KIBRIS DOSYASI-1 Hüseyin MÜMTAZ
37 yıl önce, 1974’den sonra sadece “Temmuz” ayları yılın “Kıbrıs ayları” idi.. Sonra sıraya “Kasım” girdi, 15 Kasım, KKTC; sonra da yoğun olarak “Nisan” ayları.. Hele son on yıldır her Nisan’da KKTC’de ya bir referandum, ya da bir seçim; milletvekili, yerel yahut Cumhurbaşkanlığı seçimi; yapılageliyor..
Seçim deyip geçmeyin; KKTC’de yasa gereği her seçimden iki ay önceden itibaren “seçim yasakları” başlar ve kamuda her türlü atama, yer değiştirme, terfi ve (vatandaşlık dahil) personel alımları askıya alınır. Bu “durum” kaynakları kısıtlı toplumu hayli etkiler..
Bu sefer 2011’in sıcak Temmuz’unu yaşıyoruz.. Önce 7 Temmuz Cenevre görüşmeleri; (74’den beri kaçıncı Cenevre?) arkadan yine, yeni ve yeniden bir 20 Temmuz…
Öyle bir görüşme(me) süreci yaşıyoruz ki, toz dumandan göz gözü görmüyor. Rum tarafı ve Türkler basın üzerinden her türlü manipülasyonu, dezenformasyonu hayata geçiriyor. Bilgi kirliliği diz boyu.. Kıbrıs’ın kendilerinden sorulduğunu zanneden bazı “uzman” arkadaşlar da ille her gün Kıbrıs yazacağız diye konu kıtlığından çiçek, böcek, çevre bağlamında endemik bitkiler, kuşlar, kıyılar edebiyatına başladılar.
Biz ise bu sefer değişik bir yol deneyerek kamuoyunun artan ilgisine paralel olarak basında son bir hafta içinde yer alan ve “ileride kullanmak üzere” dosyaladığımız bir takım ilginç yazıları, “yazarlarının dünya görüşlerine ve yorumlarına katılmasak da” sizinle paylaşmayı düşünüyoruz.
1. “ ‘Maneviyat’ size kalsın. ‘Manevi boşluğu var’ dediğiniz bu toplum… Birbirini ‘soymayı, çalmayı, öldürmeyi’ bilmezdi. Tecavüzü, hırsızlığı çok sonra öğrendi… İçer, sarhoş olur, karşılıklı sövüşür, bağıra çağıra tartışır ama böylesi bir sürecin sonunda ‘birbirini bıçaklamayı, yaralamayı, öldürmeyi’ asla aklının ucundan geçirmezdi… ‘Manevi boşluğu var’ dediğiniz bu toplum, farklı partilere oy verir ama ‘evim, evindir’ derdi komşusuna… Her evin kapısının üzerinde, anahtar dururdu, dışarıdan gelen dost, akraba, anahtarı çevirsin de içeri girsin diye!.. Hiç abartı değil, öyleydi… ‘Manevi boşluğu var’ dediğiniz bu toplum, çalıştığı işyerini soyanı da, çamaşır ipinde asılı dona kadar götüreni de çok sonra öğrendi. Hem de güya manevi boşluğu olmayanlardan… Katilliği, her türlü pisliği, yalancılığı, kalleşliği tanıdı, ‘maneviyat’ yükseldikçe (!) Toplum liderinin ‘evinize köpek alınız da sizi korusun’ dediği günleri de yaşadı… Başbakan’ın evini hırsızların boşalttığı günleri de… İnsanlar paralarını ‘tencere’ içinde saklamaya başladı, evlerine çifte kilit koymaya; çocuklarını sokağa çıkarmaya korkar oldu… Kıbrıs’ın bir başka ülke, Kıbrıslı Türklerin bir başka kültür, medeniyet, bir başka insanlar olduğunu anlamıyorsunuz daha.. Maneviyatınız size kalsın, ülkemizi geri veriniz bize, yeter de artar bile!…” (Cenk Mutluyakalı. YENİDÜZEN. 01.07.2011)
2. “Kuzey Kıbrıs’taki çoklu Türk sorunu. Girne. Kısa adı ‘Ekopolitik’ olan Ekonomi ve Sosyal Araştırmalar Derneği’nin önceki gün Girne’de düzenlediği çalıştayın adı ‘Gizli Kuşatılmışlık’ idi…Bu ad size tuhaf gelebilir. ‘Kuşatılmışlığın gizli olanı nedir?’ diye sorabilirsiniz. Söz konusu olan KuzeyKıbrıs ise ‘kuşatılmışlık’ zaten aleni… Kuzeydekiler on yıllardır dünyadan tecrit edilmiş olarak yaşıyorlar. Biz buna ‘Kıbrıs sorunu’ diyoruz. ‘Sorunun en dramatik yönlerinden biri’ demek belki de daha doğru…’Gizli Kuşatılmışlık’ ise Kuzey Kıbrıs Türk nüfusunun iki ana grubu olan ‘Kıbrıslılar’ ile ‘Türkiyeliler’in, kendilerini içinde tarif ettikleri hal ve duygulara Ekopolitikçilerin verdiği ad. Kısacası, ‘Kıbrıslı’ların önce Türkiye Cumhuriyeti, sonra da ‘Türkiyeliler’ karşısındaki, Türkiyelilerin ise Kıbrıslılar ile olan ilişkilerindeki kuşatılmışlıkları… Dış kuşatılmışlık ‘Kıbrıs sorunu’ ise, iç kuşatılmışlık da Türkiye açısından bir ‘iç Kıbrıs sorunu’. Ya da Kıbrıs’taki ‘Türk sorunu’. Ve bu yeni bir durum… Üstelik bir değil, birçok ‘Türk sorunu’ var.
Girne’deki masanın etrafındaki yerel katılımcılar bu çoklu Türk sorununun iki tarafıydı: Kıbrıslı Türkler ve Türkiyeliler…’Kıbrıslı Türkler’, kadim olanlar… Kıbrıs’ta soyları Osmanlı’nın adayı fethettiği tarih olan 1571’e kadar gidenler. ‘Türkiyeliler’ de 1974’ten bu yana Türkiye’den göçüp adaya yerleşmiş ama çoğunlukla ‘Kıbrıslı’ olamamış, öyle olsalar bile ‘yerliler’ tarafından Kıbrıslıdan sayılmamış olanlar. Bu iki kesimden katılanlar, önde gelen siyasetçi, akademisyen, sendikacı, tüccar ve gazetecilerdi. Çalıştayın moderatörlüğünü, kendisi de bir Kıbrıslı olan dünyaca ünlü psikiyatri profesörü Vamık Volkan yaptı. Katılımcılar bir gün boyunca muhataplarına sorunlarını anlattılar, taleplerini dile getirdiler ve tartıştılar. Bendeniz de Türkiye’den katılan ‘gözlemciler’ arasındaydım.
Ve artık sıra geldi ‘gözlemci’nin notlarına. Önce Kıbrıslı Türkler…Kimliklerinin ve adadaki varlıklarının Türkiye tarafından yok edilmek üzere olduğu düşüncesi ile yaşıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı büyüyen bir tepki ve öfke var adada. Son birkaç yıldır tedirgin edici biçimde derinleşen varoluşsal tehdit algısına şu faktörler yol açıyor: ‘Kontrolsüz Türkiyeli göçü’ ile adadaki Kıbrıslı Türklerin azınlığa düşmüş ya da düşüyor olması… Adadaki finans, imalat ve eğitim sektörlerinde sahipliğin hızlı biçimde Kıbrıslı Türklerden, Türkiye kökenli ya da Türkiyeli sermayeye geçmesi…Siyasi ve toplumsal iradelerine, genel manada Türkiye Cumhuriyeti otoriteleri tarafından saygı gösterilmemesi. Kısacası, kaale alınmamak. Kıbrıslı Türklerin güç kaybına neden olan Türkiye vesayeti…Ve tüm bunların sonucunda koyulaşmış bir alınganlık, yabancılaşma, içe kapanma ve ‘TC’ye karşı husumet. Aşağıda okuyacaklarınız birçok Kıbrıslı Türk katılımcının tek ağızda derlediğim ifadeleridir: ‘Rumlar bize sözde devlet deyince kızarız ama aslında bize sözde devlet olarak davranan Türkiye’dir. Biz Türkiye’nin adaya bizim için geldiğini düşünürdük ama öyle olmadığını gördük. Anladık ki Türkiye adaya stratejik nedenlerle gelmiş. Beşparmak taşları bizden daha değerliymiş. -Ne kadar Türksünüz- diye sorgulanırdık, şimdi -Ne kadar Müslümansınız- diye sorgulanıyoruz. Kıbrıs Türkü Türkiye’ye karşı varlığını koruma mücadelesine girdi. Biz Rumlara karşı kimliğimizi koruduk ama şimdi yok oluyoruz’.
Ve Türkiyeliler…Onlar da Kıbrıslılar tarafından sistemli biçimde dışlandıklarını söylüyorlar. Kuzey nüfusunun yarısını ve hatta belki de daha fazlasını oluşturmalarına rağmen bürokraside hemen hiç temsil edilmediklerinden şikâyetçiler. Siyasi partilerde de durum farksız… 50 üyeli parlamentoda sadece iki Türkiye kökenli vekil var. Türkiye’den adaya 1974 ile 80’lerde gelenler bugün aslında entegre olmuş durumda. Ancak, 90’larda başlayan ‘kontrolsüz göç’ün yarattığı toplumsal gerilimler nedeniyle yeni gelenlerle birlikte onların da ‘yerliler’ tarafından dışlandığı anlatılıyor. Kısacası, Türkiye’de Kıbrıslı, Kıbrıs’ta Türkiyeliler. Adanın kuzeyinde Kıbrıslılar ile Türkiyeliler arasındaki kutuplaşma ve ayrışma hızla derinleşiyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ‘Kıbrıslı Türk’ sorunu var; Kıbrıslıların da bir ‘TC’ sorunu. Türkiyelilerin de ‘Kıbrıslı’ sorunu mevcut. ‘Çoklu Türk sorunu’ böyle bir durum…’Bu sorunlar nasıl hafifletilir, bu yapılmazsa neler olur?’ sorularına gelecek yazıda cevap arayacağım”. (Kadri Gürsel. MİLLİYET. 30.6.2011) “Arkası yarın” kıymetli okuyucu..
6 Temmuz 2011
57’NCİ ALAY HER YERDE HEPİMİZ
57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
Bir yanıt yazın