Site icon Turkish Forum

Benjamin Button’un Tuhaf Hikâyesi ve Diyanet’te Cübbe-Sakal Devrimi

Diyanet’te son yıllarda önemli bir değişimin, belki de dönüşümün yaşandığını, daha önce de yazdım. Umum Diyanet mensuplarının bildiği "Ettekrâru ahsen, velevkâne yüzseksen" galatı meşhuru gereğince bir kere daha tekrarlayalım ki;  Diyanet’te son yıllarda, şeklen de olsa önemli bir değişim yaşanmaktadır. Yine dediğim gibi, bu değişim zikzaklarla, gelgitlerle ve elbette çelişkilerle dolu olduğu için bildiğimiz değişimden çok farklı bir değişimdir. Hatta Diyanet’teki değişim, tıpkı Oscarlı Film Benjamin Button’un Tuhaf Hikâyesi’ndeki  Benjamin Button örneğinde olduğu gibi geriye doğru bir değişimdir. Ancak Benjamin Button, geriye doğru değişirken gençleştiği halde, Diyanet, zihniyet bazında geriye doğru değişirken yaşlanmaktadır. - diyanet

Diyanet’te son yıllarda önemli bir değişimin, belki de dönüşümün yaşandığını, daha önce de yazdım. Umum Diyanet mensuplarının bildiği “Ettekrâru ahsen, velevkâne yüzseksen” galatı meşhuru gereğince bir kere daha tekrarlayalım ki;  Diyanet’te son yıllarda, şeklen de olsa önemli bir değişim yaşanmaktadır. Yine dediğim gibi, bu değişim zikzaklarla, gelgitlerle ve elbette çelişkilerle dolu olduğu için bildiğimiz değişimden çok farklı bir değişimdir. Hatta Diyanet’teki değişim, tıpkı Oscarlı Film Benjamin Button’un Tuhaf Hikâyesi’ndeki  Benjamin Button örneğinde olduğu gibi geriye doğru bir değişimdir. Ancak Benjamin Button, geriye doğru değişirken gençleştiği halde, Diyanet, zihniyet bazında geriye doğru değişirken yaşlanmaktadır.

Örneğin Diyanet, siyaset üstü bir kurum olduğunu iddia etmekle birlikte, sırf tarafsız bir şekilde görevini yaptığı ve fakat farklı siyasi düşünceleri olduğu için bir müfettişinin görevine son verebilmektedir. Yine aynı durumdaki Kadın Faaliyetleri Müdürü’nü sudan sebeplerle açığa alabilmektedir. Diyanet bir taraftan ısrarla toplumun bütün kesimlerini kucaklama azminde olduğunu deklare etmekte, bir taraftan da çevresiyle alışılmışın dışında iyi ilişkiler kuran, farklı çevrelerle iyi ilişkiler kuran ve İslam Dini’ni camilere hapsolmaktan çıkaran birçok müftüsünü rızaları dışında oradan oraya sürebilmekte ve elbette süründürebilmektedir. Motosiklet yarışçısı Kenan Sofuoğlu’nu Diyanet Spor’a transfer ettiği halde, Dalaman’da görevli İmam-Hatip Tarık Balkı’yı, sırf motosiklete bindiği gerekçesiyle istifaya zorlayabilmektedir.

Mehmet Görmez ile birlikte özellikle Diyanet’in üst yönetim kadroları, dünya görüşleri Milli Görüş veya bir takım cemaatlerin görüşleriyle ve İslam yorumlarıyla örtüşen din adamlarıyla doldurulmaya başlanmıştır. Sayın Görmez, Ali Bardakoğlu dönemindeki üs yöneticilerin hemen tamamını değiştirmiş, bunların bazılarını yurtdışına göndermiş, gönderemediklerini ise “Müşavir” sıfatıyla kızağa çekmiştir. Ali Bardakoğlu döneminden kalan tek Başkan Yardımcısı Prof. Dr. M.Emin Özavşar olup, adı geçenin, Mehmet Görmez’in yakın arkadaşı ve kendisiyle aynı hadis ekolüne mensup olduğu bilinmektedir. Mehmet Görmez, yakın arkadaşı M.Emin Özavşar’ı aynı görevde tutmaya devam etmekle yetinmemiş, adı geçenin eniştesi İsmail Karagöz’ü de “Rehberlik ve Teftiş Başkanı” yaparak arkadaşını bir anlamda çifte ödülle ödüllendirmiştir. Ayrıca M.Emin Özavşar, İsmail Karagöz ve yine muhtemelen Mehmet Görmez’in inisiyatifiyle Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi yapılan Prof. Dr. Bünyamin Erul’un Geredeli oldukları bilinmektedir.

Anlaşılan, Diyanet’te bir zamanlar Trabzonluların ve Erzurumluların sürmüş olduğu saltanatı şu anda Geredeliler sürmektedir. Sayın Görmez’in Başkan Yardımcısı yaptığı ve Diyanet çalışanları arasında daha çok çember sakalıyla meşhur olan Konyalı Ekrem Keleş’in de en azından dünya görüşü olarak Mehmet Görmez’le aynı çizgide olduğu muhtemeldir.

***

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, bir taraftan PKK, DTK ve BDP önderliğindeki ayrılıkçı Kürtlerin, güneydoğuda park ve meydanlarda alternatif Cuma namazı kılmalarını; “… Irkçılık namına bunu yapmak dinen kabul edilemez. Bütün müminler, Araplar da Türkler de Kürtler de Müslüman’dır. Bu milletlerin birlikte olmaları gerekiyor. Bütün inanan insanlar kardeştir. Peygamberimiz zamanında Müslümanlar bir tek camide namaz kılıyorlardı. Hatta bazı mezheplere göre de ihtiyaç olmadan ikinci bir camide cuma namazı kılmak caiz değildir. Cuma namazını kılmanın anlamı, birliği sağlamaktır. İnşallah onlar da uyanacak ve bu işi terk edecekler.”(1) diyerek tenkit etmekte, bir taraftan da Kürtçe Kur’an’a yeşil ışık yakmak, Diyarbakır’da mevlit okutmak ve hatta bizzat okumak suretiyle bu milletin eğitim dili ve hatta bir anlamda ortak ibadet dili olan, üstelik de bu özelliği anayasa ile hüküm altına alınmış bulunan Türkçeyi sulandırıp tartışmaya açmaktadır.

Ta Başkan Yardımcılığından beri, gerek tarikat, cemaat  ve siyasi bağlantıları gerekse etnik kökeni hakkında birçok iddialar ileri sürülen Mehmet Görmez’in etkin olduğu ve Başkan olmasıyla tamamıyla onun hegemonyasına giren Diyanet, 2008 yılında Kürtçe Kur’an mealine yeşil ışık yakarken(2), 2009 yılında devletin kamu görevlisi olan imamlarına Kürtçe mevlit okutmuştur. Zira 2009 yılında kutlanan Mevlit Kandili münasebetiyle Diyarbakır İl Müftüsü Ali Melek’in organizatörlüğünde Diyarbakır Ulu Camii’de Kürtçe Mevlit okutulmuş ve TRT Şeş’den naklen yayınlanmıştır(3). Sayın Mehmet Görmez, bu konuda hızını ve hevesini alamamış olacak ki; 2011 yılında kutlanan Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle ve yine Diyarbakır İl Müftüsü Ali Melek’in organizatörlüğünde Diyarbakır Atatürk Stadı’nda düzenlenen etkinlikler sırasında bizzat kürsüden Kürtçe mevlit okumuştur. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Bursalı Süleyman Çelebi ile Hakkarili Molla Batevi’nin Hz. Muhammed (sav) için yazdığı mevlitlerden satırlar okuyarak sözüm ona kardeşlik ve birlik beraberlik vurgusu yapmıştı(4).

Oysa gerçekte, Diyanet İşleri Başkanı’nın Kürtçe Kur’an Meali, Kürtçe Vaaz-Hutbe ve Kürtçe Mevlit konusundaki çıkışları ile kışın ortasında Tunceli’de halka ücretsiz buzdolabı ve suyu olmayan köylere tam otomatik çamaşır makinesi dağıtan Vali Mustafa Yaman’ın ve Elazığ’da kamyonun üstüne çıkarak halka kömür dağıtan vali Muammer Muşmal’ın yaptıkları arasında anlam itibarıyla hiçbir fark yoktur. Yapılanların hepsi, hükümetin “Açılım Projeleri”ne destek verme ve hükümete yaranma amacı, ancak Diyanet İşleri Başkanlığı ile valiliklerin siyasete alet edilmesi anlamı taşımaktadır. Açık söylüyorum; Sayın Görmez’in bu yaklaşımı, aynı zamanda Anayasayla garanti altına alınmış ulus devlete ve üniter yapımıza bir eleştiri niteliğindedir.

Başbakanın talimatıyla ve hükümete yaranma adına Elazığ’da kömür kamyonunun üzerinde halka kömür dağıtan ilk vali olan aynı Muammer Muşmal’ın, AKP yerine MHP’den milletvekili aday adayı olması ne büyük çelişkidir. Allah’tan MHP yönetimi kendisine yüz vermedi de Vali Muşmal muşmula gibi ortada kalakaldı.

Diyanet’teki Değişimin Simgeleri: Cübbe ve Sakal

Siyaset yazarları, Ukrayna’daki devrimin adını “Turuncu Devrim”, Gürcistan’daki devrimin adını “Gül Devrimi”, Kırgızistan’daki devrimin adını “Lale Devrimi” ve Tunus’takinin adını “Yasemin Devrimi” koymuşlardır. Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki gelişmeler eğer aynı yazarların ilgi alanlarına giriyor olsaydı, bu adamlar mutlaka Diyanet’teki gelişmelere de uygun bir isim bulurlardı. Onlar ne derdi bilmiyorum ama ben, Diyanet’teki gelişmeleri, “Cübbe ve Sakal Devrimi” olarak isimlendiriyorum.

Hemen belirtelim ki; Diyanet’teki geriye doğru değişimin, daha doğrusu dönüşümün simgelerinden birisi de Diyanet İşleri Başkanı ile İmam-Hatiplerin cübbelerindeki Osmanlı Şeyhülislam ve kadı cübbelerine taç çıkarttıracak biçimde yapılan yeni düzenleme ve dizaynlardır.

Bilindiği gibi üç-beş yıl öncesine kadar, gerek Diyanet İşleri Başkanı, gerekse müftü ve imam-hatipler, cami hizmetleri veya temsili görevler sırasında siyah cübbe ve kırmızı fes üzerine beyaz sarık giyerlerdi. Ancak ne olmuşsa olmuş, tıpkı ilkokul öğrencilerinin önlüklerinde yapılan değişiklikler gibi son yıllarda gerek Diyanet İşleri Başkanı’nın cübbesinde, gerekse diğer din adamlarının cübbelerinde önemli değişiklikler olmuştur. Türkiye’ye resmi ziyarette bulunan Papa II. John Paul ve Papa 16. Benekdictus’un resmi kıyafetlerinden etkilenme ve esinlenme oldu mu emin değilim, ancak adı geçen papaların Türkiye’ye yapmış oldukları ziyaretlerden sonra bizim Diyanet İşleri Başkanları’nın cübbeleri de Papaların kaftanlarına benzemeye başlamıştır.

Mehmet Nuri Yılmaz zamanında siyah cübbenin yaka ve ön tarafına boylu boyunca sarı sırma eklenmekle iktifa edilirken Ali Bardakoğlu’nun cübbesi, özellikle 16. Benedictus’un cübbesinden farksız hale gelmiştir. Hatta beyaz ve kırmızı zemin üzerine işlenen sarı sırmalı desenlerle Papanın kaftanından çok daha görkemli hale getirilmiştir. Aynı görkemli cübbe şimdilerde Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez tarafından da kullanılmaktadır.

Ayrıca aynı değişim, sınırlı boyutlarda da olsa cami imamlarının, vaiz ve müftülerin cübbelerinde de gözlenmektedir. Örneğin bu din adamları, daha önceleri sadece siyah renkli ve tek tip cübbe giyerlerken şimdilerde farklı renklerde ve yakaları ile ön tarafları sırma şeritli cübbeleri tercih etmektedirler. İstanbul Müftüsü’nün cübbesi ise gösteriş bakımından Diyanet İşleri Başkanı’nın cübbesi ile yarışmaktadır. Bir farkla ki; onun cübbesinde kırmızı renk kullanılmamıştır.

Diyanet’te gözlenen bir başka önemli değişiklik ise sakala dönüştür. Tayyar Altıkulaç, Sait Yazıcıoğlu, M.Nuri Yılmaz ve Ali Bardakoğlu örneklerinde olduğu gibi, çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir görmeye alıştığımız sakalsız Diyanet İşleri Başkanı ve sakalsız başkan yardımcıları yerine artık Diyanet’te sakallı Diyanet İşleri Başkanı ve sakallı yardımcılar dönemi başlamıştır. Örneğin Sayın Mehmet Görmez, 2003 yılından beri yürütmekte olduğu Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı görevini sakalsız olarak yerine getirdiği halde, Diyanet İşleri Başkanı olunca birden sakal bırakma ihtiyacı duymuştur.

Bu konuda, yardımcısı Sayın Ekrem Keleş’ten etkilenmiş olabilir mi bilmiyorum ama geçenlerde yazmış olduğum bir yazı üzerine tarafıma özel bir mesaj gönderen Sayın Keleş, sakallı görüntüsünden memnun olduğunu, bundan sonra da sakalıyla hizmet vermeye devam edeceğini, ayrıca kendisine hiçbir zararım dokunmadığı için beni sevdiğini ifade etmiştir. Sanki kendisinden başkasına veya Diyanet’in kurumsal kimliğine zarar vermişim gibi, beni sevmesinin nedenini benden zarar görmemesine bağlamıştır Sayın Keleş! Ne diyelim, bu da Sayın Keleş’in sevgi ve muhabbet anlayışı.

Şimdi “E ne var bunda? Diyanet yöneticilerinin sakal bırakmasından daha normal ne olabilir?” diyenleri duyar gibiyim. Evet, belki ilk bakışta bu konuda herhangi bir beis olmadığını düşünebilirsiniz.  Ancak bana göre; sakallı Sayın Ekrem Keleş’in Başkan Yardımcısı yapılmasından sonra, Sayın Mehmet Görmez’in durup dururken sakal bırakması, oldukça anlamlıdır. Bu durum, en başta tutucu geleneksel İslami düşüncenin Diyanet İşleri Başkanlığı’nda yeniden egemen olmaya başladığını göstermektedir. Sünnet ve hadislerin hayata geçirilmesinde eskiye göre çok daha katı olunacağına ve öteden beri sakallı olan din görevlilerine çok daha itibar edileceğine ve bu sebeple din görevlilerinin sakala rağbetlerinde artış olacağına karine teşkil etmektedir.

Özetle bundan sonra din adamlarımızın kerameti onların ilimlerinde değil, sakallarında aranacaktır. Bana göre; örneğin, başörtüsü konusunda oldukça farklı düşünceleri olan Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Faaliyetleri Müdürü Ayşe Sucu’nun görevden alınmasıyla Diyanet’te yaşanan bu sakal devrimi arasında bir ilişki olmadığını hiç kimse iddia edemez.

Hadis uzmanı olan Mehmet Görmez’in ve bu konuda kendisiyle aynı çizgide düşünen hadisçilerin iştiraki ile Diyanetçe yürütülen hadis projesinin, zayıf ve uydurma hadisleri ayıklamaktan çok, tamamıyla bir hadis derleme ve toplama mahiyetinde olduğunu, zayıf hadislerin Diyanet yayınlarında yer almasıyla (tenkit edilip zayıf hadis oldukları belirtilse dahi) bu hadislerin, insanımız tarafından sahih hadismiş gibi kabul göreceğgini daha önceki yazılarımda da anlattım. Anlaşılan, sakalı Peygamber’in sünneti kabul ederek din adamının ayrılmaz parçası ve aksesuarı sayan katı İslam düşüncesi, Diyanet’te egemen olmaya başlamış olmalı ki; Sayın Mehmet Görmez, savunduğu bu fikre uygun olarak Başkan olunca sakal bırakmış ve imaj değişikliğine gitmiştir.

Diyanet ve Aleviler

Diyanet’teki bir başka önemli değişim ise, belki biraz da hükümetin zorlamasıyla Alevi vatandaşlara şirin görünme çabasıdır. İşte bu çabalar kapsamında Diyanet’in yapmış olduğu işlerden birisi “Alevi Klasikleri” adı altında bazı alevi kaynaklarını yayınlamak olmuştur. Şimdilerde Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, itibarlı misafirlerine kucak kucak bu kitaplardan hediye etmektedir. En son kitap hediyesini geçtiğimiz günlerde İstanbul’da Erikli Baba Cem Evi’ni ziyareti sırasında Erikli Baba Kültür Derneği Başkanı Metin Tarhan’a vermiştir.

Oysa Alevilerin Diyanet’ten ve Diyanet İşleri Başkanı’ndan bekledikleri hediye “Alevi Klasikleri” değil, en başta cem evlerine ibadethane statüsü verilmesidir. Üstelik Diyanet İşleri Başkanlarının tam 87 yıldır cem evlerine gitmemiş olmaları, Diyanet İşleri Başkanlığı ve devletimiz adına tam bir ayıptır. Toplumun çok önemli bir kesimini tam 87 yıldır ısrarla görmezden gelen bir kurumun, toplumun bütün kesimlerine hizmet vermekte olduğunu iddia etmesi gerçekten komiktir.

2008 yılı başında bir mahkemenin, Ankara 6’ncı İdare Mahkemesi’nin, ”Cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi anayasa ve yasalara aykırıdır” şeklinde bir karar verdiği biliniyor. Ayrıca halen Ankara 16’ıncı Asliye Hukuk Mahkemesi’nde konu ile ilgili bir davanın daha görülmekte olduğu biliniyor.

Oysa bu kararı verecek olan yargı kurumu değil, ilk önce Alevi cemaati, sonra da bu ülkenin Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. Diyanet İşleri Başkanlığı böyle bir görüş açıklasın ki; bu ülkenin yetkili kurumları konunun yasal ve anayasal zeminini ona göre düzenleyebilsinler. Ancak hayır; cem evlerine ibadethane statüsü verilmesine ilk başta Diyanet İşleri Başkanlığı karşı çıkmaktadır. İşte bunun içindir ki; Ankara 6’ncı İdare Mahkemesi’nin 2008 yılında vermiş olduğu ”Cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi anayasa ve yasalara aykırıdır” kararının ve Ankara 16’ıncı Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülmekte olan davanın temelinde muhtemelen “Bilirkişi” sıfatıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan alınmış bir mütalaa yatmaktadır. Çünkü mahkemeler, bilirkişi raporu olmadan asla böyle bir karar veremezler.

Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne sunulan savcı mütalaasında bulunun şu cümleler, muhtemelen Diyanet’in veya başka bir ilahiyatçının uzman sıfatıyla hazırlamış olduğu bilirkişi raporundan alınmış cümlelerdir:

”Cemevi, Alevi Bektaşiliğinde yoktur. 1990’lardan sonra dini, evangelizm (sömürgeci misyonerlik) ve protestanlık olarak değiştirmek amacı ile yürütülen olumsuz gelişmelerdir. Aleviler ve Bektaşiler buna itibar etmemişlerdir. Özet olarak Alevilik bir din değildir. Cemevi de bir ibadethane değildir, toplantının adıdır. Hacı Bektaş’daki dini ritüeller, dini kaynaklar bütün açıklığıyla ortadayken, cem ibadethane hiç değildir. Kaynaklar, Makalat, velayetnameler, burhanlar ve hak deyişleri buna şahittir…

Bu konu kültür hizmetidir, öyle değerlendirilmelidir. Bu tür yaklaşıma iyi niyetle bakmak saflık olur. Bu davada ve konuda kamu yararı yoktur. Aksine kamuoyunu kaos ortamına sürükleme çabası ve amacı görülmektedir. Tarihte bu tür tahriklerin toplumu büyük acılara sürüklediği görülmüştür. Hacı Bektaşı Veli’nin dediği gibi, hepimiz elimize, belimize, dilimize ve düşüncemize bu ölçüde sahip olmalıyız. Belirtildiği gibi, davanın kabulü mütalaa olunur.”(5).

09 Haziran 2011

Ömer Sağlam

_______________

1-

2- &

-http://www.risaleforum.com/showthread.php?t=28962

3- &

-http://haber.gazetevatan.com/Diyanetten_Kurtce_acilimi/226883/1/Haber

4- &

-http://www.dha.com.tr/diyanetten-kurtce-mevlit-son-dakika-haberi_155977.html

5-

Exit mobile version