Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL, ASAM Genel Koordinatörü
Türkiye, adı konusunda bile tam bir mutabakatın sağlanamadığı YAŞ eksenli bir tartışma girdabının içine kapılmış gidiyor.
“Kriz”, “derin kriz”, “tansiyon”, “ciddi bir durum”, “kendi çapında olağanüstü bir durum” vb. şekillerde ifade edilmeye çalışılan bu son gelişme, açıkçası iç ve dış bir takım güç odaklarının sürece başta medya ve “sivil oluşumlar” üzerinden fazlasıyla gereksiz ve “münasebetsiz” bir şekilde müdahil olmalarıyla çok farklı mecralara doğru sürüklenmeye çalışılıyor.
Tarihsel misyonu çerçevesinde yeniden inşa sürecinde olan ve bu anlamda ülke içi dinamiklerin gerçek anlamda bir dengeye oturtulduğu, bunla ilgili bir takım kurumsal ve yasal çalışmaların hayata geçirilmeye çalışıldığı bir dönemde, Türkiye bir kez daha bildik bir operasyon ile karşı karşıya.
Birtakım “gündem tetikçisi”, “her şeyin uzmanı” olan ağızlar, kalemler ve düşünce ürettiğini zanneden yerler üzerinden yürütülen bu operasyonda, ne yazık ki “eskiyle hesaplaşma” adına devletin-milletin dinamikleri, temel sacayakları ve hatta en başta yeniden yapılandırma aşamasında olan Yeni Türkiye’nin kendisi, bütün değerleriyle birlikte daha doğum aşamasında dinamitleniyor.
Daha güçlü bir Türkiye’yi hedefleyen değişim süreci ve bu kapsamda uygulamaya konulan Yeni Türkiye projesi ve kolektif liderlik, bizzat bu inşa sürecinin başlangıç aşamasında “kullanılan”, yer alan bazı “taşeronlar” tarafından “değişmez-asıl efendilerince” verilen son talimatlar çerçevesinde sabote edilmeye başlandı.
Bir diğer ifadeyle, Aralık 2010’dan bu yana, sürecin aleyhlerine dönmeye başladığını gören, rant-çıkar alanlarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan bu tür çevrelerin can havliyle başlattıkları “kontrollü atışlar”, bugün itibarıyla düne kadar bunlarla işbirliği yapan, yapmak zorunda kalan milli dinamikler ve bir takım çevreler açısından artık bir bumerang etkisi yaratmaya başlamış bulunmaktadır.
Dolayısıyla bundan sonraki süreçte Yeni Türkiye’nin en temel önceliklerinden birisi, bu tür çevreleri çok hızlı bir şekilde tasfiye etmek ve onlardan boşalan alanı milli şuura sahip, bu devleti ve milleti esas alan, yapıcı-birleştirici yeni kadrolarla, aydınlarla, kanaat önderleriyle ve düşünce merkezleriyle tahkim etmek olacaktır.
Bu noktada atılacak ilk adım, Rahmetli Özal ile başlayan “değişim” sürecini her fırsatta sabote etmeye çalışan bu gayri milli dinamikler ile kendi devleti ve halkıyla sorunlu, tarihsel ve milli şuurdan yoksun beynelmilelci çevreler arasındaki “derin ittifak” ve “işbirliğinin” deşifre edilmesi olmalıdır. Aksi takdirde, görünürde “eskiyle hesaplaşmak” adına hareket eden, fakat esasta Yeni Türkiye’nin geleceğini ve bu kadim milletin tarihsel misyonunu baltalamaya çalışan çevreler, bir kez daha bu ülkeyi oyuna getirecektir.
Dolayısıyla, doğrudan bu ülkenin kurumlarını hedef alan, ortak geçmişini, değerlerini ve inancını bir takım küresel projeler adına ayaklar altına alıp, etnik-mezhepsel bazda bu ülke insanlarını çatıştırma gayretinde olan, bunu yaparken de her türlü yolu mubah gören, “Milli, Bağımsız, Güçlü Türkiye” söyleminden bile rahatsız olan bu devşirme ruhlar, bir kez daha efendileri adına istedikleri sonuca ulaşacaklardır.
O yüzden uyanık olalım, oyunu
görelim ve bir an önce bu sinsi tuzağı bozalım.
Vakit çok geç olmadan…