Almanya’da ten rengi, kökeni ve inancı ne olursa olsun tüm vatandaşlar yasalar önünde eşittir. Ancak yaşanan tecrübeler, yasaların ırkçılıkla mücadelede yeterli olmadığını gösteriyor.
Nürnberg kentindeki bir metro istasyonunda, 20 yaşlarında, kafaları çakır keyif olan bir grup genç aranıp duruyor. Muhtemelen bir yere koyup unuttukları bira şişelerini bulmaya çalışırken, kendilerinden biraz daha yaşlı, koyu tenli Eric’e sataşıyorlar. Gençler Burkina Faso’lu Eric’e ‘Hey sen zenci!’ diye küstahça seslenerek, onu bira şişesini çalmakla suçluyorlar. Eric polisi çağıracağını söyleyince gençler onu rahat bırakıyor.
Berlin’deki Eşit Muamele ve Ayrιmcιlιkla Mücadele Danιşmanlιk Bürosu’ndan Nuran Yiğit bu tür olayların sıkça yaşandığına değiniyor: “Mağdurlar ırkçı ayrımcılığı günlük yaşamın bir parçası, normal bir şey olarak değerlendiriyorlar. Bıkkınlık ve çaresizlik duygusuyla ’Nasılsa buna karşı bir şey yapamayız!’ diyorlar. Biz de yaşadıkları olaylarda nasıl kendilerini savunabilecekleri konusunda onları bilgilendiriyor, motive ediyoruz.”
Almanca bilmeyen yaşlı kadın muayene edilmedi
Ayrımcılıkla mücadele projesini yürüten pedagog Nuran Yiğit, yılda yaklaşık 120 mağdura yol gösterdiklerini belirtiyor. Yiğit yalnızca Afrika kökenlilerin değil pek çok yabancının ayrımcılığa uğradığını söylüyor. Örneğin, bir nörolog Almanca bilmiyor diye yaşlı bir Türk kadınını muayene etmeyi reddediyor. Üstelik yanında konuşmaları tercüme eden kızı bulunmasına rağmen. Berlin’de yaşayan bir Kolombiyalı ana dili Almanca olmadığı için iş görüşmesine çağrılmıyor. Ya da başörtülü bir hekime muayenehanede iş verilmiyor. Nuran Yiğit, bu tür ayrımcılıkla karşılaşanların kendisine başvurduğunda beş yıl önce yürürlüğe giren yeni Eşit Muamele Yasası’ndan (AGG) yararlandığını söylüyor.
Yiğit, “Bu yasa iş alanında ırkçı ayrımcılıkla mücadelede pek çok imkânlar tanıyor. Ancak diğer alanlarda ise zayıf kalıyor. Örneğin, mal ve hizmet sektöründe yasanın kapsamı daha dar” diyor.
Göçmenler ayrımcılığa uğruyor
Bu günlük yaşamda şu anlama geliyor: Mağdurlar iş yerinde yasalara başvurabiliyor ama ev ararken, banka hesabı açtırırken ya da diskoteğe girmek istediklerinde uğradıkları ayrımcılığa karşı koymakta zorlanıyorlar. Nuran Yiğit bu durumda mahkemeye başvurmanın onlar için büyük bir yük olduğunu söylüyor: “Kurum olarak onların adına mahkemeye başvurma yetkimiz olsun isterdik. Bu mağdurlar için büyük kolaylık olurdu. Çünkü günlük hayattaki ayrımcılık onlar için hem duygusal açıdan ağır bir baskı oluyor, hem de maddi yönden mahkeme masraflarını göze alamıyorlar.”
2001 yılında Durban’da düzenlenen BM Dünya Irkçılıkla Mücadele Konferansı’nda tüm devletlerden insan hakları ihlallerine karşı ulusal eylem planı geliştirmeleri istenmişti. Berlin’deki Alman İnsan Hakları Enstitüsü’nden Petra Follmar Otto Almanya’nın geçirdiği bu zorlu süreci diğer ülkelerin de izlemek zorunda olduğunu vurguluyor.
Otto, “Küreselleşme daha fazla mal ve hizmet üretilmesini gerektirdiği gibi daha fazla göçe de yol açıyor. Bu tam da AB’nin sert bir korumacı politika izlediği dönemde gerçekleşiyor. Bu durum hem oturma izni olan hem de yasal olmayan yollarla AB’de yaşayan göçmenlerin durumunu olumsuz etkiliyor” şeklinde konuşuyor.
Günümüzde küreselleşen şirketler çok kültürlü personel konseptleri geliştirirken, kaçak göçmenler ayrımcılık ve dışlanma tehlikesine maruz kalıyor.
© Deutsche Welle Türkçe
Ulrike Mast-Kirschning / Çeviri: Deniz Eğilmez
Editör: Ahmet Günaltay