Dr. Ali Sak
Yukarıdaki başlıkla bu sayfada yayınlanmış olan yazıma dair bir bayan okurum kendi deneyimlerini yazarak dile getirmiş. İçerik olarak bir çok önemli konuya değindiği için yazının özüne dokunmadan sizlerle paylaşıyorum.
„Sevgili Ali Bey,
yazılarınızı takip edebildiğim kadarıyla okuyorum. Çabalarınızı da takdir ettiğimi söylemeliyim öncelikle. Son yazınızı okurken içimden cevap yazma isteğii uyandı. Affınıza sığınarak bunu sizinle de paylaşmak istiyorum. Hiçbir aile yoktur ki evladının başarısız ve mutsuz olmasını istesin. Nasıl ki on yıl önce böyleydi ise 30 yıl önce de böyleydi 50 yıl önce de, 100 yıl öncesinde de. Lâkin, farkında olmaksızın bazen iyilik adında çocuklara kötülük edilmekte. Bu bilinçsiz kötülüğün temelinde yatan sebebleri sıralarsak;
Sabitleşmiş yargılar, değer yargıları ve önyargılar.
Maalesef ki hala gruplar içerisinde hayatımızı idam ettiriyoruz ve grubumuzun kaideleri ile örtüşmeyenleri kabul edemiyoruz. Gerek sosyal gerekse dinsel olsun ayrımcılık hep var. Ve karşıyı kabullenememe, hatta karşıyı dışlama. İnsani insan olarak algılamak ve olduğu gibi kabul etmeye çalışmak birçoğu kişinin pratikte zorlandığı bir konudur. İnsanlığın geleceği için bu konuda büyük bir çaba gösterilmesi gerekmekte ve uygulamaya geçirilmesi sağlam yaptırımlara dayatılmalı.
Yanlış bilinen, ögrenilememiş ve eğitilememiş doğrular
Eğitimin şart olduğunu savunuruz hep ama kulaktan dolma bilgilerden de vazgeçemeyiz. „En iyi bilgi şimdiye kadar bilinendir“ tarzı bir düşünce yatar bilinç altında. Yeni fikirlere pek de açık değilizdir. Söylenilen sözden ziyade kişiye göre değişir kullanılan cümleler; içeriğine bakmaksızın bazen ağır şekilde saldırılara bile uğrar sözü sarfeden zat-ı muhterem. Öğrenilememiş, eğitilememiş doğrulara gelince. Yanlış bilinen doğrulardan pek farkı yoktur aslında. Bazen kişilerden kaynaklanır, bazen de içinde yaşanılan toplumdan. Giderilmesi göründüğü kadar zor değildir aslında. Biraz emek ve sabır yeterlidir coğu zaman.
Zamanın getirdiği maneviyat yozlaşısı (dejenerasyonu)
Batılılaşma adı altında yok olma yolunda ilerliyoruz; batılılardan daha batılı olduk. Türkiye´de de batı özentili insan var fakat hayatlarının ucundan kenarından özüne bağlıların sayısı da küçümsenmeyecek sayıda olduğu için bir nebze birbirini dengeliyor durum. Ancak gurbetteki Türklerin yada Türk asıllıların durumu bu konuda pek vahim. Aile olgusundan tutunda kardeşlik bağlarına, sıradan arkadaşlıkların dostluk diye tanımlanmasına, özgürlük adı altında sorumluklardan kaçanlara, saygıyı – sevgiyi ağızlarda sakız gibi çiğneyerek laçkalaşmasına,…yok ediyoruz ve
beraberinde bizi BIZ yapan özelliklerimizle beraber yok olma yolunda ilerliyoruz.
Asimilasyondu entegrasyondu diye yapılan çıkışlar
Yaşanılan ülkeye uyum elbette ki şart. Kendi benliğinden ödün vermeden elbette. Ama dikkat çekici olan özellikle Almanya´da yaşananlar. Avrupa´nın birçok ülkesinde Türk yaşamakta ve hepsi kendi ihtiyaçlarını kendileri giderecek kadar o ülkenin dilini bilmekte. Burada ise yani Almanya´da 18 yıldır yaşayıp da hala bir tercüman ile doktora gidenler var. Kendi çocuğuna özünle ilgili eğitim vermek istiyorsan öncelikle kendin çaba göstereceksin. Armut piş ağzıma düş yapmıyacaksın. Eğitim ailede başlar sonradan çevrede gelişir. Nasıl ki araba kullanmak istiyorsan ehliyet alacaksın – ehliyet alacaksan trafik kurallarını bileceksin – evde oturup öğreneceksin kuralları bu kadar basit.
Tüketime mahkum edilen bireyler
Diziler ve magazinler basta olmak üzere ekonomik krize rağmen artışı dinmeyen alış-veriş çılgınlığı da diyebiliriz bu madde için. Yeni dönem zirvelerde olan bu tüketim furyası aldı başını gidiyor. Banka hesapları eksi limitlerini doldurmuş, kredi merkezlerinin kara listelerine girilmiş, maaş gelmeden harcaması yapılmış, gelen de hesaptaki açığı kapatamamış olsun ne fark eder, son moda bende olsun değer. Böyle mentaliteye sahip kişilerin sayısı her geçen gün artmakta. Farkında olmadan çoğu zaman bizler de bu furyanın rüzgarında savruluyoruzdur kimbilir?
Çalınmış gelecek ve umutlar
Geleceklerin çalındığı, umutların köreldiği, günlük yaşantıların revaçta olduğu günümüzde sebebleri çoğaltmak hiç de zor değil aslında. Yarına dair beklentiler yitirilme yolunda ilerlerken yok olma tehlikesinin çanları çalmaya başladı bile. BUGÜN ile sınırlı hayatların kendisine hayrı dokunmazken kendinden olma çocuklarına ne faydası olabilir ki? Bazen gençlere soruyorum gelecekle ilgili beklentilerini. Aldığım cevaplar beni karamsarlığa düşürüyor. Güzel örnekler elbette ki var. Ancak güzel olanlar ile övünmek yerine eksiklerle uğraşılsa, yaralar kapatılsa toplumumuz için daha faydalı olacağı kanısındayım. Birçok sosyal kuruluş kendilerinin de çabası ile güzel örnekleri sunuyor. Yabancı basından da negatif örnekleri izleyince hiddetleniyoruz. Uç noktaları bırakıp orta yolu bulmanın zamanı gelmedi mi? Artık bir kaç adım atmanın zamanı. Başkasından beklemeden.
Kimilerine göre Afrika atasözü kimilerine göre Kızılderili atasözü olan „bir çocuk yetiştirmek için koca bir köye ihtiyaç vardır“ düşüncesine inandığım için çevremdeki herkes için çok uğraştım. Bugün bakıyorum da bir çoğu için boşa kürek çekmişim. Emeklerimin boşa gitmesinden çok, körpecik beyinlerin körelmeye mahkum edilmesine üzülüyorum.
Ben başkaları için koşturmaktan yoruldum. Hazır gelen hizmetin değeri olmuyor buna kanaat getirdim. İnsanlar uğurlarında koşturduğu zaman kıymet veriyor bunu gördüm. Bazen insanların burunlarının sürtülmesi gerekiyor ki akılları başlarına gelebilsin bunu anladım, „Bir musibet bin nasihattan daha iyidir“ misali.“
Görüşlerini bizimle paylaşan okurumuza tekrar candan teşekkür etmek istiyorum. Aslında yazısında derinliğine değinilmesi gereken bir çok noktaya, tabiri caiz ise yaraya parmak bastı. İleriki yazımızda bu konuları birazda kendi bakış açımız ve gözlemlerimizden yola çıkarak değerlendireceğiz.
Bir yanıt yazın