyeti” “bütünüyle” AB’ye girmiş olmasına rağmen, “kuzey”inde “yasal hükümetin”
hükümran olamadığı “bir bölge-KKTC” fotoğrafı mevcuttu.
Yâni devlet var, fakat bir bölgesinde sözünü
geçiremiyor, hukukunu uygulayamıyor ama “vatandaşları” orada yaşamaya devam
ediyordu. Maaşlarını “devletten” alıyor, alışverişini güneyde yapıyor, okumaya-çalışmaya
güneye gidiyor, sağlık sisteminden yararlanmak için güneye gidiyor, ada dışı
uçuşlarda güneyin havaalanlarını kullanıyor fakat akşam olunca kuzeye dönüp
orada yatıyor/yaşıyor.
Rum tarafının kapılarla ilgili son tasarrufu bu
fotoğrafı “güncellemeye” yöneliktir.
“Madem belli bir sayıya ulaşılıp 100.000
pasaport/kimlik alınmıştır; yâni artık güneydeki devlet, kuzeydeki yeterli
sayıdaki halk tarafından tanınmıştır” diyor Rum tarafı; “Bu kıprıslılar bana
yeter, ben devletsem artık beni tanıyan gelecek”..
Zaten “görüşmeler”in sonucunda da Rum Cumhuriyeti’ne
vatandaş olarak kabul edeceği sayı bu 100.000’in biraz fazlasıdır.
Myanmar’dan bile AB’ye kapağı atmak için Türkiye’ye
mülteci gelmektedir ama Türkiye’nin “Türkiyelileri” de AB’ye kapağı atmak için
KKTC’ye doluşmaktadır.
Bir şekilde KKTC vatandaşlığını elde edebilirlerse,
(adanın kuzeyi de AB müktesebatına göre AB toprağı olduğuna göre) anlaşma
sonunda AB vatandaşı olabileceklerdir.
Tekrar başa dönelim..
Ne demiştik KKTC’deki nüfusun “ayrıntısı” üzerine?
“Kaba
bir hesapla KKTC’de 250.000 Kıbrıs Türkü, 150.000 de (Kolordu, asker aileleri,
üniversite öğrencileri ve 74 ertesi göçmenleri dahil) –yerleşik- yaşamaktadır”..
Problemin bundan sonra alacağı şekil üzerinde, düşüncesi/tercihi/tavrı
kilit önemde olan grup ilk 250.000 kişilik kısımdır.
100.000’i kafadan Rum pasaportu almış olan bu 250.000
kişinin 74 sonrası göçmen olarak kuzeye gelen bölümüne önce şu soru iki sorulmalı
ve cevap alınmalıdır;
1. Güneyde “kâşanede”
oturanlar parmak kaldırsın.
2. Güneyde “viranede”
oturanlar parmak kaldırsın.
Bu sorunun cevabını almadan, sık sık güneye geçip
oranın “avantajlarından” faydalandıktan sonra gece gelip ille de kuzeyde
yatmalarının arkasındaki güdüyü doğru olarak çözümleyemezsiniz.
Madem güney o kadar iyi orada yatıp kalsalar, oraya
yerleşseler ya!
Hayır güneyden istifade edecek ama kuzeyde “yaşayacak”.
Neden?
Çok basit.. 74 öncesi güneyde “kâşane”de yaşayanlar
iki elin parmakları kadardı. Ama 74’ün getirilerinden nemalanarak kuzeyde “kâşane”
edinenlerin hesabı hesap makinesinin ekranına sığmaz.
Bu 100.000 “gumbaro”, vatandaşı oldukları Rum
Cumhuriyetinde bıraktıkları “viranelerinde” “yaşamayı” neden düşünmüyorlar
sizce acaba?
İşte o zaman “pasaportla geçiş” yahut “kapıları
kapatmak” KKTC’nin lehinedir. KKTC “devlet” olarak muamele görmek istiyorsa önce
kendisi “devlet” gibi davranmalı, kapılarına sahip çıkmalıdır.
O takdirde ben “bile” Türkiye Cumhuriyeti pasaportumu
Ercan’da şerefle kullanmaya râzıyım.
Devlet, bireylere “kimliğini taşıdığı yerde yaşamak”
yahut “yaşadığı yerin kimliğini taşımak” mecburiyetini getirmelidir.
KKTC “apartotel” veya “butikotel” midir?
“Devlet olmak” yahut “olmaya çalışmak” pazarlık
masasında da eli kuvvetlendiren bir faktördür.
Ankara da bu saatten sonra; madem AB rüyası artık bir “olmayacak
dua” halini almıştır; Kıbrıs meselesinde çözüm faktörü/parametresi olarak AB gözlüğünü
kullanmaktan vaz geçmelidir.
19 Ekim 2011
57’NCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
Bir yanıt yazın