Doğu Akdeniz’de Isınan Sular
Filistin’e yardım götüren Mavi Marmara gemisindeki katliamdan sonra BM’de oluşturulan panelin raporu nihayet yayınlandı. Daha doğrusu, bazı taktikler gereği önce New York Times’a sızdırıldı, sonra resmen açıklandı. Kararın açıklanması İsrail’in talebi ile üç kez ertelenmişti. Aslında bu defa İsrail altı aylık bir erteleme daha istiyordu. Zaman kazanarak ortamı soğutmak, talepleri yumuşatmak için. Kararın açıklanmasından önce yeni bir erteleme talebi ve İsrail’e yakın bir gazeteye raporun sızdırılmasında önemli taktikler bulunmaktadır ki İsrail bunu hep yapmaktadır.
Raporu hazırlayan panelin başkanı Palmer ve yardımcısının, hazırlık döneminde İsrail yanlısı tutumları, komisyondaki Türkiye temsilcisini rahatsız etmiş ve bu konuda rapora şerh koymuştur. Tarafsız olması gereken başkan ve yardımcısının bu tutumuna karşın Türkiye temsilcisi tecrübeli diplomatın niçin böyle bir komisyonda sonuna kadar beklediğini anlamak güç. Çünkü rapor, temel konularda tahminlerin üzerinde İsrail yanlısı ifadeler kullanmaktadır. Halbuki rapor hiç hazırlanmasaydı daha iyi olurdu. Bir yönüyle Musul meselesini Milletler Cemiyeti’ne havale ederken yaptığımız hatayı yaptık.
Bu rapor, İsrail askerlerinin Mavi Marmara gemisindeki katliamını, çayını döken yaramaz çocuğa “benim çocuğum bir daha çayını dökmez, dikkat eder” diyen bilge baba üslubu ile uyarıda bulunmaktadır. Rapordaki şu ifadelere bakalım: “Askeri olmayan gemilere karşı deniz ablukası uygulayan devlet, kuvvet kullanma hususunda dikkatli olmalıdır. Öncelikle gemileri şiddet içermeyen araçlarla durdurma yönünde çaba gösterilmelidir. Kesin bir gereklilik olmadıkça kuvvet kullanılmamalı, gerektiğinde ise ablukayı sürdürme amacına uygun olarak asgari düzeyde güç kullanılmalıdır. İlgili devletler gerektiğinde gemileri kendilerine yönelik kuvvet kullanılacağına dair açık uyarı göndermelidir.”
Raporun hukuki bağlayıcılığı olmadığı kesin olup, bu konu metinde de ifade edilmektedir. Ancak bunun hiçbir kıymeti olmadığını söylemek mümkün değildir. İsrail’in diplomatik ve istihbarat gücü burada da ortaya çıkmış, öncelikle kendi lehine rapor hazırlayacak kişilerin panelde görev almasını sağlamıştır. İstediği doğrultuda hazırlanan ve İsrail tarafından kabul edilen raporun bağlayıcılığı olmasa da İsrail her fırsatta buna atıfta bulunacak, bundan sonraki diplomatik zeminlerde “boşluk doldurucu” olarak kullanacak, kamuoyu baskısı oluşturmada başvuracaktır. Bu tür bağlayıcı olmayan nice metinler “soft law” (yumuşak hukuk) etkisine sahip olabilmektedir. Ancak bu gelişmelerde İsrail’in sıkıştığı birçok husus bulunmaktadır.
Karşı tedbir olarak Türkiye’nin Milletlerarası Adalet Divanı’na dava açabilir. Ancak sonuç alma konusunda birçok tereddütler var. Süreç şöyle işleyecektir: Dava dosyasını iki taraf birlikte sunmadığı takdirde, Divan İsrail’den savunma isteyecektir. Verilen işaretlere göre İsrail bu konuda Divan’ın yetkisini kabul etmeyecek ve dava düşecektir. Belki de Divan, İsrail’den savunma dahi istemez, çünkü bu yönde İsrail’in beyanları var. Davanın kabul edilmesi için İsrail’in de talepte bulunması, hiç olmazsa savunma vermesi gerekmektedir. Ankara’nın taktiği İsrail’i mahkemeden kaçarak uluslararası kamuoyunda zor durumda bırakmak ise burada sıkıntı var. Çünkü Türkiye daha önce Yunanistan’ın kıtasahanlığı konusunda açtığı davayı, yetki yönünden reddetmişti.
Bir yıldan fazla süren gerginlik sürecinin Doğu Akdeniz’deki aşaması Türkiye-İsrail ilişkileriyle sınırlı değil. Uluslararası Hukuk’tan kaynaklanan açık denizlerde sivil gemilerimizi koruma hakkını kullanmayı dile getirirken aynı bölgede Kıbrıs Rum kesiminin doğal gaz çıkarma programı işlemektedir. Dünyanın en zengin rezervlerinin bulunduğu tahmin edilen bölgede Rum kesimi ile İsrail, ABD şirketleri ve Rusya uzun zamandır çalışmalar yapmakta veya bu konuda temaslar yaşanmaktadır. Yunanistan ince bir strateji ile soruna AB’yi de dahil etmeye çalışmaktadır. Kıbrıs Rum kesiminin önümüzdeki dönem başkanlığının bu boyutu da sözkonusudur. Türkiye ise adada barış yapılmadığından Kıbrıs’a ait münhasır ekonomik bölgede, çatışma bölgesi olarak böyle bir faaliyetin kabul edilemeyeceğini beyan etmektedir. Aksi faaliyete güçle karşılık vereceğimizi deklare ettik.
İsrail’e karşı tedbirlerimizin Kıbrıs Rum boyutu yeterince dile getirilmemektedir. Kimse savaş istemese de İsrail bu ilişkileri çatışma istikametinde etkin bir şekilde kullanacaktır. Artan terör saldırılarının da bu ilişkiler boyutu bulunmaktadır. İsrail’le ilişkilerimizin taban yaptığı dönemde, Türkiye’nin aynı zamanda İsrail’i İran’a karşı koruyacak savunma sisteminin en önemli unsurlarına ev sahipliğinin uygulamaya girmesi kafaları hepten karıştırmaktadır. Çünkü Türkiye’nin İran’a karşı bu sistem konusunda NATO üzerinden ABD baskısına direnememesi ile İsrail için en önemli güvence sağlanmış olmaktadır. Polonya ve Çek cumhuriyetinde kamuoyu baskısıyla kabul edilmeyen sistemlere karşı Türkiye’de kamuoyu gazı mı alınmaktadır?
İsrail’in bir yıla yakın oyalamasından sonra Türkiye’nin aldığı kararlı tedbirler içeride ve dışarıda genellikle haklı karşılanmıştır. İsrail’in gerek Yahudi lobisi üzerinden finansal, ekonomik, medyatik, istihbari ve diplomatik saldırılarına karşı gerekse stratejik işbirliği yahut çıkarbirliği içinde olan başta ABD ve Rum kesimi olmak üzere diğer ülkeler üzerinden manevralarına karşı Ankara’nın başarıyla uygulayacağı B planları olduğunu ümit ediyoruz. Öte yandan en az Filistinliler kadar insan hakları ihlaline maruz kalan başta Doğu Türkistan olmak üzere diğer halklar için de hiç olmazsa diplomatik yolla sesimizi yükseltmeliyiz.
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Öncevatan, 06.09.2011