KIBRIS DOSYASI-3
Hüseyin MÜMTAZ
2011’in Kıbrıs Temmuz’u aynen öngördüğümüz gibi giderek ısınıyor.
Davutoğlu iki Arap ülkesi (Libya-Suudi Arabistan) arasındaki 18 saatlik KKTC ziyaretinde
kucağımıza nurtopu gibi bir “2012 referandumu” bırakıp gitti.
Rauf Bey’in tedavi için Türkiye’ye gitmesinden bir gün sonra geldi; Rumla birleşmek
demek olan referadumu, ayrılığın simgesi Dr. Küçük’ün kabrini ziyaretinden
sonra açıkladı.
Suriyelilere “İki ülke kader birliği içinde” dedi, Libyalılara “Geçmişimiz bir, kaderimiz
bir, geleceğimiz de bir olacak” dedi, Kuzey Kıbrıs Türklerine “Türkiye
Cumhuriyeti devletinin hangi şartta olursa olsun Kıbrıslı soydaşlarının yanında
olduğunu ve olmaya devam edeceğini” söyledi.
Kıbrıs’ta biraz daha farklı, daha yakın, daha sıcak bir üslûp kullanması gerekmez miydi?
Öyle anlaşılıyor ki Temmuz 2012’ye kadar, ki gün itibariyle bir yıldan daha az bir
süre kalmıştır; bu konu ile uğraşacağız.
Onun için Vamık Volkan’ın uluslararası çok yönlü, çok renkli kişiliği ile ilgili
düşüncelerimizi bir süreliğine rafa kaldırarak kendisinden yapacağımız
alıntıyla bu “Dosya” dizimizi sona erdirelim.
5. “-KKTC’de son dönemde gündem mi kaydı?
Çözüm sorununa değil de, Türkiye ile ilişkilere odaklanmanızın nedeni nedir? Bakın, Kıbrıs’ta türlü problemler var. Birisi Rumlarla Türkler arasında ki, ben oproblemden çoktan vazgeçtim. Çünkü, değişen bir şey yok. En sonunda varılacak olan tehlikesiz çözümün şimdiki gibi ‘delikli peynir sınırı’ olduğunu
düşünüyorum. Burada Kıbrıslılık diye bir şey var ama bir millet yok. Ya Yunan’sınız, ya Türk’sünüz. Yunan-Türk diye bir millet yok. Bu nedenle, hem güneyde hem kuzeyde daha iyi yaşam için halka ümit aşılamanız gerekiyor. Türklerin daha iyi yaşaması açısından bakınca da, Rum-Türk değil, Türk-Türk
ilişkilerine bakmamız gerekiyor.
-Neden Türk-Türk ilişkileri?
Burada küçük bir Kıbrıslı Türk toplumu var veya vardı. 1974’te çok büyük bir heyecan yaşandı ve Türkiye ile Kuzey Kıbrıslılar birbirine kenetlendi. Tek bir kalptik. Ancak son dönemlerde, burada yaşayan Kıbrıslı Türkler ile Türkiyeli Türkler arasında bir kimlik sorunu ortaya çıktı. İnsanlar birbirlerini ‘Kıbrıslı’ ve
‘Türkiyeli’ diye ayırıyor ve çok hatalı ama bir etnik ayrışma gibi görüyor bunu. Kıbrıslı Türkler kendi kimliklerinin yok olup gitmesinden endişe duyuyorlar.
Sorunun kaynağı ne size göre?
Barış Harekatı sonrasında Türkiye’den insanlar geldi, Kıbrıslı Türkler ile Türkiyeli Türkler iç içe geçti. Bunu yaparken, toplum psikolojisi hiç göz önüne alınmadı. Şimdi, özellikle asırlardır burada yaşayan insanlarda (Kıbrıslı Türkler) şöyle bir algı oluştu: ‘Yetkililer (Ankara’yı kastediyor) sana emir veriyor, sen kölesin!’. Bir de ‘senin kimliğin benim kimliğime uymuyor, siz bizim kadar Türk veya Müslüman değilsiniz.’ Bu siyasallaştırılmış bir süreç. Aslında ortada hiçbir fark yok ama algılar böyle şekillenmeye başlamış.
– Türkliyeli ve KKTC’li diye kutuplaşma mı var aslında Ada toplumunda?
Evet, öyle oldu ne yazık ki, toplum kutuplaşıyor. Burası küçücük bir ada, oturulup,
konuşulsa çözülür muhtemelen. Ama yukarıdan başlayarak, konuşulmuyor. Kıbrıslı
Türkler oldukça alınmış ve tepki var. Böyle bir aşamaya gelinmemesi lazımdı…
–
Öfke mi var?
Öfkenin daniskası var! ‘Türkiye neden beni insan yerine koymuyor?’ diye. Eskiden hiç
böyle değildi. Herkesin adına Ecevit denirdi. Oradan başladık biz, bakın nereye geldik. Artık yetkililerin
isimlerini vermiyorlar. Ada’da KKTC’liler ile Türkiyeliler arasında makas açılıyor.
–
Niye Türkiyeli Türk ile KKTC’li Türk iki ayrı etnisite gibi konuşuluyor adada?
Eskiden böyle değildi. Ayıp aslında. İki ayrı etnisite miyiz biz? Değil tabii, ama şimdi sanki öyle görüyorlar. Türkiye para veriyor, bu doğru. Ama birisi derse ki, ‘besliyorum’, o zaman iş başka yere gidiyor. Bir de Türkiye’den gelenlerin sayıları yükseldikçe, buradaki sabit giderler de artıyor. Hiç para gelmese, bu
insanların yükünü nasıl çeker ki bu kadarcık ülke? Birisi ‘Ben seni besliyorum, nankörsün’ deyince de, ayrışma hissediliyor. Yetkililer hürmetle konuşsa, herkes yatışır ama yapmayınca, herkes kendini onlarla özdeşleştiriyor. Ve tabii, toplum bunu daha çok büyütüyor. ‘Türkiyeli’, ‘Kıbrıslı’ diye gitgide
daha fazla ayırıyorlar. Gidin, insanlarla konuşun, ‘Ben ikinci sınıf insanım, Müslüman değilmişim, Türkiye bu nedenle bize cami yapacakmış, Müslüman olayım diye…’ gibi konuşmalar yapılıyor.
–
Bir çeşit toplumsal bunalımdan bahsediyorsunuz. Ne zamandır böyle bir süreç
yaşanıyor?
Geçen seneden fark edilen ama bu yıl çok artan bir süreç. Benim, yetkililere bir tek tavsiyem var: Kıbrıs’ta bir süreç gelişiyor. Toplum psikolojisi geliştiği zaman öyle musluk gibi değil ki kapatılabilsin. Dere gibi akar ve bazen bir yerleri de yıkar! O zaman bunu durdurmak liderlerin işi olur ve hiç de kolay olmaz. Ben
nerede bir toplantıya gitsem, Kıbrıslı Türkler devamlı Müslüman olduklarını dile getiriyorlar. ‘Müslüman’ım, ama camiye düzenli gitmiyorum’ falan diyorlar. Bu da yeni bir süreç. Böyle bir baskı hissediyorlar çünkü üstlerinde. ‘Türkiye’deki gibi Müslüman değilsin’ deniliyor çünkü. Bu, onlara hissettiriliyor. Aynı, Türkiye’de yaşanan mahalle baskısı benzeri bir süreç yaşanıyor buradada… Algılama, Türkiye’nin KKTC’lileri Müslümanlığını sorguladığı yönünde. Bu bir algı. Ben, bu algı doğru demiyorum ama algı böyle oluştu…
Müslümanlıklarını ispatlamak için kendilerini anlatıyorlar artık. Ben bile yapıyorum. Annemin dedesinin Lefkoşa Kadısı olduğunu söylüyorum mesela. Bu psikolojik bir şey.
Liderlerin artık bazı jestler yapmaları lazım. Mesela Sayın Denktaş hastanede. Ne yapsan etsen, tarihi bir adam. O zaman ben burada değildim, ama benim en yakın arkadaşım Rumlar tarafından öldürüldü. Çok zor şeyler yaşadık biz. Sonra, Türkiye ile beraber ayağa kalktık. Sayın Denktaş, o zamanın bir lideri; o zamana göre bir tarihi adam. Mesela diyelim ki bir Türk büyüğü 45-55 dakika süren bu yolculuğu yapsa, gelip hastanede Sayın Denktaş’ı bir görse, fena mı olur? O zaman bu Türkiyeli, bu KKTC ‘li ayrımı azalır, hürmetsizlik kaybolur. Ben bunu çok önemsiyorum. Çünkü, toplumlarda bir gerilim dışa döndürülmediğinde, içe döner”.(Şenay Yıldız. AKŞAM.8 Temmuz 2011)
6. Hadi bu kadar karamsarlık içinde bir yudum gülümseme yapıştırarak dudaklarımıza son noktayı koyalım.
Güzelyurt’a bağlı Aydınköy imamının Rus kızına karşı düştüğü çaresiz aşkın ilacını, caminin duvarlarını boydan boya
billboard’a çevirerek bulmaya çalıştığını okumuşsunuzdur.
İmam hastahaneye kaldırılmış Allah sağlık versin de Kıbrıs Türklerinin kahvelerde dillendirdiği yorumu duyunca
kahkahalarla güldüm;
“Yahu” diyorlarmış çevre köylüler; “Türkiyelilere yine yaranamayacağız. Bak şu Kıbrıslılar imamı bile ne hâle getirmiş diyecekler!”
Ben yine de bu hikayeyi; Afrodit, Teodora, Miryna, Catherina Comarro, Maratasa’lı İsias meraklısı Beratlı’nın
üslûbuyla dinlemeyi çok isterim..
Tam ona göre bir konu…
10 Temmuz 2011
57’NCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
Bir yanıt yazın