Doç. Dr. Veysel AYHAN, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Abant İzzet Baysal Üniv. Uluslararası İlişkiler Bölümü | |
Başbakan Erdoğan Arap Baharı olarak nitelendirilen halk hareketleri sonrası iktidarların devrildiği Mısır, Tunus ve Libya ziyareti tüm bölge olduğu kadar uluslararası toplumda da büyük bir ilgi ile takip edilirken aynı zamanda bazı ülkelerde de kaygıya yol açmıştır. Türkiye’nin girişimlerinden rahatsızlık duyan ülkelerin başında gelen Fransa yönetimi ise Arap Baharının en kanlı yaşandığı ülkelerin başında gelen Libya’ya resmi bir ziyaret düzenleyerek yeni yapılanma sürecinde Fransa’nın rolüne dikkat çekmiştir. İngiltere Başbakanı Cemoron ile birlikte Libya’yı ziyaret eden Sakrozy hem Trablus hem de Bingazi’de verdikleri mesajlarda NATO müdahalesinin ve BM’nin rolünün süreceğini ifade etmişlerdir. İki lider Libya halkına verdikleri mesajda amaçlarının Libya’ya özgürlük getirmek olduğunu ileri sürmüşlerdir. Sarkozy ve Cemoron’un savaşa devam edeceklerini açıkladıkları dakikalarda ise Sirte ve Beni Velid’de silah sesleri yükselmekteydi. İki liderin ziyaretinden hemen sonra ise BM Genel Kurulu’nda Libya Ulusal Geçici Yönetim Konseyi Libya’nın meşru temsilcisi olarak kabul ederken aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi de aldığı 2009 Sayılı Karar ile Birleşmiş Milletler Libya Destek Misyonu adı altında (United Nations Support Mission in Libya –UNSMIL) Libya’da geçici bir Manda Yönetimi’nin kurulmasını kararlaştırmıştı. Böylelikle NATO’nun askeri müdahalesini destekleyen ülkelerin en azından bir üç ay daha Libya’daki yeni yapılandırma sürecini doğrudan koordine edeceği açığa çıkmış olmaktaydı.
Libya’da Manda Yönetimi Ve Batı’nın Yeni Libya Politikası 1 Eylül’de Paris’te Sarkozy ve Camoron ev sahipliğinde düzenlenen Libya konferansında, BM’nin Libya’nın istikrara kavuşması için bir Misyon kurmasını ve yaptırım kararlarının da kaldırılması tartışılmıştı.[1] İki liderin Libya’ya düzenlediği ziyaret sırasında İngiltere tarafından Konsey’in gündemine taşınan bir karar tasarısında geçiş sürecinde Libya’da BM Manda yönetiminin kurulması talep edilmişti. 16 Eylül’de Konsey üyeleri oy birliği ile 2009 Sayılı Kararı alarak Libya’da Geçici Konseye yardımcı olacak yeni bir otoritenin kurulmasına karar vermiştir. Kararda Libya Destek Misyonunun yeni anayasa yazımından, hukukun üstünlüğünün tesisine, kamu güvenliğinin sağlanmasından, geniş kesimlerin katılımıyla ulusal uzlaşı çabalarına destek verilmesine, yeni seçim kanunun yazılması ve seçimlerin gerçekleştirilmesi sağlamak gibi geniş bir alanlarda Ulusal Geçiş Konseyine destek vermesi öngörülmekteydi. Kararda ayrıca dondurulan Libya hesaplarının serbest bırakılması, uygulanan silah ambargosunun kısmi olarak kaldırılması, petrol şirketlerine uygulanan yaptırımların kaldırılmasına da karar verilmiştir. BM’nin faaliyetlerinin Libya’nın egemenliğine saygı çerçevesinde demokratik, bağımsız ve birleşik bir Libya’nın oluşturulması amacına katkı sağlamak olduğu belirtilmektedir.[2] Libya Destek Misyonu ekonominin canlandırılması, ekonomik kaynaklarının ve fonların kullanımında Geçici Konseye yardımcı olacaktır. [3] Tam da bu noktada Libya’nın yeniden inşasına yönelik olarak gerekli olan milyarlarca dolarlık paranın nasıl kullanılacağı ve Libya Misyonunun bu konudaki rolü ciddi bir tartışma konusu olacaktır. İnşa sektöründen, petrol sektörüne kadar bir çok alanda yeni anlaşmaların yapılması gündeme geldiğinde Geçici Konseyin tek başına karar alıp almayacağı açık değildir. Libya Destek Misyonu’nun yıkılan yüz binlerce binanın yeniden yapımından tutan da, petrol boru hatları yapımı ve yeni petrol rezervlerinin keşfi ve bunların pazarlanmasındaki rolünü açık bir şekilde ortaya koymak gerekir. Ayrıca Libya’nın dışarıdan dondurulan yaklaşık 170 milyar dolarlık parasının serbest bırakıldıktan sonra nasıl kullanılacağı da soru işaretleri içermektedir. Türkiye Ve Fransa’nın Libya’da Verdikleri Mesajlar Sakrozy ve David Camoron’un Libya ziyaretlerinde öne çıkarttıkları temel argümanların başında her iki ülkenin isyanın başından itibaren muhaliflerin mücadelesini destekledikleri olmuştur. Ayrıca Geçici Konseye verdikleri desteğin Kaddafi yanlıları teslim olana kadar süreceğini açıklamışlardır. Sarkozy Libya halkının tehdit altında olduğunu ve NATO saldırılarının süreceğini açıklarken, Camoron da görevin tamamlanmadığını ve İngiltere’nin Kaddafi bulunup adalete teslim edilene kadar savaşı sürdüreceklerini ifade etmişti.[4] Diğer yandan Trablus’taki ortak basın toplantısında ise Geçici Konsey Başkanı Mustafa Abdül Celil’iin bir kez daha Libya’nın yeniden inşasında yardımcı olan ülkelere öncelik tanınacağını açıklaması dikkat çekicidir. Her ne kadar iki lider ekonomik konuları kamuoyunda tartışmamış olsalar da Ulusal Geçici Konseyi Başkanı Celil, isyancıları destekleyen yabancı müttefiklere öncelik vereceğini ifade etmiş ve Kaddafi döneminde imzalanan bazı sözleşmelerin de incelemeye tabi tutulacağını açıklamıştı.[5] Nitekim Fransız Liberation Gazetesi de muhalif liderlerin Fransa’nın tam desteği karşılığında Libya petrol üretiminin %35’ini işletme hakkı tanıdığı ileri sürmüştür. Dışişleri Bakanı Alain Juppé, böyle bir mektuptan haberi olmadığını açıklarken, “Ama bildiğim kadarıyla muhalifler, Libya’nın yeniden inşasına en çok destek veren ülkelere öncelik tanıyacaklarını açıklamıştı. Bu bana mantıklı ve adil geliyor. Ayrıca yalnız da değiliz; Amerikalılar, İtalyanlar var. Hepsi de ‘Libya’ya müdahale pahalı; ancak bu, geleceğe yatırım’ dediler.[6] Bu noktada Fransa ve İngiltere Libya’da temelde iki mesaj vermişlerdir. Bunlardan birincisi muhaliflere başından itibaren verilen askeri, siyasi ve diplomatik destek; ve ikincisi ise Geçici Konseyin dışında Libya’daki hiçbir grubun yeni yapılandırma sürecinde rol almasına izin vermeyecekleri yönünde olmuştur. Oysa BM’nin Libya ile ilgili almış olduğu kararlar ve NATO müdahalesinin meşruiyetinin kaynağı sivillerin korunması olduğunu unutulmaktadır. 1 Eylül itibariyle savunma pozisyonunda olan tarafın da Geçici Konseye bağlı güçler olmadığı aksine Kaddafi yanlısı olarak nitelendirilen kesimler olduğu ve saldırı pozisyonunda olanların ise Geçici Konsey güçleri olduğu realitesi gözden kaçırılmaktadır. NATO’nun sivilleri korumak adına Sirte veya Beni Velid’e yapılan ve şehirde yaşayan sivillerin yaşamına mal olan saldırılar karşısında farklı bir tutum alması Libya’nın geleceği açısından daha iyi olabilirdi. Dolayısıyla Fransa ve İngiltere ikilisi Libya gezisi sırasında açık bir şekilde savaşın sürmesini desteklediklerini açıkladıklarında Libyalılar Sirte ve Beni Velid’de bir birleriyle savaşmaktaydılar. Kuşatma altında olan iki şehir Geçici Konseye bağlı güçler tarafından yoğun bir bombardımana tabi tutulurken NATO unsurları da şehirleri havadan vurmaya devam etmekteydiler. Trablus’un Kaddafi yönetiminde olduğu dönemde NATO’nun doğrudan Kaddafi’ye bağlı askeri birimleri vurmasının haklı ve meşru bir yanı bulunurken, Kaddafi yanlısı olarak nitelendirilen ancak muhalif aşiretlerden oluşan kesimlerin Beni Velid, Sabha ve Sirte’te yaşadığı insani sorunları görmezden gelmek Libya’nın yeniden inşasında ciddi sorunları beraberinde getirecektir. Kaddafi’nin bir daha iktidara gelme ihtimalinin olmadığının bilinmesine karşın, söz konusu şehirlere karşı düzenlenen saldırıların sivilleri koruma misyonuyla ne kadar uyuştuğu tartışmalıdır. Örneğin, Beni Velid’de Geçici Konseye karşı direnen Varfalla kabilesine bağlı bir kolu Kaddafi yanlısı grup olarak nitelendirmek ve bu grupları askeri yöntemle bastırmaya çalışmak gelecekte kabileler arası kan davalarının yaşanmasına yol açabilir. Bu bağlamda Başbakan Erdoğan’ın Libya gezisi sırasında dile getirdiği unsurlar analiz edildiğinde Türkiye’nin hem yeni iktidar sahiplerine hem Sirte ve Beni Velid’te yaşayan halka hem de Batılı güçlere önemli mesajlar verdiği görülmektedir. Başbakan Erdoğan Libya’daki temasları sırasında bir yandan Batılı güçlerin petrol kaynakları başta olmak üzere Libya sorununa ekonomik çıkarlar açısından değerlendiren güçlerin politikalarını eleştirirken diğer yandan da Libyalı gruplar arasındaki sorunların demokratik yöntemlerle çözümlenmesi tavsiyesinde bulunmuştur. Fransa ve İngiltere’nin savaşı sürdürme tehdidine karşın Türkiye, Kaddafi yanlısı olarak görülen kesimlerin yeni yapılandırma sürecine aktif katılımını desteklediğini ortaya koymuştur. Başbakan Erdoğan “Şu anda Sirte’de, Sabha’da devam eden mücadele var. Oradaki tüm kardeşlerime de sesleniyorum: Gelin siz de Trablus ile Bingazi ile birleşin, elele verin. Daha fazla kan dökülmesin, daha fazla insan ölmesin” ifadelerini kullanarak Sarkozy ve Cemoron’dan farklı olarak bu kesimlerin de yeni yapılanma sürecine katılımlarını desteklediğini ortaya koymuştur.[7] Türkiye Libya’da sarf ettiği sözlerin hemen ardından ise Beni Velid başta olmak üzere Sirte ve diğer şehirlerdeki muhalif kabilelere insani yardımlar ulaştırmaya başlamıştır. Karşılaştırmalı bir şekilde bakıldığında NATO’nun havadan bombaladığı yerleşim birimlerine Türkiye de havadan insani yardım paketleri atmaktadır. Bu durum doğal olarak Geçici Yönetim Konseyini destekleyen bazı grupların tepkisini çekse de Türkiye’nin politikası tüm Libyalılara eşit yaklaşmak olarak nitelendirilebilir. Başbakan Erdoğan Libya gezisinde aynı zamanda Libya’daki petrol kaynakları başta olmak üzere ülkenin yer altı ve yer üstü zenginliklerini ele geçirmek isteyen ülkelere ve bunlarla işbirliği yapmaya hazır olan kesimlere de mesajlar vermiştir. “Libya’nın yeraltı zenginlikleri üzerinde hesap yapanlara asla prim vermeyin. Libya, Libyalılarındır” ifadeleri ile Erdoğan bir yandan Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin politikalarının karşısında olduğunu ortaya koymuş diğer yandan da Geçici Konsey üyelerinin Libya’nın kaynaklarını başka ülkelere pazarlama politikalarına karşı da Libya halkını daha duyarlı olmaya davet etmiştir.’[8] Toparlayacak olursak Başbakan Erdoğan’ın Libya ziyaretinde öne çıkan en önemli mesajın Türkiye’nin tüm Libyalılara karşı eşit insani bir sorumluluğu olduğunu ortaya koymuş ve bu konuda bazı kesimlerin tepkisine rağmen Beni Velid ve Sirte’e yardım göndermeye karar vermiştir. Türkiye aynı zamanda Libya’nın yer altı ve yer üstü kaynaklarının kendi kontrolleri altına almak isteyen NATO içindeki müttefiklerinin girişimlerine karşı da Libya halkına uyarılarda bulunmuş ve olası kontratların imzalanması durumunda ise söz konusu eleştirilerini yüksek sesle dile getireceğini bir kez daha ortaya koymuştur. Dolayısıyla gelecek günlerde Türkiye’nin Libya politikasının ciddi şekilde bir kez daha tartışmaya açılacağı ileri sürülebilir. Fransa başta olmak üzere Batılı güçlerin ise farlı stratejilerle henüz istikrarını kazanmamış Libya üzerindeki ekonomik beklentilerini hayata geçirmeye çalışacakları düşünülmektedir. Geçiş sürecinde imzalanacak anlaşmalar daha sonraki dönemlerde iktidara gelecek olan iktidar sahiplerinin hareket alanını daraltacaktır. Bunun farkında olan Paris’in özellikle Kaddafi yanlısı olarak görülen kabileleri geçiş sürecinin dışında tutmaya çalışacağı öngörülmektedir. Böylelikle Libya halkının bir kısmı ile Libya üzerindeki amaçlarını hayata geçirmeye çalışacaklardır. Kaynaklar [1]Jamey Keaten, “ UN chief urges quick civilian mission in Libya”, The Guardian News, September 1, 2011,
[2] Bkz.., UNSC, SC/10389,
ress/docs//2011/sc10389.doc.htm [3] Ibid.
[4] Akhbar News, “Libya’s Victory Celebrations: NATO’s Reapers”, September 17, 2011,
%80%99s-victory-celebrations-natos-reapers [5] David Smith, “Cameron and Sarkozy meet Libya’s new leaders in Tripoli”, The Guardian News, September 15,
11/sep/15/cameron-sarkozy-libya-leader-tripoli 2011. [6] Hürriyet Gazetesi, “Yüzde 35’i kapmış bile”, 02.09.2011,
[7] T24 News, “Erdoğan: Libya’nın yanında olacağız”,16.09.2011,
[8]TRT Haber, “Başbakan Libya’dan Suriye’ye Seslendi”, 16.09.2011, http://www.trt.net.tr/Haber/HaberDetay.aspx
?HaberKodu=c6c28621-35ff-459e-a81c-e5d5a7e3d7e1 |
Bir yanıt yazın