ŞEHİTLİK- Hüseyin MÜMTAZ
Vuruldular..
Vuruldular tertemiz alınlarından ve uzandılar..
Silvan’da 13 şehit. Geçen hafta da Yüksekova’da 2 şehit, cadde ortasında..
Şehitler elbette ölmez.. Ama ne çare ki ölüyorlar ve vatan da bölünüyor.
Kandil gecesini, 13 şehit olayını, Özerklik ilanını ve…. Clinton’un “ziyaretini” beraber okumak lâzım.
“Aydınlık” diyor ki; “Özerklik ilânı ve 13 şehit Clinton’a mesajdır”. Ben nedense asıl mesajı verenin Clinton olduğunu düşünüyorum. “Söylediklerimi yabana atmayın”; “Ben gelirsem böyle gelirim, ayağınızı denk alın” diyor.
Yol kesilip asker ve vatandaş kaçırılıyor, 2 artı 13 şehit veriliyor, aynı gün ayni saatte “demokratik özerklik” ilan ediliyor. Bunların hepsi Cumhuriyet sınırları içinde, memleket dâhilinde oluyor. Vatan bölünüyor..
“Yoğunlaştırılmış” toplantılarla, fırtınalı havalarda gidilemeyen-gidilemediği için yapılamayan görüşmelerle, Barış Konseyi-Anayasa Konseyi “proceleri” ile Çatı Partisi, Çatışmasızlık Süreci terminolojisi ile sorun çözülemiyor.
Vatan bağıra bağıra bölünüyor.
Anadolu Ajansının, Diyarbakır’dan verdiği habere göre “DTK Genel Başkan Yardımcısı ve bağımsız Van Milletvekili Aysel Tuğluk” şöyle diyor; “Uluslararası insan hakları belgelerinin tanımladığı haklar ışığında ortak vatan anlayışı temelinde toprak bütünlüğüne ve demokratik ulus perspektifi temelinde Türkiye halklarının ulusal bütünlüğüne bağlı kalarak, Kürt halkı olarak demokratik özerkliğimizi ilan ediyoruz”.
“Kürt halkı” yetmiyor, “Türkiye halkları” da diyor. Vatan yetmiyor, “Millet”i de bölüyor.
Asıl mesajı Clinton’un verdiğini nereden mi çıkarıyorum? Şuradan…
Devam ediyor Tuğluk; “Uluslararası camiaya çağrımızdır, uluslararası hukukta da yeri olan bu hak esas alınarak Kürt halkının ilan etiği demokratik özerkliği tanımaya çağırıyoruz” diyor.
Clinton elinde işte böyle bir kartla Türkiye’ye geliyor.
Afganistan’a; Irak’a ve en son olarak da Libya’ya “yerel muhaliflerin” “uluslararası camiaya” yaptığı çağrıdan sonra; BM, AB-D, NATO şemsiyesinde ve çeşitli isimler altında “Görev Kuvvetleri” oluşturularak müdahale edilmemiş miydi? İşte bilmem ne kongresi eş başkanı olan “bağımsız milletvekili” de aynen öyle “uluslararası hukuka atıfta bulunarak”, “uluslararası camiaya” çağrıda bulunuyor, “TANINMA” istiyor. Sıra yavaş yavaş ona da geliyor, merak etmeyin..
2004’ün Kasım ayında, Alman Yeşiller’in Eşbaşkanı Claudia Roth ile birlikte Türkiye’ye gelen Yeşiller’in Türk asıllı Federal Parlamento Milletvekili Ekin Deligöz, “AB gül bahçesi olabilir ama dikenleri de iyi batar. AB demek, içişlerine karışmak demektir” dememiş miydi?
Aynı 2004’de
“DİYARBAKIR’da PKK bayraklı PKK mezarlığı” konulu bir fotoğrafı tıklamak sanal alemde pek moda olmuş, yetkililer de hemen yalanlamıştı. “Bismil’de değil, Kandil’de” demişlerdi..
Geçen hafta Şırnak’ın Beytüşşebap İlçesi’ndeki Laleş Yaylası’nda düzenlenen “Kuzu Kırpma Festivali”nin fotoğraflarını gördünüz mü?
Görün…
O yaylada sadece kuzu kırpıldığını külahıma anlatın.
Kabul, Kandil Cumhuriyet sınırları dışındadır ama Beytüşşebap hâlâ sınır içindedir efendiler.
Ve 2004’den 2011’e yedi yıl yol gitmişizdir. Dere tepe düz gitmişizdir.
2011’in Temmuz ayında “durum” böyleyken, “vaziyet ve manzara-i umumiye” böyle, böyle iken, “ahval ve şerait” bu merkezde iken Türkiye’nin “hâli” nicedir?
Türkiye yoğun diplomatik ilişkiler yaşamaktadır, uluslararası birçok toplantıya ev sahipliği yapmakta, birçok uluslararası toplantıya davet edilmektedir. Her seviyeden diplomat ve siyasetçimiz içeride ve dışarıda yoğun görüşmeler yapmakta, Türkiye’de bazı günler birden fazla yabancı heyetin ağırlandığı bile olmaktadır. Bölgede etkinliğimiz üst seviyededir, dünyada her ortamda sözü dinlenilen bir “bölgesel lider” konumundayızdır. Türkiye Ortadoğu’dadır. Demek ki “Ortadoğu’da lider”dir. Bu bağlamda Türkiye, Libya krizini çözmek için oluşturulan Libya Temas Grubu’nun dördüncü toplantısına ev sahipliği yapmaktadır. Yapmaktadır ama BM Güvenlik Konseyi daimi üyelerinden Çin ve Rusya; “konunun çözüm yerinin BM olduğu” düşüncesiyle/gerekçesiyle çağrıya icabet etmemektedirler.
Türkiye hem siyasi, tarihi, kültürel ve coğrafi olarak, hem de gırtlağına kadar Ortadoğu’dadır..
Ama “Ortadoğu Dörtlüsü”ne alınmamaktadır. Ortadoğu Dörtlüsü olarak bilinen ABD, BM, AB ve Rusya’nın temsilcilerinin Washington’da sadece üç gün önce düzenlediği toplantıda, İsrail-Filistin barış görüşmelerine nasıl yeniden başlanacağı konusu görüşülmüş ama bir anlaşmaya varılamamıştır.
“Ev sahibi” Hillary Clinton; BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun, AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Ortadoğu Dörtlüsü temsilcisi Tony Blair’ın da katılımıyla yapılan toplantıdan sonra katılımcılara bir akşam yemeği vermiş ve ondan sonra Türkiye’ye hareket etmiştir. O toplantıda, Türkiye yoktur.
ABD’nin Ankara’daki, Türkçe’yi ve Türkiye’yi çok iyi bilen Büyükelçisi Ricciardone Clinton’un gelişinden önceki onbeş günü hayli faal geçirmiş; Chuwall’ın yedinci yıldönümü olan bu 4 Temmuz’da ülkenin dört bir yanında verdiği resepsiyonlarda hep 1923 yılında Atatürk’ün, Amerikan Kongresi’ne gönderdiği mektuptan pasajlar okuyarak şirinlikler yapmıştır. İzmir’de “kendisini evinde hissettiğini, çünkü yine bir liman kenti olan Boston’da büyüdüğünü”, Adana’da “İki kızından birinin Adana’da dünyaya geldiğini”, Gaziantep’te “ABD ve Türk dostluğuna hizmet eden Özel Amerikan Hastanesi’nin, ABD hükümetinin değil, Amerikan halkının parasıyla yaptırıldığını”; Erzurum’da cağ kebabı keserken de “İran’da 1970’li yıllarda eşiyle birlikte öğretmenlik yaparken ilk kez Erzurum’u ziyaret ettiğini” söylemiş, enfes bir PR çalışması yapmıştır.
ABD’nin Şam Büyükelçisi, isyancıların kontrolündeki Hama’ya gidince ortalık karışmış ve halk Amerikan Elçiliğine saldırmıştı. Ricciardone de Clinton gelmeden “İnşallah Suriye’deki Durum En Yakın Zamanda Halledilecek” demişti.
Kefe’nin (isterseniz virgülü ilk “n”den sonraya da koyabilirsiniz) bir gözünde “uluslararası toplum” la Suriye ve İran’a karşı sözün ötesine geçen bir işbirliği, öteki gözünde de “demokratik özerkliğin uluslararası toplum tarafından tanınması” mı vardır?
Aba altından sopa mı gösteriliyor?
Memleket dâhilinde yol kesilip asker kaçırılıyor, 2 artı 13 şehit veriliyor, aynı gün ayni saatte “demokratik özerklik” ilan ediliyor. Uluslararası topluma, uluslararası hukuka atıfta bulunularak tanınma çağrısı yapılıyor..
EY MİLLET;
Falih Rıfkı Atay “Batış Yılları”nda “Eğreti Vatan” terimini kullanmıştı.
Misak-ı Milli sınırlarını anladık, Cumhuriyet sınırlarını da anladık.. Asıl senin tahammülünün sınırı nedir? Nereye kadardır?
Sevr’i de “uluslararası toplum” çizmişti.
Onu “SEN” yırtmamış mıydın?
1920’den 2011’e 91 senede neyin değişti?
Değişti mi?
Çanakkale, Kanal, Sarıkamış, Kafkaslar… Anafartalar, Sakarya, Dumlupınar… Kore, Kıbrıs.. Güneydoğu şehitleri..
Neden şehit oldular?
15 Temmuz 2011
57’NCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
Bir yanıt yazın