Günlerden beri gündemin birinci maddesidir Aziz Yıldırım’ın gözaltına alınması. Önemlidir de…
Ancak bu sürecin mağdurları ne olup bittiğini tam olarak anlayabiliyor mu acaba?
Türkiye’de değişen hukuk sisteminin sonucudur bu yaşananlar. Elbette yargı da bu değişime ayak uydurmuştur. Sözünü ettiğimiz değişim kadrolaşma değildir, daha köklü bir anlayış değişiminden, bir sistem değişiminden söz ediyorum. Anlatalım.
Hukuk normatif bir disiplindir ve somut olgulara, mantığa, nesnelliğe dayanır. Var olan, varlığı veya yokluğu somut değişikliklere neden olan, iyi veya kötü her türlü olay, kişi, kurum ilişkilerini düzenler. Anahtar kelime varlık, anahtar fiil var olmak yani gerçek olmaktır.
Yargı sistemi de bu esaslar üzerine çalışır, herhangi bir somut eylemin suç oluşturup oluşturmadığını inceler. Suçu bulur ve cezalandırır. Suçların oluşmasını engellemek ise verdiği cezaların caydırılıcığı dışında, yargının görevi değildir.
Yeni hukuk sisteminde durum çok farklıdır ve sonuçları da Aziz Yıldırım’ın avukatlarının ya da Fenerbahçelilerin dört yıldır izledikleri Ergenekon, Balyoz v.b. davalardır. Bugün de aynı hukuk anlayışıyla kendileri tanışmaktadırlar.
Yeni hukukun kaynağı, ABD’nin küresel terörle mücadele adıyla bütün dünyaya dayattığı bir saldırı siyaseti anlayışıdır. Bunun adı önleyici saldırıdır.
Burada saldırmak için gerekli olan, bir saldırıya maruz kalmak değil, bir saldırı ihtimali olmasıdır. Saldırı somuttur, ihtimal soyut. Saldırı, gerçekleşmiş somut bir olgudur, ihtimal gerçekleşmemiş ve yoruma dayalı soyut bir kavramdır.
Bu tehlikeli bir eşiktir. Bu eşik aşıldıktan sonra işin içine sezgiler girer. Hukuk artık ihtimallere dayalı, metafizik bir disipline dönüşmüştür. Pozitif hukukta yargı kararlarının, kamuoyu veya siyasi iktidarın desteğine ihtiyacı yoktur.
Ortada somut bir olay vardır, oluşmuştur, bazı sonuçlar doğurmuştur, bunun da elle tutulan gözle görülen kanıtları vardır.
Bu yeni hukuk siteminde ise somut olay yoktur, oluşmamıştır. İddialar sezgiye dayalıdır: “yapacaklardı, edeceklerdi” denilir. Bunun için kamuoyunun inandırılması gerekir ve burada da devreye basın girer.
Bilgi bombardımanı başlar, iddialar havada uçuşur ve henüz olmayan bir şey sanki olmuş gibi anlatılır. Bu sistem o kadar tehlikelidir ki, diktatörlüğün, tiranlığın silahına dönüşebilir. Olmamış bir olayın olacağını kim söyleyebilir? Bilim buna izin vermez ama metafizik disiplinler izin verir.
Bir olayı önlemek için eylemde bulunmak zulümdür, tiranlıktır, engizisyon mantığıdır. Bu mantığın yargı sistemimizdeki yansımalarını, “önleyici dinleme”, “gizli tanık”, “önleyici soruşturma”, gibi kavramlarla görmekteyiz.
Daha açık anlatalım. Bu sistemde yargı, sistemi ayakta tutan bir sacayağı değil, iktidarın sopasıdır. Üç kişi bir araya mı geldi: “Darbe planı yapıyorlardı” veya “örgüt kuruyorlardı”. Telefonda herhangi bir konuşma mı yaptınız, mesela “çiçekler açtı mı” diye mi sordunuz: “şifreli konuşuyor, pazarlık bitti mi demek istiyor” deniliyor. Yani bundan sonrası için en kolayı kanıt bulmaktır.
Bir eylemin olacağına insanların inandırılması yeterlidir. O eylemin olacağının kanıtı olarak da bir telefon görüşmesi veya bir toplantı, bilgi bombardımanı biçiminde kamuoyuna sunulur. Artık gerçeğin bir önemi yoktur, gerçek siyasal iktidar ne diyorsa odur. Yargı da bunu onaylayan ve pekiştiren bir kurumdur ancak.
Bu durum normal hukuk sistemini içselleştirmiş, akla ve pozitif bilime inanan insanlar için bir kâbustur. Çünkü bu sistemde düşman veya suçlu olarak yaftalanmanız için gerçekten suçlu olmanıza gerek yoktur. Engizisyon mahkemelerinin birisini cadı veya büyücü olarak belirlemesi ne kadar kolaysa burada da o kadar kolaydır.
Fenerbahçelilerin ve Aziz Yıldırım’ın avukatlarının yaşadıklarını süreci daha iyi anlamaları için, son dört yıldır Türkiye’de adeta bir cadı avı gibi sürdürülen ve bir türlü sonuçlandırılamayan davalara daha dikkatli bakmaları gerekmektedir.
Bir fotoğrafın veya bir yemeğin nasıl, suç olarak gösterildiğini anlamanın başka yolu yoktur.
Mehmet Yiğittürk
Odatv.com
Bir yanıt yazın