TOPAL OSMAN VE TOPALLI
Hüseyin MÜMTAZ
Konu ile ilgili önceki yazılarımda da bahsetmiştim, elimizde çok önemli bir eser var; “Müdafaa-i Hukuk ve İstiklâl Harbi Tarihinde GİRESUN”.
“Giresun Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Yazı İşleri Sorumlusu” (S.25) Osman Fikret Topallı’nın anılarını ihtiva eden kitap Serander Yayınları tarafından Trabzon’da Temmuz 2011’de yayınlanmış.
Bu kıymetli eseri millî hafızamıza kazandıran yayınevi ve değerli Veysel Usta’ya teşekkür borçluyuz.
Topallı; milliyetçi, okumuş, meraklı ve yazmayı seven, nahiye müdürlükleri gibi idareciliklerde de bulunmuş olması nedeniyle çevresindeki olaylara vâkıf bir insan. Anıları ve notları; Giresun ve çevresinde İmparatorluğun yıkılış-Milli Mücadele ve Cumhuriyetin kuruluş dönemine ışık tutuyor.
Ben çok az eserde, o sıkıntılı devrin Giresun’un günlük hayatına yansımasını bu kadar canlı ve net bulabilmiştim. Ve o ortam iyice anlaşılamadan genelde Müdafaa-i Hukuk ve Kuvayı Milliye’nin; Giresun özelinde ise Hüseyin Avni Alpaslan ve Osman Ağa’nın başardıkları işin ciddiyeti ve öneminin doğru kavranamayacağını düşünüyorum.
İmparatorluk yıkılıyor, ordu mağlup, silahları elinden alınmış, azınlıklar sokağa ve dağa çıkmış, işgalci her yerde onlarla beraber, memleket bölünüyor ve Türkler sahipsiz.
1000 yılın hesabı görülüyor, Türklüğün defteri dürülüyor.
Sokakta, fındık bahçesinde, dağda, belde, kayıkhanede, sahilde devlet yok, otorite yok, zaptiye yok, orman kanunu hâkim.
İşgal kuvvetleri çeteleri, azınlık çeteleri her zaman, her yerde.
İşte Topallı, kişisel tanıklığında bu “vaziyet ve manzara-i umumiyeyi” çok güzel anlatıyor. Kitabın 71’inci sayfasında yer alan, “İskele’deki Mithatpaşa Oteli’nin denize nâzır küçük salonunda” oturmakta olan “Kumandan” Hüseyin Avni Alpaslan ile Osman Ağa’nın, Tomoğlu İsmail’in gelişi ile takındıkları tavır; “ilişkiler” ve “statü”nün belirleyiciliği açısından baha biçilmez nitelikte. Tomoğlu İsmail içeri “alınıyor”, “Kumandan” –otur- demiyor, Osman Ağa “sıkılarak” -hoş geldin- diyor; Osman Ağa “Kumandan’a” hitapla –Müsaade buyurun da otursun- diyor. Görüşmenin sonunda da Osman Ağa “Kumandan’a” dönerek; -Müsaade buyurun da şimdi kalsın- diyor.
Ama; Bu çok önemli eser; bazı dostların eserin bizatihi kendisine yanlış bakış açıları ve pazarlama-takdim şekilleri sonucu ne yazık ki, Osman Ağa’nın Havza’ya Atatürk tarafından çağırılmadığı ve böyle bir görüşmenin gerçekleşmediği konusunu ispatlamak için yazılmış bir kitap haline dönüştürülmüştür.
Kitap’ın yayınlandığını haber veren ilk yazı bile www.giresungazete.net de, aynı mantık ve üslûpla kaleme alınmıştı.
Vakti zamanında bu “yayınlanmamış anılar”a, bilhassa bu “Havza Buluşması” konusunda o kadar önem atfedilmişti ki; “Osman Ağa külliyatının akademik disiplin-terbiye-nezaket ve objektiflik içinde şimdiye kadar yayınlanmış tek eseri” nitelemesini yapmış olduğumuz Prof.Dr. Süleyman Beyoğlu’nun BENGİ’den yayınlanan “Milli Mücadele Kahramanı Giresunlu Osman Ağa” adlı kitabı bile (İstanbul-Ağustos 2009) bu iddianın etkisinde kalmaktan kurtulamamıştı.
Bu “şemsiye” ne yazık ki Topallı’nın anılarına da aslında “olmayan”, mevhum bir görev atfetmektedir.
Malûm sorunun; “Atatürk, Osman Ağa ile Havza’da buluştu mu?” şeklinde değil de statü icabı “Paşa, Osman Ağa’yı Havza’ya çağırdı mı?” şeklinde sorulmuş olması gerektiğinin altını konu ile ilgili önceki yazılarımızda çizmiştik.
Tarihle ilgili bir konuda “belge yoksa tanıkların ifadeleri” geçerli olduğu ve bahse konu tarih aralığının da yakın bir tarih; hâttâ bu tarihi “yapanların”, torunlarını bırakın çocuklarının büyük kısmının yakın zamanlara kadar aramızda, bazılarının da halen hayatta olmaları gerçeğinden hareketle Giresun’da Osman Ağa hakkında konuşurken, yazarken, yorum yaparken iki defa düşünmek gerektiği konusundaki düşüncemi halen korumaktayım.
Profesör Doktor Süleyman Beyoğlu kitabının 60-66’ıncı sayfalarını bu görüşmeye ayırmıştı.
Bu kitap ve bu “buluşma” ile ilgili düşüncelerimizi daha önce defalarca belirttiğimiz için burada tekrara lüzum görmüyoruz.( ); ( ); ( )
Geliyoruz Topallı’ya..
408 sayfalık kitapta konuyla ilgili olarak yer alan ilgili bölüm sadece 8 satır ve aynen şöyle;
“Hüsameddin Bey’in bu noktada büyük hatası vardır. Çünkü Osman Ağa’nın ondan önce Ferit Paşa hükümetine isyan ederek köylere çekildiği ve arkadaşlarıyla Karahisar’da bulunduğu günlerde (Temmuz 1919) affedilerek doğruca Giresun’a avdet eylediği bizzat müşahedelerim ve bu babda o zamanki Karadeniz’deki başmakalemle bana hediye ettiği –Karahisar’da çekilmiş bir grup fotoğrafıyla da sabittir. Filhakika Ağa’nın Paşa ile mülâkatı olmuştur. Fakat bu Ankara’dadır. Paşa’nın daveti üzerine vuku bulmuştur. Buna ait notlarım da vardır.”
Yani Topallı diyor ki; Ağa Temmuz 1919’da Karahisar’dan doğruca Giresun’a geldi, Karahisar’da fotoğraf da çektirdi, bana hediye etti, demek ki “bu arada” Havza’ya gitmedi.
Ağa yanlış yapmış.. Keşke Mayıs 1919 Havza ziyaretinin fotoğrafını da, hâttâ mümkünse ses kayıtlarını da imzalayıp Topallı’ya hediye etmiş olsaydı..
Sakın yanlış anlaşılmasın.. Topallı’nın aziz hâtırasına saygısızlık etmek istemiyoruz, itirazımız dayanaksız iddialarına Topallı’yı âlet etmeye çalışan çakma zamane müverrihlerine.
Şimdi Topallı’yı doğru yere koymak lâzım. Kendileri “Giresun Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Yazı İşleri Sorumlusu”dur. Alın zamanımızdaki bir takım cemiyet/dernekleri. Yönetim Kurulu ayda bir toplanır, toplantı hakkında “yazman” (Yazı İşleri Sorumlusu) not tutar, defter imzalanır ve dağılınır. Başkan, üyeler bir dahaki toplantıya kadar her biri kendi işlerine, hayatlarına ayrılır. Yazman, Başkan’ın refakatinde değildir. Günlük işlerini not almaz. Başkan da her şeyini “Şunu not et” diye yazmana bildirmez.
1919 Mayıs’ının “ahval ve şeraitinde” Çete Reisi, Cemiyet Reisi Osman Ağa’nın, Ordu Müfettişi ile görüşmesini Yazman’a haber verip not ettireceğini mi düşünüyorsunuz? Ne yazık ki o zaman “tri ci” teknolojisi henüz icat edilmemişti efendiler..
Bir de taşları doğru yere oturtmalıyız. Rahmetli Topallı, milliyetçidir, çok önemli hizmetleri olmuştur, bölgesel mücadeleye katılmıştır ama nihayet bir “Nahiye Müdürü”dür.
Nahiye Müdürü’nün; “o zamanın teknik imkânları ile” bırakınız Ordu Müfettişini, fakat bağlı olduğu bir kaymakam veya vali’nin bile bütün günlük görüşmelerinden haberi olması düşünülemez.
Nerede kaldı “Çete Reisi”nin..
Topallı’nın; yaşadığı o dağdağalı zamanla ilgili ama sadece “çevresindeki” olayları “tanık olabildiği ölçüde” ve başarıyla aktardığı görülüyor. İyi ediyor.
Ama gerçekten kıymetli ve samimi anılarına olmayan vehimler yüklemek de malûm mütefekkir ve müfessirlere yakışmıyor.
Zaten kitabın “Giriş” bölümüne ait 51 ve 52’inci sayfalarda; “Osman Fikret Bey’in –Müteferrik Notlar-…ının bir kısmı, Osman Fikret Bey’in kitabını kaleme almaya başladıktan sonra çeşitli gazete, dergi ve kitaplarda yayımlanan bilgi ve belgelere dair tutulan notlar ile bunlar hakkında yapılan yorumlardan oluşmaktadır” ibaresi mevcuttur ve Havza meselesinin de bu bâpta ele alındığının altı çizilmiştir.
Demek ki Topallı; a)tanık olabildiği olayları b)milliyetçi bir görüş açısıyla not etmekte; ve c) tanık olmadıklarını da gazete ve dergilerden elde ettikleriyle yorumlamaktadır.
Biz kitapta Topallı’nın Osman Ağa ile beraber Ankara’ya gittiğine, 42 ve 47’inci Alaylar’la beraber Sakarya’ya iştirak ettiğine dair bilgiler bulamadık. Ama “yorumlar” bulduk. Demek ki mevhum “Ankara Mülakatı” da sadece yorumdan ibarettir, vesselâm.
Şu Havza Meselesi’nden ben sıkılmaya başladım.
Bir tarafta Teşkilât-ı Mahusa Reisi ve “zamanın” Süvari Albayı Hüsamettin Ertürk’ün söyledikleri…
Öbür tarafta Bulancak Nahiye Müdürü ve “Giresun Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Yazı İşleri Sorumlusu” Osman Fikret Topallı’nın..
Her ikisi de “işgal ettikleri makam dolayısı” ile “ulaşabildikleri bilgileri” yazıyorlar.
Siz “Şu Havza Meselesi”nde hangisine inanıyorsunuz?
57’NCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
Bir yanıt yazın