Doç. Dr. Mehmet ŞAHİN, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü | |
2010 yılı Aralık ayından beri Ortadoğu köklü bir değişimden geçmektedir. Son dönemde bölgede gelişen, Arap Baharı diye tanımlanan bölgedeki gelişmeler artık eski düzenin devam etmeyeceğini açık bir şekilde göstermektedir. Bu gelişmeler, bölge ülkelerinin iç siyasi yapısında değişim hızını artırdığı gibi bölge dengelerinin ve diğer devletlerin bölgeye yönelik politikalarının yeniden şekillenmesine yol açmaktadır. Bugün Ortadoğu eski Ortadoğu değildir. Bölgede yaşanan köklü değişim ister istemez Filistin’in konumunu da etkilemektedir. Nitekim, Mısır’da halk isyanı sonucu Hüsnü Mübarek Yönetiminin sonunun gelmesi, Mısır’ın Filistin ve de doğal olarak İsrail politikasında değişikliklere neden olmuştur. Hatta Camp David düzeninin bile devam edip etmeyeceği tartışılmaktadır.
Ortadoğu’nun kronik sorunu olan ve bölgedeki diğer önemli sorunların temel kaynağı olarak gösterilen Filistin sorununun-ki bu aynı zamanda İsrail sorunu olarak görülmelidir-çözülme zamanı gelmiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 181 (1947) sayılı taksim kararına göre sınırları belirlenen iki devlet vardı: İsrail ve Filistin. Bir yıl içinde (1948) Yahudiler İsrail devletini kurdular. Fakat aradan geçen 64 yıla rağmen Filistinliler devletlerine her türlü çabaya rağmen kavuşamadılar. 1948’den 1991’e kadar direnişle devletlerine kavuşmak isteyen Filistinliler, 1991’den sonra barış görüşmeleriyle söz konusu amaçlarına ulaşmak istediler. Fakat yaşanan süreç barış görüşmelerinin de bir kandırmacadan ibaret olduğunu gösterdi. Artık Filistinliler yeni bir süreci başlatmış bulunmaktalar. 1967 sınırlarını temel alan bağımsız bir Filistin Devleti için BM’ye başvurma kararı aldılar. Bugüne kadar yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere, Önümüzdeki günlerde BM Genel Kurulunda Filistin’in devlet olma statüsü oylanacaktır. BM’de Filistin’in devlet olma statüsünün oylanması küresel ve bölgesel düzende tam bir test niteliğinde olacaktır. Halk deyimiyle “ak koyun kara koyun ortaya çıkacaktır.” Bugüne kadar Filistin haklının haklı davasının yanında olduğunu söyleyenlerin ve Arap/İslam dünyasıyla sıkı ilişkileri olanların bu düşüncelerinde ne kadar samimi olup olmadıkları gün gibi açığa çıkacaktır. Nitekim, ABD Başkanı Barack Obama seçildiği günden bu yana bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulması zamanının geldiğini hep söyleye geldi. Fakat iş BM’de Filistin’in devlet olma statüsünün oylamasına gelince BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkını kullanacağını açıklamaktan çekinmedi. Bunun yanında, Arap Baharını desteklediklerini açıklayan ve Filistin konusunda hassas olduklarını söyleyen hatta Başbakan Erdoğan’ın Kuzey Afrika gezisini sulandırma çabası içinde Libya’yı ziyaret eden Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve İngiltere Başbakanı David Cameron’ın büyük olasılıkla Filistin’e karşı BM Güvenlik Konseyi’nde hayır diyecekleri düşünülmektedir. Başta ABD olmak üzere Batılı güçler Filistin Devleti’nin İsrail’le müzakere sonucunda kurulması gerektiğini düşünmektedirler. Fakat zaman göstermiştir ki, müzakere süreci bırakın Filistin devletinin kurulmasını, üzerinde kurulacak bir toprağın her geçen gün İsrail tarafından yutulmasına sebep olmaktadır. Batı Şeria’ya giden herkes bunu yakından müşahede eder. Tarihsel süreç dikkate alındığında, şu soru da analojik bir bakışla sorulabilir; İsrail Müzakere sonucunda mı kuruldu ki, Filistin müzakere sonucunda kurulsun! Arap Baharını nakite çevirmek için her fırsatı değerlendiren, iş Filistin’in devlet olma statüsünün BM’de oylamasına gelince engelleme çabası içine giren başta ABD olmak üzere Batılı güçler bu ay bir ahlak sınavından geçeceklerdir. Bu sınavdan kaçmak ve iki yüzlülüklerinin ortaya çıkmasını engellemek için söz konusu güçler Filistin oylamasının yapılmaması için şimdiden yoğun diplomatik çaba içine girdiler. Bu bağlamda, ABD’nin Ortadoğu temsilcisi Dennis Ross ve David Hale’in yanı sıra AB Dış Politika Temsilcisi Catherene Ashton ve bugüne kadar ne işe yaradığı tam olarak anlaşılamayan Ortadoğu Dörtlüsü (BM, ABD, AB, Rusya) temsilcisi ve İngiltere eski Başbakanı Tony Blair, Filistin’in devlet olma statüsünün BM’ye gelmemesi için şimdiden mekik diplomasisine başladılar. Maalesef işin en kötü tarafı ise, bu devletler Filistinlileri ikna edebilmek için, yirmi yıldır yaptıkları gibi, oyalama taktiği olarak “Barış Süreci”ni kullanmaktadırlar. Fakat, Arap Baharı’nın getirmiş olduğu atmosfer artık bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulmasını zorunlu kılmaktadır. Eğer Filistin BM oylamasında devlet statüsünü kazanarak çıkarsa, bu gelişme Arap Baharı’nı taçlandıran bir gelişme olur. Başka bir değişle Arap Baharının açan en güzel çiçeği olacaktır. Maalesef ABD’den gelen açıklamalar bu çiçeğin açma zamanının gelmediğini göstermektedir. BM’deki Filistin’in statüsünün oylanması Batı’nın Arap Baharı konusundaki duruşunu netleştirecektir. Oylamada evet çıkarsa, başta ABD olmak üzere Batı ve aynı zamanda 2003 yılındaki Irak’ın işgalinden beri ciddi itibar kaybına uğramış olan BM’de kendi itibarını kurtaracaktır. Filistin oylaması Filistin’in geleceği kadar, BM’nin, ABD’nin, AB’nin ve bunların Ortadoğu ilişkilerinin de geleceğinin oylaması olacaktır. BM’de Filistin konusunda başta ABD olmak üzere Batılı güçlerin veto haklarını kullanmaları, Arap Baharı konusundaki Batı’nın tavrının ciddi şekilde sorgulanmasını beraberinde getirecek ve Batı’nın bölgeyle ilişkisi ciddi yara alacaktır. Arap/İslam dünyası büyük bir hayal kırıklığı yaşayacak ve Obama’nın estirdiği rüzgar Arap Baharı’nda işe yaramayacağı gibi, Obama’nın Kahire’de okuduğu “hutbe” anlamsız hale gelecektir. Görünen o ki, Filistin tam üye devlet statüsü alamasa da, BM Genel Kurulundan yaklaşık 130 üyenin olumlu oyunu alacak gibi gözükmektedir. Oylamanın sonucunda, Filistin’in geleceğiyle ilgili yeni bir sürecin başladığına bütün dünya şahit olacaktır. |
Bir yanıt yazın