Zaman zaman bazı Rum ve Yunanlı siyasiler ve politikacılar, Avrupa’daki birkaç ülke ile olan dostluklarına
güvenerek, boylarına poslarına bakmadan atıp tutmaya ve saldırganlık
gösterilerinde bulunmaya başlarlar. Buna gaza geliyorlar da diyebiliriz.
15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkarken İngiltere’nin ve Fransa’nın verdiği silahlara, 5 adet hastane gemisine ve
arkalarındaki politik güce güvenmişlerdi.
Kendilerini durdurulamaz aslanlar gibi zannederek İzmir’e çıkmışlar ama 3. yılın sonunda da korkak fareler gibi Türk
ordusunun önünden kaçıp denize dökülmüşlerdi.
20 bin kişilik aslanlar ordusundan geriye sadece birkaç gemiye sığacak kadar asker kalmıştı. Canını kurtarmayı
başarabilenler bir daha geri dönmemek üzere Anadolu’ya veda etmişler, Küçük
Asya’yı ele geçirmek ülküleri de İzmir Körfezinde boğulmuştu. Arkalarına
bakamadan gitmişlerdi 1922’de.
Kıbrıs’ta 2 kez benzeri şekilde gaza gelip, kendilerini dokunulmaz ve en büyük hissederek, Türklere karşı
saldırılara giriştiler ve adayı Türklerden arındırmayı denediler.
Her ikisinde de büyük bir düş kırıklığı yaşadılar.
Küllü su gibi oturdular yerlerine.
1963’de Kıbrıslı Türklere saldırıları başlattıktan sonra, dönemin EOKA’cı Bakanı Tassos Papadopulos, Amerika’nın
Lefkoşa Büyükelçisine gönderdiği telgrafta, “Türkiye çıkarma yapmaya teşebbüs
ederse, adada mevcut Kıbrıslı Türklerin tümünü 45 dakikada yok ederiz” diyecek
kadar gaza gelmiş, havalara girmişti.
Ne oldu.
İnsan haklarını ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını hiçe sayarak bütün güçleri ile ada içinde bölük pörçük
halde küçücük yerleşim yerlerine sıkıştırdıkları Kıbrıslı Türklere
saldırdıkları halde hiçbir başarı elde edemediler.
Bırakın adayı Kıbrıslı Türklerden temizlemeyi, dirençlerini bile kıramadılar.
15 Temmuz 1974’de ise kendilerini o denli dokunulmaz ve yenilmez hissettiler ki, Türkiye’nin adaya müdahale etmeye
cesaret edemeyeceğinden emin olarak darbe yaptılar ve 16 Temmuz 1974 tarihinde
de “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan ettiler. Adayı Yunanistan’a ilhak
ettiklerini açıklamaya hazırlanıyorlardı ki, bütün inanışlarının aksine Türkiye
adaya ayak bastı ve tüm ülkülerini yıktı, planlarını bozdu.
Hem “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nden oldular hem de ada üzerindeki mutlak egemenliklerini ve hükümranlıklarını
yitirdiler.
Şimdi gene gaza geldiler, aynı havaya gene girdiler Rum adadaşlarımız.
1 Mayıs 2004 tarihinde, Yunanistan’ın AB’ye yaptığı şantaj sonucu AB üyesi oldular ve şimdi AB’nin kendileri uğruna
savaşa girebileceğini varsayarak Doğu Akdeniz’de, Türkiye’nin ve BM’nin tüm
uyarılarına rağmen hiç kimseyi dinlemeden ve takmadan, doğalgaz arama ve
çıkarma faaliyetlerini sürdürüyorlar.
“Kara Cira” lakaplı Dış İşleri Bakanı Markulli tescilli bir Türk düşmanı ve belli ki Hristofyas’ı ve Rum Bakanlar
Kurulundaki diğer üyeleri bu konuda gaza getiriyor. “AB ve İsrail arkamızda.
Araştırmayı yapan Amerikan firması, dolayısı ile ABD’de yanımızda. BM Güvenlik
Konseyi üyeleri bizi her zaman desteklediler. Korkmayın Türkiye bize dokunamaz”
diyerek müzakerelerin bu kritik aşamasında, Türkiye ile sürtüşmeyi daha da
ileri boyutlara taşımak için elden geleni yapıyor.
Yakında yalnız olduklarını çok iyi anlayacak Markulli ve Hristofyas.
Büyük devletlerin, büyük çıkarları içinde Kıbrıs sorunun çok da önemli bir yer tutmadığını, hiçbir AB ülkesi ile
ABD’nin veya da Rusya’nın, Kıbrıs Rumları uğruna Türkiye ile gerek diplomatik,
gerekse de silahlı bir çatışma içine girmeyi tercih etmeyeceklerini veya
bölgesel çıkarları nedeni ile böylesi radikal bir çatışmaya cesaret
etmeyeceklerini öğrendiklerinde aynen 1974’de olduğu gibi büyük bir düş
kırıklığına uğrayacaklar.
Rumların bir an evvel bu kararlarından vaz geçmeleri ve ileriki bir tarihte, adanın Münhasır Ekonomik Bölgesinden
çıkarılacak hidrokarbon ürünlerinin, Kıbrıslı Türklerin de olurunu alarak,
Kıbrıslı Türklerle nasıl paylaşılacağını resmi yollardan açıkladıktan sonra bu
tür çalışmalara devam etmeleri en doğru ve barışçıl hareket olacaktır. Aksi, bölgede çatışma ortamı yaratacaktır.
Prof. Dr. Ata ATUN
22 Ağustos 2011
Bir yanıt yazın