Toplumsal Çözülme ve Bayramlar

Bütün okuyucularımın Ramazan Bayramını Kutlar, sağlık ve mutluluk dolu nice bayramlar dilerim.
Artık bayramların manası benim için farklılaşmaya başladı.
Çocukluğu geçen asrın üçüncü çeyreği içinde geride bırakıp yetişkin haline gelmem, hayatımda ilk kez bayramlara
bakışımın da değişmesine yol açmıştı.
Genç bir delikanlı olup mücahit elbisesini giyince, artık çocuk olmadığımı kavramıştım. O güne değin büyüklerin
elini öpüp, lokum ve şilin alırken artık boyum ve elbisem çocuk olmadığımı söylüyordu bana.
Saf değiştirmenin zamanı gelmişti.
Bir yetişkin olarak büyükleri gene ziyaret edip el öperken, çocuklara da şilinlerini vermeye başlamıştım bu
farkındalıktan sonra bayramlarda.
Benim için o yaşta, eski bayramlar ile yeni bayramlar arasındaki en büyük fark buydu.
Ve yıllarca sürdü gitti bu şekilde.
Sanırım ikinci değişimi de 21. Yüzyılın içinde yaşamaya başladım, gençlik yıllarından yaşlılık yıllarına geçtikten
sonra.
Toplumsal faaliyetleri, birliği, beraberliği ve ortak bir etkinlikte buluşmayı arar ve özler hale geldim.
Asırlardır süregelen toplumsal yaşamımızın, teknolojinin gelişmesine paralel olarak bireysel yaşama dönüştüğü
günümüzde bayramlar, sünnetler, düğünler ve maalesef de cenazeler bir araya
toplanıp, birbirimizi görüp konuşabildiğimiz ve hasret giderdiğimiz etkinler haline
geldi.
Eskisi gibi ve eski sıklıkta bir araya gelemiyoruz artık.
21. yüzyılın hızlı tempodaki yaşamı, zamanın yetersizliği, “ego ve ben” duygularının “biz ve toplumumuz” kavramını
yerle bir etmesi, teknolojik gelişmelerin bireyleri tekeş haline getirmesi,
uzaklık olgusunu yok ederek birbirlerine sanal olarak bağlaması ve iletişim
olanaklarının yüz yüze canlı olarak görüşmeyi gerektirmeden aygıtlar aracılığı
ile yapılabilir olması insanları birbirine daha da yaklaştırmak bir yana- tam
ters etki yaparak- birbirinden kopardı.
Bu kopuş sonrasında insanların arasındaki bağlar incelmeye, mesafeler de uzamaya başladı. Bireysel çıkarlar,
toplumsal çıkarların önüne geçti.
Asırlardır süregelen çoğula yönelik düşünce ve kavramlar, tekile ve bireysele dönüştü.
Eskiden böyle değildik.
Tüm faaliyetler, etkinlikler ve yaşam, bireysel değil toplumsaldı.
60’lı yıllardan öncesini pek bilmiyorum ama özellikle 1963-1974 döneminde, Rumların biz Kıbrıslı Türkleri bölük pörçük,
kimimiz köylerde, kimimiz kasabalarda toplamda adanın yüzde beşi gibi küçücük
bir alana hapsederek adeta bir açık hava hapishanesinde yaşama mahkûm etmesi
hepimizi birbirimize kenetlemişti.
Var olabilmek, yaşamımızı sürdürebilmek ve çocuklarımıza yaşanabilir bir gelecek hazırlayabilmek için hep birlikte
hareket ediyorduk.
Rumların saldırıları ve tehditleri adeta bir tutkal gibi birbirimize yapıştırmıştı.
Bireysellik yoktu bizim dünyamızda,hiçte olmamıştı.
Çıkarlar kişilerin üzerine değil, çoğulun, halkın üzerine kurgulanıp uygulanıyordu.
Bir kişinin sorunu ortak sorun olarak algılanıp, toplu bir hareketle çözümleniyordu.
Oysa yıllar ve teknolojik gelişmeler önümüze yeni bir kapı ve yeni bir gelecek açarken, beraberinde kaçınılmaz bir toplumsal
değişimi getirip, bizi birbirimizden koparmaya başlamış yıllar içinde…
Fark ettirmeden, yavaş yavaş. Sinsice ve haince.
Hiçbir şey eskisi gibi aynen devam edemedi maalesef.
Keşke edebilseydi…

Prof. Dr. Ata ATUN
29 Ağustos 2011

 

Bütün okuyucularımın Ramazan Bayramını Kutlar, sağlık ve mutluluk dolu nice bayramlar dilerim. Artık bayramların manası benim için farklılaşmaya başladı.
Çocukluğu geçen asrın üçüncü çeyreği içinde geride bırakıp yetişkin haline gelmem, hayatımda ilk kez bayramlara bakışımın da değişmesine yol açmıştı.
Genç bir delikanlı olup mücahit elbisesini giyince, artık çocuk olmadığımı kavramıştım. O güne değin büyüklerin elini öpüp, lokum ve şilin alırken artık boyum ve elbisem çocuk olmadığımı söylüyordu bana.
Saf değiştirmenin zamanı gelmişti.
Bir yetişkin olarak büyükleri gene ziyaret edip el öperken, çocuklara da şilinlerini vermeye başlamıştım bu farkındalıktan sonra bayramlarda.
Benim için o yaşta, eski bayramlar ile yeni bayramlar arasındaki en büyük fark buydu.
Ve yıllarca sürdü gitti bu şekilde.
Sanırım ikinci değişimi de 21. Yüzyılın içinde yaşamaya başladım, gençlik yıllarından yaşlılık yıllarına geçtikten sonra.
Toplumsal faaliyetleri, birliği, beraberliği ve ortak bir etkinlikte buluşmayı arar ve özler hale geldim.
Asırlardır süregelen toplumsal yaşamımızın, teknolojinin gelişmesine paralel olarak bireysel yaşama dönüştüğü günümüzde bayramlar, sünnetler, düğünler ve maalesef de cenazeler bir araya toplanıp, birbirimizi görüp konuşabildiğimiz ve hasret giderdiğimiz etkinler haline geldi.
Eskisi gibi ve eski sıklıkta bir araya gelemiyoruz artık.
21. yüzyılın hızlı tempodaki yaşamı, zamanın yetersizliği, “ego ve ben” duygularının “biz ve toplumumuz” kavramını yerle bir etmesi, teknolojik gelişmelerin bireyleri tekeş haline getirmesi, uzaklık olgusunu yok ederek birbirlerine sanal olarak bağlaması ve iletişim olanaklarının yüz yüze canlı olarak görüşmeyi gerektirmeden aygıtlar aracılığı ile yapılabilir olması insanları birbirine daha da yaklaştırmak bir yana- tam ters etki yaparak- birbirinden kopardı.
Bu kopuş sonrasında insanların arasındaki bağlar incelmeye, mesafeler de uzamaya başladı. Bireysel çıkarlar, toplumsal çıkarların önüne geçti.
Asırlardır süregelen çoğula yönelik düşünce ve kavramlar, tekile ve bireysele dönüştü.
Eskiden böyle değildik.
Tüm faaliyetler, etkinlikler ve yaşam, bireysel değil toplumsaldı.
60’lı yıllardan öncesini pek bilmiyorum ama özellikle 1963-1974 döneminde, Rumların biz Kıbrıslı Türkleri bölük pörçük, kimimiz köylerde, kimimiz kasabalarda toplamda adanın yüzde beşi gibi küçücük bir alana hapsederek adeta bir açık hava hapishanesinde yaşama mahkûm etmesi hepimizi birbirimize kenetlemişti.
Var olabilmek, yaşamımızı sürdürebilmek ve çocuklarımıza yaşanabilir bir gelecek hazırlayabilmek için hep birlikte hareket ediyorduk.
Rumların saldırıları ve tehditleri adeta bir tutkal gibi birbirimize yapıştırmıştı.
Bireysellik yoktu bizim dünyamızda,hiçte olmamıştı.
Çıkarlar kişilerin üzerine değil, çoğulun, halkın üzerine kurgulanıp uygulanıyordu.
Bir kişinin sorunu ortak sorun olarak algılanıp, toplu bir hareketle çözümleniyordu.
Oysa yıllar ve teknolojik gelişmeler önümüze yeni bir kapı ve yeni bir gelecek açarken, beraberinde kaçınılmaz bir toplumsal değişimi getirip, bizi birbirimizden koparmaya başlamış yıllar içinde…
Fark ettirmeden, yavaş yavaş. Sinsice ve haince.
Hiçbir şey eskisi gibi aynen devam edemedi maalesef.
Keşke edebilseydi… Prof. Dr. Ata ATUN 29 Ağustos 2011 - ata atun wuerzburg usak uni konferansi

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir