HEYKEL/TÜR Hüseyin MÜMTAZ
Başlık, benim uydurduğum Türkçe bir kelime olup kıymetli okuyucu “heykel” ile “karikatür”ün karışımından meydana gelmiş ve “karikatürleşen heykeller”i ifade etmek üzere kullanıma sokulmuştur.
TDK’nın dikkatine sunulur.
Hemen ifade edeyim, bahse konu heykelleri yapan saygıdeğer ve dünyaca ünlü heykeltraşların sanatsal beceri ve yeteneklerine en ufak bir itirazım yoktur ve olamaz, çünkü heykel sanatını eleştiri, kişisel edinimimin sınırlarını aşmaktadır. Seyrederken taaccüple bakarak-ayıpladığım-hayretler içinde kalakaldığım nokta, heykelin karikatürleştirilmesidir, heykel ile ifade edilmeye çalışılan fikriyatadır. Sanatçının ehil ellerinde ifade bulan (pekâlâ) muhteşem (olabilir) heykel sanatı; şu iki örnekte temelsiz, saçma sapan, gerçek olmayan bir felsefeyi aksettirmektedir.
İlk örnek; Girne Yeni Liman Yolu kavşağında yapımı tamamlanan ve 1 Ağustos 2005 tarihinde düzenlenen törenle açılan “Limasol-Girne Şehitler ve Özgürlük Anıtı”dır. Limasol; Akritas Planı uyarınca Rumlar tarafından soykırıma tâbi tutulmak istenilen Kıbrıs Türklerinin ada çapında topluca saldırıya uğradığı 63’de neredeyse “İkinci Plevne” olarak tarihe geçecek kadar direniş göstermiş ve şimdi Rum tarafında kalmış ilçe merkezlerinden bir tanesidir. Şehitler verilmiş, destanlar, şiirler, kitaplar yazılmıştır..
Şimdi bu “direnişi” ifade ettiği söylenilen bahse konu heykelin “ana platformu”na bakalım..
“Görüldüğü gibi ana platformdaki kadın ve erkeğin ellerinde zeytin dalı vardır. Onlar da özgür Türk toplumunun, ATATÜRK’ün izinde ‘Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ ilkesini simgelemektedirler.” (Anıtın resmi tanıtımından alınmıştır.) Genç kızımız ve erkeğimizin figürleri günlük çarşı-pazar giysileri içinde ve sanatsal birtakım salınımlarla kolkola Rum tarafına dönerek zeytin dalı uzatıyorlar..
Alın size Plevne..
Bu “direniş anıtı”ndaki “o” felsefi yaklaşıma; KKTC’nin, Metehan kavşağındaki Atatürk Anıtına tepki koyan anlı-şanlı şehir planlamacıları ne yorum getirdiler acaba?
Bir fikir ileri sürdüler mi?
İkinci heykelimiz Bodrum-Gümbet Elelele Kavşağı’ndaki Atatürk Heykeli..
Orada da üstelik Atatürk, hem de mareşal üniformasıyla şaha kalkmış atının üzerinde Yunanistan’a dönerek aynı zeytin dalını uzatıyor.. Onun da kaidesinde YURTTA SULH, CİHANDA SULH yazıyor.
Fikrî bir sefalet içinde ve fena halde kavram kargaşası içinde olduğumuzu düşünüyorum..
Yıllardır her yerde, her fırsattan istifade, her tarafa zeytin dalı uzatmak bir yana, Atatürk’e Mareşal üniformasıyla şaha kalkmış atının üzerinde “yalın kılıç”ın yerine zeytin dalı taşıtmak nasıl bir “sanatsal dürtü”nün sonucudur? Çok merak ediyorum..
Önemli bir noktayı gözden kaçırıyoruz gibime geliyor. Mustafa Kemal, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”u; a) Sevr’de mi; b) Mondros’da mı; c) Samsun’a çıkınca mı; d) Kongreler sürecinde mi; …kısaca Kurtuluş “Savaşı”na başlamadan önce mi söylemiştir, yoksa düşmanı perişan edip denize döktükten sonra mı?
Fevkalade sanatkârane yapıldığına ve dünya çapında şaheserler olduğunu inandığım yukarıdaki sanat eseri heykellerin yaratılma süreçlerinde işte bu temel felsefenin gözden kaçırıldığını düşünüyorum..
Yoksa öyle mi “ısmarlanmışlardı”?
Ve yoksa o sanatkârlar; ısmarlayanın, parayı verenin türküsünü mü çağırmışlardı?
Hangisi daha vahim?
8 Temmuz 2011
57’NCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
Bir yanıt yazın