1.BDP’li Tuncel’den 8 askeri şehit eden PKK’lıya övgü!
“TUNCELİ’de 30 Haziran 1996 tarihinde askerlerin bayrak merasimi sırasında hamile kadın kılığınagirerek düzenlediği intihar saldırısıyla 8 askerin şehit olmasına, 29 askerin ise yaralanmasına yol açan Zilan kod adlı PKK’lı Zeynep Kınacı’nın Diyarbakır’daki anma etkinliğine BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel katıldı. Zeynep Kınacı’nın mücadelesini kendi mücadeleleri olarak görmeleri gerektiğini belirten Tuncel, ‘30 yılık mücadelede 18 bin gerilla yaşamını
yitirmiştir. 30 yılda büyük emekler bedeller verildi. Bugün rahat siyaset
yapmamızı, bu kadar rahat konuşmamızı bu arkadaşlarımıza borçluyuz’ dedi”.
2.”Bayrak yanacağına biz yanalım!”
“Geçen Cumartesi, Şırnak’ın Silopi ilçesi YSK’nın Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürmesini protesto edilmesi sırasında savaş alanına döndü. Olaylar sırasında elinde Türk bayrağı tutan sivil bir polis öne çıktı. Polisin bayrağı yanında getirdiği ve protestocuları provoke ettiği iddia edildi.
O polis, yaşadıklarını ve provokasyon iddialarını anlattı: ‘Bayrağı elinde tutan gösterici kendilerinin kurduğu barikatın iç tarafında bayrağı göreceğimiz şekilde diz hizasında açtıktan sonra kırıştırıp yere attı. Bizlere de bayrağı gelip almamız
için eli ile işaret etti. Ancak bayrağı bıraktıkları yer molotof menzili içerisindeydi. Biz buna rağmen yanımızdaki arkadaşlarımızla ‘bayrak yanacağına biz yanalım’ dedik ve …bayrağa doğru koşarak bayrağı yerden aldım. Su ve çamurunu silkeledikten sonra bayrağı aldığımı bilmeleri için havaya doğru kaldırıp göstericilere doğru tuttum. Bayrağı öptükten sonra geri çekilerek araca bindim. Akşam eve geldiğimde ilk işim bayrağı yıkamak oldu. Biz yanımızda bayrak taşımıyoruz. Nerede görev yaptığımızı biliyoruz. Bayrak taşıyıp göstericileri provoke etmek gibi bir şeyi asla yapmayız.”
3. “Şeyh Said’in itibarı iade edilsin.”
“DİYARBAKIR – Kürt isyanını 1925’te başlatan Şeyh Said’in idamının yıldönümü nedeniyle düzenlenen etkinlikte konuşan Baydemir Hürriyet’in haberine göre mezar yerinin belirlenmesi ve itibarının iadesini istedi; ‘Bu toplantı, tüm Türkiye’nin
geçmişiyle yüzleşmesi ve büyük barışın zemini olsun. Şeyh Said ve arkadaşlarının itibarları Kürt milletinin gönlündedir. Haklarını vermelisiniz.
İtibarı iade edilmeli ve mezar yeri açıklanmalıdır. Mezarı neredeyse vatanı da
oradadır. 80 yıl önce Şeyh Said, Said Nursi, Seyit Rıza mezarsız bırakıldı. Çağrımız Şeyh Said’in mezarını ortaya çıkarmaktır. ..Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Altan Tan da, Kürt şahsiyetleri sadece dini kimlikleriyle değil, milli kimlikleriyle tanımanın da kazanç olacağını belirterek, ‘Şeyh Said ve arkadaşları Kemalizme, İslami kimlikleriyle ilk başkaldırıda bulunan insanlardır. Kürt halkının da bunu en objektif bir şekilde görmesi gerekir’ dedi. Etkinlikte, 1 dakikalık saygı duruşu sırasında
Altan Tan, ‘Ne saygı duruşu, Fatiha okuyun’ diye yüksek sesle bağırdı. Saygı
duruşu ve konuşmaların ardından Fatiha da okundu”.
Yukarıda okuduğunuz olayların hepsi, yaşamakta olduğumuz 2011 yılının Haziran ayının son haftasında cereyan etmiştir kıymetli okuyucu..
Her üçü de zaten yeterince ürperticidir de benim özellikle gözlüğü kalemi atıp arkama yaslanmama neden olan iki nokta oldu..
a.Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde “Bayrak yanacağına biz yanalım” noktasına gelen o kahraman Türk Polisi, “Biz yanımızda bayrak taşımıyoruz. Nerede görev yaptığımızı biliyoruz. Bayrak taşıyıp göstericileri provoke etmek gibi bir şeyi asla yapmayız” demiş.
Demek 2011 Türkiyesinde “görev yaparken provokasyona neden olacağı için Türk bayrağının taşınamadığı” yerler varmış..
Vah,vah…
b. “Kürt halkı, Şeyh Said ve arkadaşlarının Kemalizme İslâmi kimlikleriyle başkaldıran ilk insanlar olduklarını en objektif şekilde görmeli”ymiş.
Demek “Kemalizme başkaldırı”, “ayrışmanın” çıkış noktası olmuş.
Vah, vah, vah…
“Şeyh Sait 1925 yılında Diyarbakır’da bir fidan dikmiş, o fidanı kendi kanıyla ilk kez kendisi sulamış ve bu fidan daha sonra 1938 Dersim isyanının lideri Seyit Rıza, 1946 yılında İran’da Mahabat Kürt Cumhuriyetini kuran Gazi Muhammet’in kanlarıyla sulanmış ve bu fidan günümüzde köklerini toprağa gömerek bir ağaca dönüşüp bütün dünyaya yapraklarını saçmış”.
Vah, vah, vah, vah…
Çaresizlikten sadece dizlerimiz dövebildiğimizin, iki elimiz böğrümüzde dövünmekten başka elimizden hiç bir şey gelmediğinin farkında mısınız?
Şeyh Sait, Seyyit Rıza ve diğerleri şu sıralar pek rağbette..
Peki “Efendiler ve ey ulus, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mansıplar ülkesi olamaz”
diye bir söz söylenmiş miydi, ne zaman söylenmişti, kim söylemişti?
Hiç hatırlayanınız var mı?
Şeyh Sait, Seyyit Rıza’ya itibar iadesinden sonra sıra Derviş Vahdeti’ye, Sait Molla’ya, Çerkez Ethem’e gelecektir.. “İçimizdeki İmralılı”ya gelecektir.
“İçimizdeki İmralılı” önce bir “ev”e nakledilecek, sonra da “İçimizdeki Türkiyeli” haline dönüştürülecektir.
Sıra onlara gelecek ama İstiklal Savaşı Komutanları Ali Çetinkaya, Mustafa Muğlalı itibardan düşürülecek, rütbeleri sökülecektir.
Cunda’nın adı neden “Ali Bey Adası” olmuştur, Yunan’a kıtasıyla “ilk kurşun”u atan kimdir; Mütareke İstanbul’unda “Mim mim Grubu” yahut “Yavuz Grubu” ne işler yapmıştır bileniniz, merak edeniniz var mı?
Fakat yukarıdaki olayların hiç biri gözlerimizin önünde cereyan eden “Diyarbakır’da Grup Toplantısı” kadar elim ve vahim değildir.
4. “Grup toplantılarını Diyarbakır’da yapacağız.”
“BDP desteğiyle seçilen bağımsız milletvekilleri yemin törenini boykot ediyor. Bağımsız vekiller adına Diyarbakır’da açıklama yapan Gültan Kışanak, grup toplantılarını bundan sonra her hafta Diyarbakır’da yapacaklarını söyledi.
Tutuklu milletvekili arkadaşlarının özgürlüklerine kavuşamadığını ifade eden Kışanak, şöyle devam etti: …‘Kürt sorununu barışçıl yöntemlerle çözmek, demokratik bir anayasa yapmak, demokratik cumhuriyeti ve demokratik özerkliği inşa etmek için halkımızdan onay aldık. Bu mücadelemizi, halkımızın verdiği bu yetkiye dayanarak, bundan sonra da en aktif ve en etkin bir şekilde yürüteceğiz. Grup toplantılarımızı bundan sonra her hafta Diyarbakır’da gerçekleştirerek,
örgütlü, planlı, programlı bir mücadeleyi yürüteceğiz ancak demokratik siyasete ve çözüm iradesine yönelik bu müdahaleyi kabul etmediğimizi göstermek için, ‘parlamentoya gitmeme’ tutumumuzu da çözüm olanakları ortaya çıkıncaya kadar
devam ettireceğiz’.”
Miladi 2011, Hicri 1432, Rumi takvimle de 1427 yılında; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 88’inci yılında BDP’nin Meclise girmemesi yahut CHP’nin girip de yemin etmemesi hiç problem değildir..
Asıl problem; “seçilmiş bir grubun” Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkenti Ankara’nın dışında başka bir şehirde Diyarbakır’da ve TBMM dışında başka bir mekânda “toplanarak” “alternatif parlamento” görevi üstlenir hâle gelmiş olmasıdır.
Daha önceleri Diyarbakır’da çeşitli isimlerle bilmem hangi “Kongre”ler toplanıp “alıştırma” yapılırken nerelerdeydiniz?
Çiller’li 1995 yılında Gümrük Birliği’ne girdiğimizde “bu günü” düşünemezdik, aklımıza bile getirmezdik..
Demek ki bu “süreç” AB sayesinde, onun koruyucu kanatları altında gerçekleşti.
Cem Kozlu, “AVRUPA’YA HAYIR DİYEBİLEN TÜRKİYE” adlı kitabında diyor ki;
“AB bizi üyeliğe alır gibi yapıyor. Görüşmeler sürüyor; ama ağır aksak
ve kritik konuların dışında. Türkiye’nin üyeliği resmen devam etmekte, ama
AB’nin vücut dili giderek Türkiye’yi dışlamakta…’Gibi” politikası AB’nin olduğu
ölçüde Türkiye’nin de işine geliyor. Dışarıda yatırımcılara güven veriyor,
yabancı sermayenin rekor oranlarda akışının önemli etkenlerinden biri. İçeride
ise, bir taraftan iş dünyası ve liberal kesimin desteğini, diğer taraftan da
Kürt vatandaşlarımızın ümitlerini canlı tutuyor”.
Yâni resmen içerinin de , dışarının da “mutlu olduğu” sanal bir âlemde yaşıyoruz..
Bu sanal âlemde Kandil’le röportajlar yapılıyor, İmralı her gün demeç vererek politika çiziyor.
Kandil nerede?
Irak’ta..
Irak kimin kontrolünde?
Amerika’nın..
Demek ki PKK da aynı Taliban gibi Amerika tarafından kullanılıyor, “kullanılacak”; raf ömrü dolunca da “baş edilmeye” çalışılacak..
Özal’lı “38’inci Paralel/Çekiç Güç” yıllarından bu yana “fevkalade himayeye mazhar” değil mi?
Okuyucu 2011’de yaşıyor olmamıza rağmen yazının başlığının yanlışlıkla 1911 yazıldığı düşüncesine kapılabilir..
Falih Rıfkı Atay’ın “BATIŞ YILLARI” adlı eserinin 55’inci sayfasındaki makalenin başlığı aynen öyle; “1911”..
“İnsan Osmanlı İmparatorluğu’nun 1911 yılını ve biraz sonrasını bir
kuşbakışı altına alabilse ürker. İki eli ile gözlerini kapamak ister. Kargaşa
denen şeyin daha öğretici bir örneği bulunamaz.
Adriyatik kıyılarında Arnavutluk, bütün Makedonya, Akdeniz’de Girit,
Kızıldeniz’de Yemen, Suriye’de Havran, bütün saltanat haritası yanardağ
ağızlarının kızıl ışığı altında. Orta ve Doğu Anadolu’yu sormayın. Dağ
başı devletsiz”.
2011’de yâni 1911’den tam 100 yıl sonra, o coğrafyadan elimizde kalan vatan parçasının Orta ve Doğu Anadolu’sunu sorduğumuzda aldığımız cevabı yukarıda uzun uzun anlattık kıymetli okuyucu..
Bir millet aynı rüyayı 100 yıl içerisinde kaç defa tekrar, tekrar ve tekrar görebilir?
Robert Zemeckis’in yönetmen, Bob Gale’ın yardımcı senaristlik, Steven Spielberg’in yapımcılık yaptığı, 1985 yapımı, bilim-kurgu ve macera türündeki kült filmin adı “Geleceğe Dönüş” (Özgün adı: Back to the Future) mü idi?
Bizimkisi ise onun tam tersi; “Geçmişe Gidiş”…
Cümle Karen Fogg/Sorosçu
çocuklarına, “embedilmiş”lere, fonlanmışlara, dantellektüel liboşlarla beraber
görmeyen-duymayan-söylemeyen üç maymuna kapak olsun.. 1 Temmuz 2011
57’NCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
mumtazbay@hotmail.com
Bir yanıt yazın