Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL (ASAM Genel Koordinatörü)
12 Haziran sonrası, çok anlamlı ve çok boyutlu bir sonuç ile
karşı karşıyayız desek, herhalde abartmış olmayız. Her ne kadar bu seçimin
mutlak galibi olarak AK Parti gösterilse de, ortaya çıkan aritmetik tablo çok
daha farklı bir anlam taşımaktadır. Bir diğer ifadeyle, partilerin
beklentileri-hesapları ve iddiaları ile sandıktan çıkan tablo, aslında herkesin
kazandığı ama aynı zamanda da bir şekilde kaybettiği bir sonuca işaret
etmektedir.
Bunun nasıl olduğunu uzun uzun tartışmaya gerek yok. Söz
konusu tabloyu tarafların seçim öncesi ortaya koydukları hedefler-iddialar ile
seçim sonrası ortaya çıkan sonuç bağlamında karşılaştırdığımızda bunu net bir
şekilde görebilmekteyiz.
Nitekim yapılan son açıklamalara baktığımızda her bir partinin
bardağın dolu tarafına dikkatleri çekmeye çalıştığına şahit olmaktayız. Oysa, önümüzdeki süreci şekillendirecek ve
gündemi büyük ölçüde belirleyecek olan husus, göz ardı edilmeye çalışılan bardağın
boş tarafıdır!
Peki, bu sonuçlar siyasi partiler ve Türkiye’nin geleceği
açısından ne anlama geliyor? Süreçte ne tür olası sıkıntılar söz konusu
olabilir ve seçim sonuçları bunun çözümü noktasında başta AK Parti olmak üzere,
diğer siyasi partilere ne tür bir yol haritası sunuyor?
Öncelikle, ortaya çıkan tabloyu genel bir değerlendirmeye
tabi tuttuğumuzda karşımıza aşağıdaki hususların çıktığını görmekteyiz:
A. İç Politika Bağlamında:
- Her ne kadar AK Parti 12 Haziran’da
sandıktan birinci parti olarak çıkmış olsa da, sonuçta başta yeni anayasa olmak
üzere, kritik konularda tek başına adım atabilme kapasitesine sahip değildir. AK
Parti “yüzde” bağlamında ve üçüncü kez seçilmek suretiyle büyük bir
başarıya imza atarken, sandalye bazında bir düşüş yaşamıştır. - Karşısında keskin bir muhalefet söz
konusudur. Muhalefet, bir anlamda AK Parti’nin “kırmızı çizgileri”
anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla Meclis’te nihai anlamda ülkenin geçiş
sürecini rahatlatmaya yönelik bir iç denge-kontrol durumu ve sınırı sağlanmış
vaziyettedir. - Seçim sonuçları, aynı zamanda
“tek adamlık”, “meşruiyet” ve “rejim” tartışmalarına
da büyük ölçüde son vermiş bulunmaktadır. (Ya da en azından bunla ilgili
eleştirilerin önü büyük ölçüde kesilecektir.) - Bu husus, sağlıklı bir şekilde değerlendirilebildiği
ve buna uygun adımlar atılabildiği takdirde, Başbakan Erdoğan ve AK Parti’nin de
lehine olacaktır. Dolayısıyla önümüzdeki süreç, AK Parti’nin ve Başbakan
Erdoğan’ın gerçek anlamda ustalık ve olgunluğunun sınandığı ve Yeni Türkiye’nin
inşası yolunda son adımların atıldığı bir dönem olacaktır. - Milli irade ve “küresel
irade” Türkiye’de mutabakata dayalı bir Yeni Türkiye inşası istemektedir. Bir
diğer ifadeyle, The Economist ile
özdeşleşen küresel iradenin arzu ve istekleriyle, Türkiye’deki seçmen
kitlesinin sağduyusu ilginç bir şekilde paralellik arz etmiştir. - Dolayısıyla, başta anayasa konusu
olmak üzere, bir çok hususta AK Parti, diğer partileri de gözeten,
katılımcı-işbirliğine dayalı ve toplumun bir çok kesimini gözeten yeni bir politika
izlemek zorunda kalacak ve böylece, “Yeni Anayasa=AK Parti Anayasası”
şeklindeki bir takım korku ve endişeler de büyük ölçüde giderilmiş olacaktır. - Seçim sonuçları, toplumun bütün
hassasiyetlerini, endişelerini ve taleplerini büyük ölçüde meclise
yansıtmaktadır. Dolayısıyla, bundan sonraki süreçte, başta siyasi partiler
olmak üzere, ilgili tüm kesimler daha yapıcı bir şekilde, ortak zeminde bir
araya gelmenin yoluna bakacaklardır. - Bir diğer ifadeyle, mecliste ortak
aklın galebe gelmesi kaçınılmaz bir hal almıştır. Dolayısıyla “Yeni
Meclis”in bir “Hesaplaşma Meclisi” değil, bir “Kurucu
Meclis” olması beklenilmektedir. Aksi hareketler, ülkede başta siyaseten
olmak üzere, çok yönlü tasfiye sürecini gündeme getirecektir. - Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığının
yolu açılmıştır. Bu noktada, Başbakan Erdoğan’ın Aralık 2010 duruşunu eylem ve
söylem bazında koruması ve bundan sonraki süreçte Yeni Meclis’te daha
kontrollü, soğukkanlı, işbirliğine-mutabakata dayalı yapıcı bir tutum
sergilemesi, hiç kuşkusuz onun Çankaya yürüyüşünü kolaylaştıracaktır. - “Yeni CHP” söylemi
tutmamıştır. Bir diğer ifadeyle, Yeni CHP söylemi ile ortaya konulan tablo arasındaki
tezat halkın dikkatinden kaçmamış ve buna prim verilmemiştir. Dolayısıyla
önümüzdeki süreç, Yeni CHP açısından bu söylem-eylem dengesizliğinin bir
şekilde giderilmesi süreci olacaktır. Aksi takdirde “Klasik CHP”
anlayışı, partiye hakim olmaya devam edecektir. - Yeni CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu
ve ekibi yüksek beklentiler yaratan bir seçim stratejisi izlemiş ve sonuçta
(amiyane tabirle) “dağ fare doğurmuştur”. Dolayısıyla, Kılıçdaroğlu
ve ekibi bundan sonraki süreçte bu söylemlerin hedefi konumunda olacak ve
“Yeni CHP” ile “Eski CHP” arasında parti içi mücadeleler
hız kazanacağa benzemektedir. - MHP’ye bu seçimlerde son bir şans
verilmişe benzemektedir. Dolayısıyla bu şansı MHP kadrolarının çok iyi
değerlendirmesi beklenilmektedir. Bu
noktada MHP ya kendi iradesiyle bu süreci başlatacak ya da yeni bir takım
(parti içi ya da dışı) operasyonlar ile yeni bir yapılanma sürecine
zorlanacaktır. Nitekim seçim süreci bunun somut işaretleri ile fazlasıyla
doludur. - Başbakan’ın altını çizdiği “Kürt sorunu yoktur, benim Kürt
vatandaşlarımın sorunları vardır…” söylemi toplum bazında genel bir kabul
görmüştür. Nitekim bağımsızların oy oranı ve bölgedeki tablo bunu çok net bir
şekilde ortaya koymaktadır. Böylesi bir noktada başta BDP olmak üzere, “Kürt
Sorunu”nun tarafı olduklarını iddia eden her kesim, genel politika ve
stratejilerini yeniden değerlendirme yoluna gideceğe benzemektedir. - Başbakan’ın seçim öncesi, Aralık
2010’dan bu yana çerçevesini çizdiği sorun, bundan sonraki süreçte daha çok bu
meseleyi savunduklarını iddia edenlerin sorunu olacağa benzemektedir.
Dolayısıyla BDP’ye büyük bir sorumluluk düşmektedir. Böylesi bir ortamda daha
rasyonel, yapıcı ve ılımlı bir siyaset tarzı, BDP’nin bir anlamda siyasi
geleceği açısından da belirleyici olacaktır. - Türkiye milliyetçi-muhafazakar bir
çizgiye doğru gitmektedir. “Temiz toplum”, “temiz siyaset”,
“temiz medya” ve “temiz devlet” mücadelesi kabul
görmektedir. Bundan sonraki süreçte bu anlayışın Türk siyasi hayatına daha
fazla hakim olması beklenilmektedir. - Milli, bağımsız ve güçlü bir
“Yeni Türkiye”nin inşası noktasında “gizli el”, tarihsel
misyonunu bir kez daha ifşa etmişe benzemektedir.
B. Dış Politika Bağlamında:
- Bölgeye bir model olarak sunulan Türk
demokrasisi açısından kritik bir aşama daha kaydedilmiştir. Dolayısıyla,
Türkiye bölgedeki öncü model rolünü devam ettireceğinin mesajını bir kez daha
vermiştir. - AK Parti, seçim sürecinde Batı’nın
verdiği dolaylı sinyalleri göz önünde bulundurmak zorunda kalacaktır. Bir diğer
ifadeyle, “Eksen Kayması”, “Füze Kalkanı” ve
“Libya-NATO” tartışmaları bağlamında kendini gösteren mücadelede
Türkiye Batı’yı rahatlatacak bir takım adımlar atmaya devam edeceğe
benzemektedir. - Bu kapsamda AK Parti ilk ciddi sınavını
Batı ve İran arasında Suriye konusunda verecek gibi görünmektedir. - AK Parti’nin ABD ile
“güvene” dayalı yeni bir ilişki sürecini başlatması beklenirken, AB
ve İsrail boyutunda ciddi bir ilerleme kaydetmesi, mevcut şartlarda pek olası
görünmemektedir. Bu, AK Parti’nin ve dolayısıyla da Türk dış politikasının Batı
ile olan ilişkilerinde bir paradoks olarak kalmaya bir süre daha devam edeceğe
benzemektedir. - Ayakları yere basan, eylem-söylem
bazında daha tutarlı bir dış politika konusunda adımlar atılacağı, yeni döneme
uygun yeni söylemler geliştirileceği beklenilmektedir. Bu noktada “sıfır
sorunlu” dış politika anlayışının beraberinde getirdiği bir takım sorunlar
(Türkiye-Ermenistan gibi…) gündemdeki yerini korumaya devam edecektir. - Oluşturulan son kurumlar ve
devletteki yeni yapılanma çerçevesinde başta ihmal edilen dış Türkler ve Türk
Dünyası olmak üzere, bundan sonraki süreçte Türk dış politikasının çıkarlarına
uygun, manevra alanını arttırma kapasitesine sahip bir çok hususun tekrardan
gündeme alınması söz konusu olacaktır. - “Yeni Çevre Politikası”
kapsamında ortaya konulan hedefler çerçevesinde adımlar atılmaya devam
edilecektir. Bu kapsamda başta Kuzey Irak ve Gürcistan ile olmak üzere, bölgede
yeni bir sürecin önünü açmaya yönelik plan ve projelerin hız kazanması
beklenilmektedir. Nitekim Başbakan Erdoğan’ın “Balkon Konuşması”nda
seçim sonuçlarının sadece Türkiye ile sınırlı kalmadığı yolunda verdiği mesaj,
bunun bir göstergesidir. Türkiye’nin stratejik derinliklerindeki etki ve
sorumluluklarını daha da arttıracak bir yeni dönem söz konusudur. - Nihai anlamda Soğuk Savaş sonrasında
ortaya konulan dengeye dayalı, çok yönlü dış politika anlayışından bir taviz
verilmesi beklenilmemektedir. Bu kapsamda 2023 hedefinin sadece AK Parti’nin
bir hedefi değil, tüm Türkiye’nin bir arzusu olduğu bir kez daha görülmektedir.
Netice olarak ifade etmek gerekirse, tarihsel kodlarına dönüş
aşamasında olan ve bu kapsamda bölgesel-küresel anlamda bir misyon yüklenen
Türkiye açısından seçmenin verdiği mesaj çok nettir. Türk halkı, 12 Haziran’da mutabakata
dayalı, kolektif liderliğin esas alındığı Yeni Türkiye’nin inşası noktasında
her bir siyasi partiye sorumluluk vermiş ve gerçek anlamda “Kurucu
Meclis” arzusunu ortaya koymuştur. Bu mesajı doğru okuyan siyasiler,
siyasi partiler bundan sonraki süreçte Yeni Türkiye’nin mimarları olmaya devam
edecektir. Seçim sonuçlarını bir de bu şekilde okumakta fayda mülahaza
edilmektedir.