DÖRT “K” HAREKÂTI
Hüseyin MÜMTAZ
Kanal, Kandil, Kalkan ve Kara harekâtı..
İçimiz dışımız “harekât” oldu ve hepsinin kuyruğu birbirine dolaştı.
Biz Afrika’da “Genişlettirilmiş Arap Baharı”nın meyvelerini toplamaya çalışırken içeride ortalık toz duman.. Oslo ile Malatya Kürecik arasında gidip geliyoruz.. NATO’nun Füze Kalkanı projesinin radarı Malatya’ya, füzeleri Romanya’ya, Komuta kontrol karargâhı da Almanya’ya kurulacakmış.
Yâni davul bizde ama hem tokmak, hem de tokmağı tutan el başkasında.
Malatya, “Doğu Akdeniz’deki gemilerle Türkiye’nin doğusunu aynı anda görebilme kriterini sağladığından” seçilmiş.
“Türkiye’nin doğusu”nu anladık da, “Doğu Akdeniz” ne oluyor?
“Doğu Akdeniz”de NATO(Amerika)’nun “en büyük müttefiki” İsrail var.
İran Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Başkanı Alaadin Burujerdi’nin, “Bölgedeki Müslüman ülkelerinin, NATO’nun çıkarlarına hizmet edecek önlemler almamaları gerektiği”ni söylemesi; bu “kalkan”ın acaba İran (nükleer bomba taşıyan) füzelerine karşı İsrail’i koruyup kollamak amacıyla mı oluşturulduğu düşüncesini akla getiriyor, şeytan işte.
Ama nasıl olur, İsrail’le şu aralar fena halde “bozuk” değil miyiz?
Malatya’daki bu “radar”, nereden gelirse gelsin “Doğu Anadolu” ve “Doğu Akdeniz”e doğru kalkan bir füzeyi görecek mi, görecek. Aynı anda o fotoğrafı Almanya’daki Karargâh da görecek mi, o da görecek. “Doğu Anadolu”ya doğru geliyorsa tamam meşru müdafaa, ama ya hedef “Doğu Akdeniz” deki küçük bir ülke ise, Doğu Akdeniz ile NATO’nun ne ilgisi var?
Bu takdirde Almanya’daki Amerikalı’nın, Romanya’daki füzelerin düğmesine basmasına Kürecik’deki Türk engel olabilecek mi, “Yahu boşa harcamayın şu füzeyi!” diyebilecek mi?
Acaba bu “kalkan” hadisesi, “Genişlettirilmiş Arap Baharı”nın meyvelerini toplama harekâtını gölgeledi mi yoksa “zamanlama” aslında tersini mi amaçlıyordu?
Aynı anda bir de “Oslo Mülakatı” patlak verdi.
“Oslo Mülakatı”nın fâş edilmesi ile eş zamanlı olarak da BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş taşı gediğine koyuyor;
“Şu saatten sonra artık ’İmralı’ya heyet gitsin, görüşün’ demiyoruz. Görüşecekseniz serbest bırakın, dışarıda görüşün. Biz artık Sayın Öcalan’ın özgürlüğünü istiyoruz. Kürt sorunu çözme konusunda samimiyseniz yol yöntem budur. Çözüme inanıyorsanız yaparsınız. Başka yol bilmiyoruz. Kıvırmaya gerek yok. Kürt halkının muhataplarını muhatap almadan sorun çözülmez” diyor. “Bakın kamuoyunda kıyametler kopmuyor. İnsanlar diyalogun, müzakerenin yapılması gereken akılcı yollar olarak görüyor. Demek ki istenirse PKK ile de, Sayın Abdullah Öcalan’la da müzakereler açık bir şekilde yürütülebilir” diyor. “Hükümet binlerce askeri Kandil’e göndermekten vazgeçmeli. Kandil’e gönderecekse bir müzakere heyeti göndermeli, birini de İmralı’ya göndermeli. Bunu da halkın bilgisi ve hakemliği dâhilinde yapmalı” diyor.
Ağzı torba değil ki büzesin, diyor oğlu diyor..
Demirtaş, “Kandil’e asker değil heyet gönderilsin” derken İçişleri bakanı İdris Naim Şahin de Alman Bakan Maria Böhmer’le görüşmesinden sonra yaptığı açıklamada Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yönelik başlatılması gündemde olan kara harekâtıyla ilgili gelinen noktayı değerlendiriyor ve “Sınır komşusu ile yapılan görüşmelere bağlı olarak her an yapılabilir” diyor.
“Sınır komşusu” ânında ses veriyor..
“Türkiye bir yandan sınırda kara harekâtı için askerî hazırlıklar yaparken diğer yandan da Kuzey Irak’taki Kürt Yönetimi’yle pazarlıklarda sonuç aşamasına ulaştı. Taraf gazetesinin haberine göre Türkiye, Kürt Hükümeti’nden ayrıca Xinere, Çemço, Dola Akoyan, Balende, Dolakoke bölgelerindeki yolların güvenliğinin sağlanmasını istedi. Türkiye, bu konuda Kürt Hükümeti’nden güvence bekliyor. Türkiye’nin sınır bölgelerinde çok büyük yığınak yaptığını gözlemleyen Kürt yetkililer ise operasyon süresinin uzamaması için Türkiye’den garanti vermesini istiyor. Türkiye zaman konusunda operasyondan saatler öncesinde Kürt Yönetimi’ni bilgilendirebileceğini belirtiyor. Operasyonun bitişi ile ilgili olarak da Türkiye tarih vermekten kaçınıyor. Türkiye’nin Kandil’e yakın bölgelerde talep ettiği askerî ve lojistik üsler için ise Kürt Yönetimi henüz resmî bir yanıt vermiş değil. Türk tarafının acil yanıt beklediği bu konuda Kürt tarafı görüşmeleri ağırdan alarak biraz daha zaman kazanma peşinde. Fakat TSK’ya bağlı birimlerin Kandil bölgesindeki iletişim GSM hatlarını, uydu telefonlarını kayda almak için gerekli sistemleri Kuzey Irak’a taşıdığı öğrenildi. Türkiye, bu sistemleri, Çaykurna kasabası yakınlarında talep ettiği bir askerî üsse taşımaya hazırlanıyor. Operasyonlar süresince TSK’nın en aktif kullanacağı araçlar arasında helikopterler olması bekleniyor. Sınırın Irak tarafında Hakkâri’nin Şemdinli İlçesi’ne yakın Bermize-Diyana bölgelerinde bir helikopter üssü kurulması da gündemde. Ancak bu durum operasyonun uzun süreceğine işaret ediyor. Kürt Yönetimi, daha önce kendi bölgelerine sığınmış olan eski PKK’lıları Türkiye’den talep gelse bile teslim etmeyecek. Türkiye’den ekim ayına kadar zaman isteyen Kürt Hükümeti, daha fazla beklemeye niyeti olmayan Türkiye’nin kara harekâtına Xinere, Çemço ve Çaykurna hattından göz yumacak”.
Fazla lâfa hacet yok; “sınır komşusu” Barzani ne istiyor; Ekime kadar süre ve kendi belirlediği üç hattan geçsin “kara harekatı” diyor..
Ekim ayında o coğrafyada Kara Harekâtı ha, güldürmeyin insanı.
10 yıl önceki reddedilen teskere zamanında da peşmerge Türk askerinin, Kürt bölgelerinden geçmesini istememişti.
Ve Barzani’ye “danışılan” Kara Harekâtı ha, güldürmeyin…
İsterseniz buna “Kara Harekâtı” değil de “Nafile Harekât” diyelim.
Aslında işin ilginç yanı; “İçişimiz” Suriye’ye görüşmelerde bulunmak üzere Dışişleri Bakanımızı göndermemiz, Kandil’e Kara Harekâtı konusunda da “İçişleri Bakanı”nın açıklama yapması.
Siz hiç bu kadar hazırlık ve danışıklı görüşmeden sonra bir de harekât yapılacak bölge sâkinlerinin izni istenilen kara harekâtı duydunuz mu?
Hiç davul zurna ile ilân edilen “Kara Harekâtı”nın “kıymet-i harbiyesi” olur mu? Dikkat buyurun, Harbiye’nin kıymetinden değil, harekâtın harbiyesinden bahsediyorum.
Barzani bir sabah çalınan kapısını açar, karşısında Türk askerini görür, harekât budur.
Yahut Karayılan bir gece ansızın helikopter sesleriyle beraber pijamasını çıkaramadan penceresinden giren Türk askeriyle “karşılaşır”. Tıpkı Makarios’un 1974’de yaşadığı gibi.
Yine yaparız..
Fakat … Bu kadar lâftan sonra daha hâlâ yüreği olan varsa açsın kitabı 14-15 Ocak 1915 gece yarısı Gazze-Birüssebi-Tih sahrası üzerinden Süveyş Kanalı’na taarruz eden İmparatorluğun Dördüncü Ordusu’nun “Kanal Harekâtı”nı okusun..
Tarihi yazmaya sonra kalkarız.
15 Eylül 2011
57’NCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
mumtazbay@hotmail.com
Bir yanıt yazın