Avrupa Birliği içinde İrlanda ile başlayan ekonomik çöküntüye Portekiz, Yunanistan, İspanya ve Kıbrıs Rum Kesimi dahil
olurken, uzaklardan da aynı sinyaller gelmeye başladı.
Çöküntü listesine batıda Atlantik ötesinden ABD ile doğuda Ural’ların arkasındaki Rusya da kenarından ilişmeye
başladı. Komşu Ermenistan ise tam manasıyla iflasın eşiğinde.
ABD şimdilik, hali hazırda kendini hissettiren çöküntüyü biraz gayretle, biraz manipülasyonla, birazda ite kaka
ileriki yıllara ertelemeyi başarmış gözüküyor.
Ancak durum pek parlak değil.
Kuzey Afrika ülkelerinde ve Orta Doğu bölgesinin kuzeyindeki ülkelerde ekonomik çöküntü kendini iyice belli etti.
Bu bölgede yıllardır yaşanan toplumsal çöküntünün üzerine bir de ekonomik çöküntü eklendi. Önümüzdeki yıllar içinde bu
bölgede karmaşa, çatışma, savaş veya kaos kaçınılmaz gözüküyor.
Bu güne değin yer altı zenginliklerinden dolayı işlerin hep iyi gittiği farz edilen veya düşünülen Rusya’da da işler pek
iyi gitmiyor.
Rusya 1988’lerde Gorbaçov ile başlayan “Yeniden yapılanma” sonunda sırtından bir çok yükü atmayı başarıp rahatlamış
gözükse de, doğal kaynaklara sınırsız bağımlılık, teknolojik geri kalmışlık,
düşük üretim, yozlaşmış ve kanser olmuş devlet yönetimi, aşırı sayıdaki kamu personeli,
1917 Bolşevik devrimi ile hayata geçmiş merkezi devletin ve birimlerinin halen
varlığını sürdürmesi ve bağımsız olmayan yargı sistemi ülkeyi bitirmek üzere.
Tüm bu olumsuzluklar nedeniyle yabancı sermaye için cazip koşullar oluşturmayan Rusya dış yatırımcıyı çekemediği gibi,
tam tersine ülke sermayesinin dışarı kaçmasına sebep oluyor.
Ve beyin göçü de her gün biraz daha artarak dışa akışını sürdürüyor.
Rusya’da yoksulluk gittikçe yayılmış, ülke kısır bir döngü içine girmiş durumda. Mevcut yönetim ve hala daha beyinlerinde
komünizmin izlerini taşıyan yöneticiler bu döngüyü kırmayı bir türlü
başaramıyorlar.
Tam tersine döngü gittikçe büyüyor ve her gün biraz daha kırılamaz hale geliyor.
2005 yılında Rusya Devletinin bütçesinin dengeli olabilmesi ve açık vermemesi için, büyük miktarlarda dış satımını
yaptığı petrolün bir varilinin dünya piyasasındaki değerinin asgari 30 Dolar
olması yeterliydi ve bütçe açık vermiyordu.
Son altı yılda, Rusya’da binlerce kişinin, devlet bütçesine getireceği yükün olumsuz etkileri dikkate alınmadan plansız ve
programsız olarak istihdam edilmesi, hükümetin parasal kaynakları dikkate
almadan yaptığı popülist harcamalar, her iş kolu ile devlet dairesinde mevcut
olan yolsuzluklar ve rüşvet nedeni ile bu açık vermeme değeri günümüzde 117
Dolar’a yükseldi.
Rusya’nın hantal yapısı, eski teknolojisi, gittikçe yaygınlaşan yoksulluğu ve önü bir türlü kesilemeyen
yolsuzlukları nedeniyle bu açık vermeme değeri her yıl ortalama yüzde 10 artış
gösteriyor.
2012 yılında 128 Dolara yükselecek olan bu optimum değer, 2013’de 140 Dolara çıkacak ve artışını aynı tempoda
sürdürecek.
Bir varil petrol fiyatı günümüzde 80 ile105 Dolar arasında inip çıkıyor. Bu
yazının yazıldığı günkü değeri ise 88.68 Dolar.
Bu da demektir ki, Rusya bu gün cepten yiyor ve zarar ediyor. Fiyatlar böyle
giderse bütçe açığı her geçen gün artacak, karşılanamaz boyutlara yükselecek.
Bunun karşılığı ise her dilde aynı: “Ekonomik Çöküntü”
Rusya devleti bütçeye kapatmak için doğal olarak son birkaç yıldır “İstikrar Fonları”nı kullanıyor ama bunun da
sonu yok. Petrol yükselmezse açık devam edecek.
Petrolün en çok tüketildiği ve sanayilerinin boğazından petrole bağlı olduğu süper güçler (ABD ve AB) petrol
fiyatlarının yükselmemesi için ellerinden geleni yapıyor. Bunun için Körfez
ülkeleri ve Irak’ı tepe tepe kullanan ABD ve AB, bu ülkeleri OPEC’in fiyat
artışına karşı elde koz olarak tutuyorlar.
Petrol fiyatları artmazsa Rusya’nın yapması gereken sosyal harcamaları kesmek olacak. Bu da halkın hoşnutsuzluğunu
ve başkaldırısını beraberinde getirecek.
Kısacası, Batı dünyası hızla krize ve karmaşaya doğru gidiyor.
Türkiye ve KKTC’nin ise, (kuzeyde Rusya’nın, batıda AB’nin ve Doğu ile Güneyde de Orta Doğu ülkelerinin oluşturduğu
coğrafyanın tam ortasında yer alması nedeni ile) bu krizlerin ve ekonomik
çöküntülerin getireceği olumsuzluklardan etkilenmemesi mümkün değil.
Önümüzdeki yıllarda sıkıntılı günler bizi bekliyor.
Prof. Dr. Ata ATUN
17 Ağustos 2011
Bir yanıt yazın