Son dönemler de Oryentalistler, “Muhammed diye bir kişinin yaşamış olmasından süphe duyulmalı. Şayet böyle biri yaşamış olsaydı, ilk dönem kaynaklarında adı geçmesi gerekirdi” diyerek, Müslümanların kafasını karıştırmak istemektedirler.
Ne hikmetse, Hz. Muhammed’in tarihi kişiliğinden şüphe duyan bu insanlar, ne Hz. İsa (Hrıstiyanlar) ne de Hz. Musa (Museviler) hakkında şüphe duymamaktadırlar.
Oysa Hz. İsa ile çağdaş oldukları halde ondan tek kelime ile bahsetmeyen Romalı tarihçilerin isimlerini yazmak, herhalde aydınlatıcı olacaktır okuyucu için.
Apion (M.Ö. 20-M.S.48), Seneca (M.S.3-65), Petronius (M:S.66), Büyük Pliny (M.S. 23-97), Juvenal (M.S.60-138?), Martial(M.S.40-104), Quintilian (M.S. 40-118) ve Epictetus (M.S. 40-120).
Meshur Yahudi tarihi yazarı olan İskenderiyeli Philo (M.Ö.20-M.S.60) ile Josephus’da (M.S. 37-100), eserlerinde Hrıstiyanlıktan hiç bahsetmemişlerdir.
Ben Oryentalistlerin yaptığı gibi tek taraflı konuşmayı sevmediğimden, “doğruya doğru konuşmak gerek” diyerek şunları da dile getirilmesinin gerektiğini düşünüyorum.
Genç Pliny (M.S.61-105) ve Tacitus (M.S. 55-120) , Hrıstiyan toplumun varlığından bahseder, ancak Hz. İsa’nın varlığından bahs etmezler.
Diğer taraftan bakıldığında, en eski İncil kabul edilen Markos İncil’ini tarihi kaynak kabul etsek, İsa’dan 70 yıl sonra yazılmasından dolayı şüphe uyandırması gerektirmez mi. Ama ne hikmetse onlar Muhammed ile uğraşmayı seviyor, ancak kendi tarihlerinden şüphe duymayı pek sevmiyorlar.
Neyse…, konumuz Hrıstiyanlık olmadığı için, bu konuyu burada kapatalım.
Provokasyondur
Hz. Muhammed’in yaşadığı dönemde kaynak sunabilecek ülkelerin sayısı, düşünüldüğün aksine, pekte fazla değildir ve bu İmparatorlukların İslamiyet ile tanışması çok geç zamanlara denk gelmektedir. Misal, Cermen boyutundan olan Franklar, Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasında büyük rol oynamıştır. 6. Yüzyılda Güney Galya’dan (bu tarihten sonra Fransıya yani Fransa olarak anılır) Vizigotlar’ı kovarak hakimiyetlerini pekiştirmişler ama Müslümanlar ile bu dönemde pek bir ilişkileri olmamıştır. Diğer taraftan, İtalya’da Lombard krallığı karşımıza çıkıyor. İslamın yayılışı sırasında Lombardlar sınırlarını Roma’ya kadar büyütmüş ancak Abbasilerin döneminde Müslümanlar ile tanışa bilmişlerdir. Dolayısı ile Lombard’ların kaynakları geç döneme ait olduğu için, dikkate alınmamıştır bu yazıda. Aynısı Çin Imparatorluğun Tang Hanedanı içinde geçerli olsa gerek. Li Schimin (18 Haziran 618 – 4 Haziran 907, İmparator Taizong olarak bilinir), Sui hanedanı’nı devirerek, Tang hanedanı’nı kurmuş ancak Müslümanlar ile ileri ki zamanlarda ilgilenmiştir.
Hz. Muhammed’in adı geçebileceği kaynaklar, ancak Bizans: (Latince: İmperium Romanum), Sasani İmparatorluğu, Mısır’da yaşayan Kıptiler, Ermenistan ve Aşağı Tuna üzerinde ki Hazar İmparatorluğu’ndan elimize gecebilir. Unutulmaması gereken bir ayrı husus ise, Hz. Muhammed’in Peygamberlikle şereflenmesi 610 yılına denk geldiği, 622’de Hicret ettigi, 630 yılında Mekke’yi feth ettiği ve iki yıl sonra (632) gözlerini ebedi kapadiığıdır. Hz. Muhammed’in yaşadığı dönemdeki çatışmaları, komşu ülkeleri, kabile arası çatışmalar olarak algıladığı için pekte ilgilenmemişlerdir. Zaten İslam’dan önce, kabileler arası çatışmalar yaygın idi. Hz. Muhammed’in Medine’ye çağrılmasındaki nedenlerden en önemlisi, kabileler arasında barışı sağlamasını arzulamarı idi. Ayrıca, İnternet, Televizyon, Gazete, Telefon, Faks, E-Mail v.b şeylerin bulunmadığını da düşünürseniz, Bizans gibi ülkelerin geç haber alması gayet doğal gelecektir sizlere de. İslamiyetin yayılışı, ancak Muhammed’in ölümünden sonraki zamana denk geldiği için, Bizans ve diğer komşu ülkeler o tarihten sonra ki metinlerde Muhammed adından söz etmişlerdir. Buna rağmen kaynakların çok erken tarihe denk gelmesi ve o dönemin kaynaklarında Hz. Muhammed’in adı geçmesi, onun tarihsel bir kişi olduğuna en büyük ispat olsa gerek. İslam uzmanı olan ve aynı zaman, “Corpus Coranicum” projesinde çalışan sayın Angelika Neuwirth bu durumu şöyle ifade ediyor:
– Ne yazık ki Sayın Kalisch, Muhammed’in tarihsel kişiliği hakkındaki şüphelerini ortalığa yaydı. Oysa bu tür şüphelerini ,iyi bir Tarih çalışarak, yok edebilirdi…. Şüphelerini, ikna edici herhangi bir kaynağı sunmadan ve bu tezine herhangi bir karşı görüş kabul etmeden yayması sadece Provokasyondur.
İslam uzmanı ve “Corpus Coranicum”da yer alan Michael Marx, “Der Spiegel” dergisinde verdiği röportajda, bu tür tezleri öne sürenlerin, kaynak çalışmaları güçlü olmadığını şu sözlerle ifade etti:
– …Ancak anlaşıldığı kadarıyla Kalisch’in de içinde bulunduğu bir grup akademisyen, Profesör Karl-Heinz Ohlig’in tezlerini desteklemeye karar vermiş. Ohlig bu tezlerinin üç sene önce Karanlık Başlangıçlar (Die dunklen Anfänge) adlı kitabında yayınlamıştı. Burada, Kur’an’ın Hıristiyanlara ait bir metnin olduğunu ve Hz. Muhammed’in yaşamamış olabileceğini savunuyor. … Ohlig’in Peygamberin yaşamadığı tezini savunulamaz hale getirecek ortada çok miktarda kanıt var. 14. Yüzyılda Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında yapılan polemiklerde bu konunun gündeme geldiğini görmüyoruz. Hatta ilk dönem Süryani ve Arami kaynaklarında Peygamberin yaşadığı hakkında birçok kanıt var.
‘Der Spiegel’ dergisinin,”Siz, Ohlig’in ve takipçilerinin hem demagog hem de sahte akademisyenler olduklarını mı söylemek istiyorsunuz?” sorusuna verdiği cevap, oldukça manidar olsa gerek.
Marx:
– Bu tür bir yargıda bulunamam. Fakat olay bana bu şekilde görünüyor. Tabii ki her şeyi tartışılabilir ve bu meşrudur. Kur’an birçok ucu açık sorular barındırmaktadır. Biz Corpus Coranicum Projesinde her şeyi kuşatan devasa teoriler yerine bir takım temel araştırmaları yapmaya çalışıyoruz.
Hiç şüphesiz, İslam tarihinden Hz. Muhammed’i kaldırarak, gerek araştırmacı ‘Kalisch’ olsun, gerekse Katolik ‘Karl-Heinz Ohlig’ olsun, sonucu Hrıstiyanlığa bağlayacaklardı. Neticede Ohlig, İslam’ın aslında 8. yüzyıla kadar bir Hıristiyan mezhebi olduğunu iddia etmesi çok bekletmedi bizleri. Neticeyi buraya bağlayan bir insan “Hz. Muhammed” yaşamamıştır demesine şüphe ile yaklaşmayacaksak, neye yaklaşacağız? Christoph Luxenberg’de bu akademisyenler arasında bir ayrı yere ait. Yazdığı kitap da, arapça yazısının önce aramice olduğunu iddia etmesi ve netice de oda Hrıstiyanlığa ve Yahudiliğe bağlaması, sanırım herşeyi anlatmaktadır.
O dönem kaynaklarında Hz. Muhammed
Hz. Muhammed’den bahs eden en eski kaynaklar yedinci yüzyılın başları ile ortalarına denk gelmektedir. Zaten Müslümanların yayılış tarihi de bu dönemlere denk geldiğini göz önünde bulunduranlar, bunda bir tuhaflık görmeyecektir. Oryentalistler arasında genelde kabul gören ‘Süryani Ortodoks Edessa Papazı Yakub (640-708)’ tarafından kaleme alınmış olan eserde, Arap istilaların Tanrı’nın Hıristiyanlara olan ilahi cezası oldugu anlatılıyor.
Kutsal Kitab’ın 1inci Krallar, 14üncü Babın tefsirinde şu ifadelere yer veriyor.
– Mesih bizim hatalarımız ve günahlarımız yüzünden, Arapların elinden bize bela yağdırıyor…
Ve yedinci yüzyılın sonlarına doğru yazdığı kabul edilen kronikinde, şu ifadeler de dikkat çekiyor:
– Muhammed tüccarlık yaparken Şam’a, Filistin’e ve diğer komşu ülkelere seyahat ediyordu…. Yedi yıl Araplara krallık yaptıktan sonra yerine Ebubekr geçerek, iki yıl da o krallık yaptı…1
Her ne kadar Edessa Papazı Yakub bunları kulaktan duyma olarak eserine almış olsa da, bu kaynakları Oreyantalist ve İslam karşı görüşlü olanların görmezden gelmesi inanılır gibi değil.
Başka bir kaynağa bakıyoruz ve 8inci yüzyıla ait Thomas Presbyter’e (640) atf edilen Süryani bir el yazması ile karşılaşıyoruz:
– 945 yılında (634)… Muhammed’in Arapları ile Romalıların arasında, Gazze’nin 12 mil doğusunda bir savaş oldu…. Araplar tüm bölgeyi yağmaladılar.
Aynı eser de:
– 4 Şubat 634 sabahın erken saatlerinde Bizanslılar ve Muhammed’in Arapları arasında bir mücadele başladı.
Yine aynı eserin bir başka bölümünde
– 947 yılında ( 635 – 636)… Araplar Suriye’yi ele geçirdiler ve İran’ı feth ettiler, denildiğini görüyoruz.
Ermeni Rahip Sebeos tarafından 660’lı (656-661) yıllarda yazıldığı ileri sürülen ve Ermenice yazılmış olan döküman da, beşinci yüzyılın sonundan başlayıp, 661’e kadar Araplar ve Yahudiler arasındaki ilişkiler anlatılmaktadır. Hz. Muhammed’in adı bu kaynakta “Mamet” olarak geçmekte ve Emevi Halifesi Muaviye’nin zaferi üzerine, Muhammed’in ağzından şöyle seslenmekte Sebeos:
– Siz İbrahim’in çocuklarısınız ve Tanrı, İbrahim ve onun soyuna verdiği sözü sizinle yerine getirmek istiyor. İbrahim’in Tanrısını sevin ve babanız İbrahim’e verilen bu toprakları, gerekirse, mücadele ederek alın. Size kimse karşı koyamayacaktır, çünkü Tanrı sizlerle.2
Doğu Suriye’li bir Rahip tarafından kaleme alınan (670 – 680) metin de, Arapların Bizanslılara karşı zaferi de şu sözlerle anlatılmaktadır:
Gerçekten, İsmail’in evlatlarının, iki krallık (Bizans ve Sasanlar) üzerine başardıkları zafer, aslında o güne kadar bunlara izin vermeyen Tanrı’nın zaferidir.Onun için bu zafer, Araplara değil, Tanrı’ya ait olan bir zafer. Bizim arayıp bulamadığımız İbrahim’in tapınağıdır burası. Şunu biliyoruz ki, İbrahim, zengin idi ve Kenanlıların arzularına uymak istemediği için, yalnız kalmayı yeğledi. Bunun için çöllere göç etti. Çadırlarda yaşayanların adeti olduğu gibi oraya bir tapınak inşaa etti, bu tapınağın üzerinde ibadet etti ve kurbanlar sundu. O yer, bu yerdir. Bu yerde Araplar ibadet ederken yeni birşey yapmıyorlar, tam tersine onlar, ataları olan İbrahim’den öğrendikleri gibi ibadet ediyorlar. Kutsal krallığının başı dediğimiz Hasor (Kuzey Kenan) Araplara aittir. İbrahim’in dördüncü oğlunun isminden esinlenerek (Madian) bu yere Medine ismini verdiler. Bu yer “Yatrib” olarakta anılmakta.3
“Corpus Scriptorum Christianorum Orientalium” eseri de, Hz. Muhammed’i bir askeri lider olarak anlatır.
– İskenderin yılı 940’da Heraklius ve Bizanslılar Konstantinopel’e girdi. Muhammed ve Arapları’da güneyden yola çıkıp ülkeyi teslim almak istediler. 4
629 tarihinde, Kudüs yakınları, Mute Meydanında olan savaşa Hz. Muhammed katılmamıştı. Ancak, Bizans Kayseri Heraklios’a haber gönderen elçi,”Muhammed ve Arapları geliyor…” demesi ve kayıtlara böyle geçmesi düşünülebilinir.
Mezopotamya’da yaşamış olan Keşiş Yohannes bar Penkaye, kendi sözleri ile “Arapların hakimiyetinin 67’inci yılında”, yani 686-687 yılında kaleme aldığı eserinde ( Ktābā d-rēš mellē) bize şu gerçek dışı bilgileri veriyor:
– Onlar (Araplar) Muhammed’in geleneğine öylesine sarılmışlarki, Onun (Muhammed’in) yasalarını kabul etmeyen ve emirlerini yerine getirmeyen herkesi ölüm cezasına çarptırıyorlar.5
Yine “Corpus Scriptorum Christianorum Orientalium” eserinde bulunan “Zuknin Kroniki de” :
O (Muhammed) onlara (Araplar’a) tek Tanrı’yı anlattı ve onlar ( Araplar) onun liderliği altında Bizans’a galip geldiler. Onlara , onların arzularına göre yasalar verdiği için, onu “Peygamber (orijinal metin de: nbîyâ)” ve “Tanrı’nın Elçisi (orijinal metin de:rasùlâ)” diye andılar.
Aynı Kronikin başka bir yerinde:
“Kan dökmeden, savaşmadan kazandılar…Onlara bu zaferi veren Tanrı’dır…”6
A. Palmer, sekizinci yüzyıldan kalan bir metnin parçasını tercüme ettiği bölümde:
– O (Muhammed) 932 (620-621) yılında dünyaya geldi … yedi yıl hükmetti… deniyor.
Her ne kadar tarihçiler arasında güvenilir bir kaynak sayılmasa da, sekizinci yüzyıla ait olması bizim için yeterlidir.
Emevi Halifesi Muaviye’nin zamanında kaleme alınan ve Kilise konularını ele alan “Maronit Kroniklerin”de, Halife Ali ile alakalı şu kaynakların da yer alması oldukça ilginçtir:
– Ali, Muaviye’ye karşı savaşmak için tekrar hazırlıklara başladı, ama onlar onu Al-Hira’da ibadet ederken öldürdüler… 7
İspanyol kronikleri diye anılan ama aslında İspanya’ya ait olmayan, 8inci yüzyıla ait olan küçük bir metin de, Abdullah oğlu Muhammed’in, “büyük bir kabilenin soyundan” geldiğini ve “çok büyük bir alim” olduğu anlatılmaktadır. Ayrıca, Arapların onu “Havari” ve “Tanrı Elçisi” olarak kabul ettikleri için büyük bir saygı ve derin bir sevgi besledikleri dile getiriliyor.8
Yine yedinci yüzyılın ortalarında yazılmış olan başka bir metinde şöyle deniyor:
– O sapıtmışlar sizi aldatıyor: ne oluyorsa o sapkınların emirleri yüzünden oluyor. Bu gerçek değildir. Aslında Muhammed’in arapları, Tanrı’nın acı çektiğini ve öldüğünü söyleyenlere yardım etmiyorlar…9
Metnin orijinalinde gecen terim “Arabes Mohammetani”
Bütün bu kaynaklara rağmen birileri kalkıp, “Muhammed diye biri yaşamamıştır, yaşasa idi kaynak bulunurdu” demesi, sayın Neuwirth’in dediği gibi, ancak “PROVOKASYON” amaçlı boş bir sözdür!
Mustafa Çelebi
Kaynaklar:
1) The Quest of Historical Muhammad, s. 32; Robinson, a.g.e., s. 49.
2) Bu vakayinâme F. Macler tarafından Historie d’ Heraclius başlığıyla Fransızca’ya tercüme edilerek 1904’te yayınlanmıştır. 1999 yılında da Armenian History Attributed to Sebeos adı altında Robert W Thomson, J.D.Howard-Johnston ve Tim Greenwood tarafından İngilizce’ye tercüme edilerek yayınlanmıştır.
3) Chronike Minora (SSCO, Scriptoris Syri III 4)
4) Corpus Scriptorum Christianorum Orientalium („Chronica minora“ III) / İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 17
5) Kitap X-XV: A. Mingana: Sources syriaques, Bab 14-15. Mosul 1908. Oriens Christianus 87 (2003)
6) Corpus Scriptorum Christianorum Orientalium
7) Maronit Kronikleri A. Palmer
8) Claude Cahen, Note sur l’accueil des chretiens d’Orient a l’islam 53. 1954
9) Iso’yahw Patriarche III., Liber Epistularum, Ingilizceye tercüme R. Duval (CSCO, Vol:11. Scriptorus Syri Tomus II), 97
“Hagarism, the making of the Islamic World” 1977, Patricia Crone ve Micheal Cook
Timeturk Michael Marx ile söylesi (Türkce)
Angelika Neuwirth icin bkz (Almanca)
Bir yanıt yazın