Mavi Marmara gemisindeki katliamla ilgili Palmer Raporu ve artçılarını önceki hafta boyunca hemen herkes en az bir kere gündemine aldı. Geçen hafta konu nerdeyse bütünüyle gündemden düştü. Gündem konularının belirlenmesi ve gündemden düşmesi sürecini doğru olarak yönetebiliyorsak bu son derece başarılı bir durumdur. Ancak bu süreci başkaları yönetiyor da biz sadece piyon durumunda kalıyorsak bir yerlerde hazırlanan politikaların fuzuli aktörü rolünden başka bir etkimiz yok demektir.
Önceki yazımda, Palmer Raporu hazırlanırken, komisyon başkanının İsrail yanlısı tutumunun müzakerelerde sıkıntıya sebep olduğunu temsilcimiz Özdem Sanberk’in ağzından yazdık ve bu şartlar altında sayın büyükelçimizin toplantılara katılmaması gerektiğine işaret ettik. Sayın büyükelçimiz 9 Eylül’de Aslı Aydıntaşbaş’ın köşesindeki ifadesinde “BM’in Mavi Marmara’yı araştıran Palmer Paneli’nde iplerin sanıldığı gibi yaz ortasında değil, aslında tam 4 ay önce 29 Nisan’da koptuğu ortaya çıktı.. O tarihten sonra komisyondan çekilen Sanberk, .. panelin hiçbir oturumuna katılmamış” demektedir.
Sanberk, New York’ta yapılan son toplantıda soruşturmanın gidişatı ve ortaya çıkan metinlerde Gazze ablukası konusundaki ifadelere sert bir dille itiraz ederek “Bu metin bizim için yok hükmündedir” sözleriyle Türkiye’nin tepkisini dile getirmiştir. Nitekim bu tespit daha sonra Cumhurbaşkanı tarafından da dile getirilmiştir. Bu gerçeklere karşın raporun altında büyükelçimizin imzasının bulunması bize tuhaf geldi. Çünkü komisyonda yoksanız o komisyonun hazırladığı raporda imzanız olmamalıdır. Raporun hukuken bağlayıcı olmaması, muhtevasına itiraz ettiğiniz metnin altında imzanızın yer almasını makul kılmaz. Kısmen kabul edilen metinde muhalefet şerhleri yer alır, ancak biz hem bütün metni yok sayıyoruz hem de altında ismimizin olmasına itirazımız olmuyor. Bu konuda Aslı hanımdan ve Özdem beyden tatminkâr bir açıklama alamadım.
Milletlerarası Adalet Divanı’na başvurunun ise ancak İsrail’in de talebiyle gerçekleşebileceğini belirtmiştik. Divan’a genel olarak iki türlü başvuru sözkonusudur: Devletler ve milletlerarası teşkilatlar tarafından yapılan başvurular. Devletler uyuşmazlığın çözümü için, milletlerarası teşkilatlar ise istişari görüş talebiyle başvurabilirler. Divan’ın devletler hakkında verdiği hüküm ilgili devletler için bağlayıcı olup örgütlerin talebiyle verilen karar ise bağlayıcı olmayıp, “istişari görüş”tür. Nitekim yakın dönemde Kosova’nın bağımsızlığının milletlerarası hukuk boyutu ile ilgili BM’in talebi üzerine divan davayı görüşerek kararını vermiştir, ancak bu karar bağlayıcı olmamıştır.
Belirtmek gerekir ki BM üzerinden Divan’a Türkiye dava açmaz. Türkiye’nin girişimi ile BM Genel Kurulu’ndan karar çıkması üzerine bu karara istinaden dava açılır. Bu prosedür izlenerek açılacak davadan ise istişari görüş çıkar.
Sapla samanın karıştığı tartışmalarda, başlangıçta İsrail’in Mavi Marmara’daki katliamına karşı Divan’a gidileceği söylenmişti. Son zamanlarda ise Gazze’nin statüsüyle ilgili mahkemeye gidileceği dillendirilmektedir ki Filistin ve bazı Arap ülkelerinin bu yönde çalışmaları bulunmaktadır. Filistin’in BM’deki temsil seviyesinin yükseltilmesi yönündeki bir teşebbüs iyi bir netice alacaktır. Gazze ablukasının hukuki boyutu ile ilgili Milletlerarası Adalet Divanı’ndan görüş istemek bu aşamada riskli olabilir. Sorun mahkeme sürecinde tarafların delillerini daha sistemli ve ikna edici bir şekilde sunabilmesidir ki İsrail bu konuda daha hazırlıklıdır. Uluslararası örgütlerde olduğu gibi mahkemelerin oluşumunda da zamanında kendi tezlerine sahip çıkacak kişileri takip ederek belirli yerlere getirmesi İsrail’in devlet politikası olarak karşımıza çıkmaktadır.
***
Palmer Raporu’nun İsrail yanlısı olduğunu dillendirirken İsrail’in bunu nasıl başardığını da sorgulamalıyız. Milletlerarası kuruluşlara eleman alınırken öncelikle kendi ırkdaşlarını, tezlerine sahip çıkanları, davasına düşman olmayanları yerleştirme konusundaki başarı uzun vadede kurulacak komisyonların, hazırlanacak raporların, alınacak kararların da en fazla lehine/en az aleyhine gerçekleşmesini garanti altına alır.
BM, NATO, Avrupa Konseyi, AGİT, OECD, hatta İslam Konferansı Teşkilatı ile diğer örgütler ve mahkemelerde her ülkenin büyüklüğü, kurum bütçesine katkısı nispetinde eleman kontenjanı bulunmaktadır. Türkiye’nin kısmen zikrettiğim örgüt ve diğer kurumlarda kontenjanı kaç tanedir, hangi seviyede uzman/eleman gönderme hakkı vardır, bunların ne kadarını kullanabilmektedir.
Üniversite mezunları arasında işsizliğin her geçen gün arttığı ülkemizde öğrencilerimizi birinci sınıftan itibaren bu kurumlara hazırlamaya çalışıyoruz. Ancak başta Dışişleri Bakanlığımız olmak üzere bu alanda devletin ilgili kurumları da yol gösterici, bilgilendirici, önceden hazırlanmayı teşvik edici ve destekleyici politikalar uygulaması gerekmektedir.
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Öncevatan, 20.09.2011
Yazıları posta kutunda oku