MAYDANOZ
Hüseyin MÜMTAZ
Bakan Babacan
demiş ki;
“Her türlü senaryoya hazır olmalıyız. Bölgesel
konularda atılan adımlar uluslararası siyasi meşruiyete sahip mi, değil mi
önemli olan bu. Libya’da hukuki ve siyasi meşruiyet zemini oluştu, çok da büyük
sıkıntılara neden olmadı. Suriye benzer bir konuda. Umut ediyoruz ki işler daha
iyiye gider. İnşallah Esad son görüşmelerden sonra hızlı adım atar. Başka
senaryolara da hazır olmak zorundayız. Her türlü senaryoya hazırlıklı olmak
lazım. Önemli konu petrol üreten ülkeler ve taşıma hakları. Bu ülkelerdeki
sorunun etkisi önemli. Örneğin Bahreyn petrol taşıma hattındaki stratejik bir
ülke”.
“Senaryo yazmak”
ayrı bir şeydir, “Yazılan senaryoya göre rol kesmek” başka..
Senaryoyu siz
yazarsanız etkensinizdir, “özne”sinizdir; başkasının yazdığı senaryoda rol
kapmaya çalışırsanız edilgensiniz ve “nesne”sinizdir.
“Her türlü
senaryoya hazır olmalıyız” beyanında “teslimiyet” vardır. Ama senaryoyu siz
yazıyorsanız böyle bir ifade kullanmazsınız, çünkü “hâkimiyet” sizdedir.
İstediğinizi aktör, istediğinizi figüran yaparsınız.
Sizin yazdığınız senaryoda kimse
yazdıklarınız dışında değil söz söylemek, nefes bile alamaz.
Terziler bile herkese sizin öngörülerinize
göre biçtikleri elbiseyi/kefeni giydirirler.
Başkasının yazdığı senaryolarda senarist
sürün dese sürünür, öl dediği yerde de ölürsünüz. Güzel ölürseniz, senaristten
aferin alırsınız.
“Nesneler” senaryo yazamaz, “özneler” yazar.
Bazı senaryolar da “ısmarlanır”, “star”a
göre rol yazılır; çoğu senaryoda ise role göre oyuncu seçilir.
O halde Babacan’ın “Her türlü senaryoya
hazır olmalıyız” tarzındaki “edilgen” l(g)âfı, Dâvutoğlu’nun “Tarihte bir kere özne olmuş milletler
hiçbir zaman tarihin nesnesi yapılamaz” üslûbundaki “etken” saptamasıyla fena
halde çelişmektedir..
Dâvutoğlu; “2014 yılı Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yılı. Yani bizim Ortadoğu’dan
kopuşumuzun, bugün Suriye ile Türkiye arasında hiçbir kültürel demografik
temeli olmayan sınırın, Türkiye ile Irak arasındaki sınırın, Kafkaslar’daki
sınırların ortaya çıkışı. Kardeşin kardeşten kopuşunun tarihi. Yemen’de
bıraktığımız binlerce canın tarihi. Sarıkamış’ın, Çanakkale’nin tarihi. Hep
beraber bir muhasebe yapma ihtiyacı içindeyiz” derken siyasi bir ufuk
çiziyor. Çizilen sınırların temelsiz ve yapay olduğunu söylüyor.
Neredeyse “Misakı Milli” fikriyatı ile
örtüşüyor.
İşte tam burada Babacan’ın sözü giriyor
devreye; “Her türlü senaryoya hazır olmalıyız”.
Eyvah…. Yoksa en büyük senarist, tek
senarist Amerika; 1918’deki “Wilson prensipleri”nden, 1920’nin “Misakı Millisi”ne
mi geldi?
Neden geldi?
Neden şimdi geldi?
Gelmek için 2011’i niye bekledi?
“Konjonktür” anca şimdi mi denk geldi?
Babacan ne diyor; “Bölgesel konularda
atılan adımlar uluslararası siyasi meşruiyete sahip mi, değil mi önemli olan
bu. Libya’da hukuki ve siyasi meşruiyet zemini oluştu, çok da büyük sıkıntılara
neden olmadı. Suriye benzer bir konuda. Umut ediyoruz ki işler daha iyiye
gider. İnşallah Esad son görüşmelerden sonra hızlı adım atar. Başka senaryolara
da hazır olmak zorundayız”.
Babacan hem Suriye’den bahsediyor, hem “başka
senaryolar”dan.
Hiç senaryoyu kendisi yazan senarist, “her
türlü senaryodan, başka senaryodan” bahseder mi?
Dünyayı saran ekonomik
kriz “Arap baharı”ndan, son Suriye olaylarından sonra oluşmadı mı? İstanbul
Borsası da Türkiye’nin Suriye’ye karşı senaryo gereği “sertleşmesinden” sonra
çakılmadı mı?
Ekonomiden hiç
anlamam ama “acaba” diyorum, “rol kapmak için küresel oyunun Suriye sahnesine gönüllü
maydanoz olamasaydık Türk lirası, yabancı paralar ve altın karşısında bu kadar
değer kaybetmez, İMKB de bu kadar düşmez miydi”?
Böylelikle yetkililer
de yangını söndürmek için her saat birbiriyle çelişen telaşlı söylemlerde
bulunmazlardı. 12 Ağustos 2011
57’NCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
Bir yanıt yazın