TÜRKİYE’NİN SEÇİMİ Hüseyin MÜMTAZ “Türkiye’nin Seçimi” kavramı iki taraflı ele alınmalıdır; 1) ”Türkiye”nin seçimi; 2) Türkiye’nin “Bölgesel rolü” bağlamında seçimi.. İlki için kısaca; her iki kişiden birinin oyunu AKP’ye verdiği ve AKP’nin 15 vekil kaybetmesine rağmen tek başına üçüncü defa iktidar şansı yakaladığı; CHP’nin oylarını %5, vekil sayısını ise 23 arttırdığı; BDP’nin 35 vekille dördüncü grup olma başarısı gösterdiği; “12 Haziran”ın “tek kaybedeni”nin ise vekil sayısının 18 eksilmesine sebep olan Bahçeli olduğu yorumunu yapabiliriz. Partiyi on sene içinde iktidar ortaklığından ancak BDP ile yarışır duruma getirme becerisini gösteren Bahçeli’yi muhtemelen kendisinin de tasfiye edileceği zor bir kurultay süreci beklemektedir. “Türkiye’nin bölgesel rolü” bağlamında “seçimi”ne gelince, işlerin içerideki kadar net olmadığını görüyoruz. “Arap Baharı”ndan ve “sıfır sorun”dan bahsediyorum. “En yakın hedef, en tehlikeli hedeftir” ve şu an için hedef tahtasında resmi makamların 800.000 ilâ 1.000.000 arasında mülteci beklediğimizi ifade ettiği Suriye vardır. Ve işte tam bu noktada işler hayli karışıktır. “Bölgesel rol”ünü Türkiye kendisi mi seçmiştir, yoksa bu rol için Türkiye “başkaları tarafından” mı seçilmiştir? Aşağıdaki haber bu gün tarihlidir; (www.milliyet.com.tr 13 Haziran 2011) “Tahran’dan Ankara’ya şok suçlama! Tümüyle devletin kontrolünde olan İran basını önceki gün ve dün art arda Türkiye’nin Suriye tavrı ile ilgili gayriresmi yorumlar yayınladı. İran’ın yarı resmi Fars Haber Ajansı, İran Devlet Televizyonu Press TV tarafından da yayınlanan bir yorumda, Türkiye’yi Suriye’deki olaylar konusunda ikili oynamakla suçladı. Press TV, ayrıca Suriye yetkililerinin bu ülkedeki olayların ardında Türkiye olduğu yolundaki iddialara yer verdi. Fars Haber Ajansı’nın Hadi Muhammedi imzasıyla yayınladığı yorumda, Ankara’nın bir yandan Beşşar Esad yönetimini destekliyormuş gibi görünürken, diğer yandan da Suriye’de ayaklanan silahlı çetelere kucak açtığını iddia etti. ABD’nin, Türkiye’nin isyancıları yardım etmek ve yönlendirmek için Suriye sınırına yakın noktalarında operasyon üsleri kurduğunu iddia eden ajans, Washington’un Şam karşıtı planını uygulamak için ayrıca Türkiye’ye talimat verdiğini ileri sürdü. İran Devlet Televizyonu Press TV ise, Suriye’deki olayların ardında doğrudan Türkiye’nin bulunduğu yolundaki iddialara yer verdi. Press TV, Cisr El Şuhur kasabasında ele geçirilen isyancılara ait silahların Hatay’dan sokulduğunu da öne sürdü”. “Küreselleşen dünya ölçeğinde” Amerika’nın kendisine biçtiği misyon ve bölgesel aktörlere uygun gördüğü rol tabii ki önemli.. Şu havadis de dünkü Hürriyet’te idi; “Konya’da 20 Eylül-4 Ekim 2010 tarihleri arasında, Türkiye ile Çin’in yaptığı sır hava tatbikatına ait ilk fotoğraflara Hürriyet ulaştı. İsrail’in tepki gösterdiği, ABD’nin “F-16’larla katılamazsınız, Çin ile bu teknolojiyi paylaşamazsınız” resti çektiği tatbikat, İran’dan alınan izin ve destek ile gerçekleştirilmişti”. (www.hurriyet.com.tr 12 Haziran 2011) “İran’ın izni” meselesi, Çinli uçaklara hava sahasını açıp yakıt ikmali desteği vermesi ile ilgiliymiş.. “Uygur Türkleri” faktörü ortada dururken Çin ile hem de Konya’da ortak tatbikat yapmanın insani ve ahlaki boyutunu bir an için görmezden gelsek bile haberin devamında çok önemli başka bir ayrıntı daha var; “Tatbikata, Türk Hava Kuvvetleri’nden F-16’lar yerine eski teknoloji F-4 savaş uçakları katıldı. Bu son andaki değişikliğe, perde arkasında Washington-Ankara arasında yaşanan bir kriz neden oldu. İlgili makamlara iletilen notada, -Çinli pilotların ABD lisansı altındaki gizlilik dereceli bilgiler içeren F-16 kodlarına hakim olmalarının önünü açacak manevra, brifing ve bilgilendirmelerden faydalanmalarının önüne geçilmesi önemlidir- denildi”. “Türk Silahlı Kuvvetleri”nin “tatbikata” hangi uçaklar/silahlar ile katılacağına bile karışan Amerika’nın, bir “harp hâli”nde nelere muktedir olabileceğini düşünebiliyor musun ey okur? İşte o zaman, çevresel veya bölgesel yahut küresel dış politikamıza “dışarıdan bakarak” değerlendirme yapma yönteminin en geçer akçe olduğunu düşünüyorum.. 3 Haziran 2011 tarihli “EĞRETİ VATAN (1)” başlıklı yazımızda NYT’ın 28 Mayıs 2011 tarihli nüshasında Anthony Shadid’in, hem de Gaziantep’ten yazdığı “Can Turkey Unify the Arabs?-Türkiye Arapları Birleştirebilir mi?” başlıklı bir yazısından bahsetmiştik. Demek ki Newyork Times, (“Amerika” olarak okuyun lütfen) Türkiye’ye bölgede “Arapları birleştirme” misyonu yüklemiş.. Türkiye’nin, “Arapları birleştirmek” gibi bir derdi neden olmalıdır? 1.Türkler “Arap” değildir; 2. Araplar, “kendilerinden olmayan” bir başkasının kendilerini “birleştirmesine” sıcak bakacak mıdır? 3. Araplar tarihin hangi zaman diliminde “birleşmiş”lerdir? 4. Araplar neden “birleşeceklerdir”, “birleşince” ne olacaktır, “birleşme” neye/kime hizmet edecektir? Bu birleşme sakın Rice-Ralph Peters haritalarındaki “değişim” ile ilgili olmasın? Peki Arapları “birleştirmeye” soyunan bir Türkiye neleri “ayrıştıracağının” farkında mıdır? Bakın ABD German Marshall Fund direktörlerinden Alessandri 29 Mayıs 2011 tarihli Cumhuriyet’te Leyla Tavşanoğlu’na ne diyor.. “Arap Baharında Türkiye’nin İşi Zor… Türkiye’ye gelince Türk Hükümetinden bu devrimlerin Türkiye’nin bölgedeki etkisi ve gücünü daha da arttıracağı tahminlerini duyunca şaşırmıştım. –Türkiye o ülkeler için esin kaynağı olur, bunda hiç kuşku yok. Ama bölgedeki devrimler Türkiye’ye yeni fırsatlar doğururken çok ciddi tehditlere de maruz bırakır- demiştim. Çünkü Türkiye, ABD’nin Ortadoğu’da dengeleri yok etmesi sırasında meydana gelen boşluğu dolduruyordu. Ama bütün bunlar Arap dünyasındaki dengelerin hemen hemen hiç değişmeyeceği varsayımı üzerine kuruluydu. Ama Türkiye’nin inşa ettiği bu saray yıkılıyor. Yıkılırken de orasına burasına taşların düşmesi kaçınılmazdır.” Ben demiyorum, Amerikalı diyor.. Bakın bir başka Amerikalı, Beyrut Amerikan Koleji Müdürü Harold W. Tadd; Ford Vakfı’na verdiği 7 Ocak 1900 tarihli raporda, yâni geçen yüzyılın başında ne diyor.. “Türkler Arap beldelerinin sadece bekçisi olma hüviyetine giriyorlar. Bu bekçiyi çok uzak olmayan gelecekte, Araplarla onlara sahip çıkmak isteyen Avrupalılar ve daha başkaları kovacaklardır. Fakat bu yenileri, Arapların bekçisi olmaktan çok efendisi olacaktır. Buralarda efendinin kim olacağının kavgasını, adaylar kendi aralarında yapıyorlar; Arapların, bir tarafa dayanma mecburiyet ve alışkanlıklarını bilerek”… (www.akradyo.net/18mart_ses.asp) “Hiç ibret alınsaydı, Tarih tekerrür mü ederdi” ifadesini çok severim… 13 Haziran 2011 57’NCİ ALAY HER YERDE HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ mumtazbay@hotmail.com
Bir yanıt yazın