BULANIK SUDA KIBRIS AVLAMAK

BULANIK SUDA KIBRIS
AVLAMAK

Hüseyin MÜMTAZ

Aşağıdaki sözler, İstanbul’da düzenlenmiş olan “4’üncü
BM En Az Gelişmiş Ülkeler Konferansı”nın son günü dolayısıyla, Finlandiya’nın
BM’deki Daimi Temsilcisi Jarmo Viinamen, Nepal Başbakan Yardımcısı Upendra Yadav
ve BM’nin En Az Gelişmiş Ülkelerden Sorumlu Genel Sekreteri Cheick Sidi Diarra ile
ortak basın toplantısı düzenleyen Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlu’na aittir: (www.milliyet.com.tr
-13 Mayıs 2011 – 16:23)

“Ümit ederiz
ki Filistin’in bu talebi uluslararası toplum tarafından kabul görür. Türkiye
olarak politikamız da Filistin’in tanınma talebini desteklemektir. Filistin, BM
üyesi ülkeler tarafından tanınır ve üye olursa, diğer teknik kriterlere
bakılır. Filistin halkı da diğer bütün onurlu halklar gibi BM nezdinde bu hakka
sahip olma konusunda girişimde bulunma hakkına sahiptir. Filistin’in bir devlet
olarak tanınma vakti gelmiştir”..

Vah KIBRIS’ım,
“TÜRK” Kıbrıs’ım, Kuzey Kıbrıs “Türk” Cumhuriyeti’m..

Filistin’le deniz aşırı komşu,
hem de aynı coğrafyada Türkiye ile benzerden öte daha fazla tarihi, siyasi,
kültürel ve dahi “millî” geçmişi, kaderi ve geleceği olan bir “devlet” daha
vardır; KKTC.

Hem de KKTC, 1983’den bu yana
“var”dır.

Fakat ben Türkiye’nin hiçbir
Dışişleri Bakanı’nın ağzından bu kadar açık ve net olarak “Kıbrıs Türk halkıda
diğer bütün onurlu halklar gibi BM nezdinde bu hakka sahip olma konusunda
girişimde bulunma hakkına sahiptir. KKTC’nin bir devlet olarak tanınma vakti gelmiştir”
lâfını duymadım..

Duyanınız var mı?

Filistin’e gösterilen bu
teveccüh, KKTC’den neden esirgenmektedir?

Anlayan, bir zahmet bana da
anlatırsa hakikaten memnun olacağım.

Bu Türkiye tarafı da,
meselenin bir de Kıbrıs yüzü var.

KKTC’de şu sıralar yoğun bir
yeni cami inşaatları, imam hatip liseleri ve ilahiyat fakülteleri açılması
tartışmaları var.

Yeri gelmişken Beratlı’nın,
CTP Genel başkanlığı adaylığından vazgeçmiş olmasını memnuniyetle karşıladığımı
söylemeliyim.. Eğer siyasi kimliği şimdikinden ağır basmaya başlasaydı Afrodit,
Teodora yazılarından mahrum kalacak, Kıbrıs’a baharın geldiğinin farkına
varamayacaktık..

Beratlı diyor ki;

“Bu
memleket, Osmanlı dönemi boyunca ve İngiliz döneminin ilk yıllarında, ‘ulema’
sınıfınca yönetildi. Yâni, Müfti ve Kadı…

İngiliz
döneminin hemen başlarında, bu adanın ‘Müslümanları’, Osmanlı yönetiminin bir
hatası sonucu, vakıfların başına geçirilen bir İngiliz papaz’ın, Evkaf’ı yıkıp
paralama gayretleri esnasında, sırf İttihatçı düşmanı oldukları için,
‘düşmanımın düşmanı, benim dostumdur’ şiarı gereği veya düpedüz kişisel çıkar
dolayısıyla, Ulema’nın İngiliz papazla işbirliği halinde, toplum liderliğine
soyunduğunu görür.

Karşılarında
da deyim yerinde ise, Jöntürk diye anılan ve İttihatçılarla direkt teması
olduğu açıkça bilinen, bir aydınlar grubu. Con Rifat, Fadıl Niyazi Korkut,
Remzi Okan, Hakim Raif bey ve benzerleri…

Ulemanın
İngiliz işbirlikçiliği karşısında, daha 1913’te, bu memleketteki medreseler,
öğrenci bulamaz ve kapanırlar.

Evkafçı/Ulema
işbirliği karşısındaki ulusçuların mücadelesi, 1891’den 1930’a kadar sürer…

1930
seçimlerini, kendilerine Halkçılar diyen milliyetçilerin adayı Necati Özkan
kazanır. Ama sömürgeciler de işbirlikçilerini harcatmayıp, görevi süresince fes
giymekte, eski yazı kullanmakta ısrar eden Münir Bey’e Sir ünvanı verirler ki
hazret zamanın meşhuuur müftüsü, Ziyai Efendi’nin hem kardeşinin oğlu ve hem de
damadıdır.

Zaten
müftünün öteki iki oğlu da sömürge yönetiminde en üst düzeyde görev alan ilk
Kıbrıslı Türkler’dir! Biri sömürge hakimi, öteki de sömürge subayı…

Bu sömürge işbirlikçisi çevre, 1960’lara
kadar, bizi tesmiye ederlerken, ‘Kıbrıs ceziresinin Müslüman ahalisi’ demeyi
yeğlemiş; örneğin bugün Lefkoşa Türk Lisesi dediğimiz okula, Kıbrıs İslam
Lisesi diyen Papaz Newham’la işbirliği yaparak, ulusal bir bilincin oluşamaması
için, elinden geleni yapmıştır. ‘Biz Türk’üz’ diyen çocukların okuldan
atılmasına alkış tutmuş, bunu protesto eden Necati Özkan’ın, sömürge
sekreterliğine çağrılıp hakarete uğratılmasını sevinçle karşılamışlardır.

Bizim tarihimizde dinsel kurumlar, sömürgecilerle
işbirliğinin doruğunu oluşturdukları için, önce medreseler, sonra da camilerin
boş kalmasının, belli başlı sebepleridirler. Milliyetçi kimliğin oluşmasına
katkı değil, engel olmuşlardır. Kıbrıslı Türk Kimliği, onlara rağmen
oluşmuştur!”
(www.kibrissondakika.com 11 Mayıs 2011)

Beratlı’nın, son paragraftaki
altını bizim çizdiğimiz iki cümlesini bir daha okuyun lütfen..

“Bizde” diyor Beratlı, “dini
kurumlar sömürgecilerle işbirliği yaparak milliyetçi kimliğe engel olmuşlardır,
Türk kimliği, -onlara rağmen- oluşmuştur”.

Bu lâfı alın bir kenara
yazın..

İkinci alıntıyı Fatma
Azgın’dan yapacağız. Azgın da Beratlı gibi iyi yazardır, ağzı lâf yapar,
solcudur, “kıprıslıtürk”tür, Rum’la beraber yaşamayı özler, Annan Plânına “Yes
be annem” demiştir.

Hep zıt gittiği “Ankara”nın
sözlerini 2004 Referandum sürecinde neden dinlediği kendi bileceği iştir.

Azgın Türkiye’nin yeni Lefkoşa
Büyükelçisi’nden bahsederken diyor ki;

“Şunu
anlamalıyız ki; artık eski ‘kibar’ yuvarlak sözler söyleyen, diplomat ekolünü
temsil eden, kokteyl partilerde toplumun elit kesimleriyle kadeh kaldıran
‘anavatan-yavruvatan’ sözüyle başlayıp öyle bitiren büyükelçi tipini
unutacağız.

Bunun
yanında, Kıbrıslılar da eski Kıbrıslı değildir. Büyükelçilerden çekinen,
düşüncesini dile getirmeyen, saygıda kusur etmemeye çalışan insan tiplerimiz
çok azalmıştır. Hele bu zamanda, ‘TC büyükelçisi’ postu, Kıbrıslı’lar için bir
bireyin taşıdığı ünvan olmaktan çıkmış, kocaman, dev bir kurum olarak
algılanmaktadır.

Üstelik
buralı insanların ‘statüsü’ değişti. Sadece KKTC’li değiller. AB
yurttaşıdırlar. ‘Zavallı toplumcuk’ dönemi sona ermiştir. Bu nedenle toplumu
Rum’dan veya başka milletlerden korkutup idare etmek zorlaşmıştır”.
(www.yeniduzen.com- 13 Mayıs 2011)

Azgın’ın “AB vatandaşlığı”
sözü bana 2004 Mart’ında İstanbul’dan bindiğim Ercan uçağında yanıma düşen
Güzelyurt’lu eczacı hanımı hatırlattı.. O da “yes be annem”ciydi, o da plan
uyarınca Güzelyurt Rumlara verilince gendilerine Lâpta’da “havuzlu villalar”
inşa edileceği düşüncesindeydi.

Azgın “AB vatandaşıdırlar”
derken Rum kimliği alan kuzeylilerden bahsetmektedir. Doğrudur, AB
müktesebatında “kuzey”, “hükümetin kontrolünde olmayan bölge” olarak
geçmektedir ve teorik olarak Rum Hükümetinin, dolayısı ile de AB’nin toprağı
olup orada oturanlar da AB vatandaşıdır.

Geliyoruz zurnanın zart dediği
yere..

Bu zurna öyle bir çalgıdır ki,
son deliği bazen “zart”, bazen de “zırt” diye ses çıkarır..

Geçen yıl 12-13 Kasım
(2010)’da Girne ‘de “1.DÜNYA KIBRIS TÜRKLERİ KONGRESİ” düzenlendi.

Orada “Yunanistan ve Kıbrıs
Türklerinin Model Ortaklığı” başlıklı bir bildiri sunmuştum.

Ana fikir, Annan Planıyla (ve
halâ) Kıbrıs Türklerine vaadedilmekte olan AB vatandaşlığının; 30 yıldır AB
üyesi Yunanistan’ın vatandaşı olarak yaşamakta olan Rodos-İstanköy-Batı Trakya
Türklerine ne verdiği idi?

Batı Trakya Türkleri 30 yıldır
Rum’un hegemonyası altında AB vatandaşlığının ne ölçüde tadına varabilmişlerdi
ki, Kıbrıs’ta, yine Rum’un egemenliğinde Kıbrıs Türkü ne kazanabilecekti?

O bildiriyi burada
tekrarlamama imkân yok..

Fakat oyunun bozulacağı nokta
işte tam da burasıdır.

Beratlı ne diyordu;  “Sömürgeci
ve işbirlikçiler bugün Lefkoşa Türk Lisesi dediğimiz okula, Papaz Newham’la
işbirliği yaparak Kıbrıs İslam Lisesi diyordu”.

30 yıldır AB üyesi olan
Yunanistan’da Batı Trakya Türkleri kendilerine Türk diyememekte, okullarına ve
derneklerine “Türk” kelimeli dabella asamamaktadır.

Onlar “Türk” değil, “Müslüman
Yunanlılar”dır !!!..

Azgın ne diyordu; “Zavallı toplumcuk değiliz artık AB yurttaşıyız”

Batı Trakya-Rodos-İstanköy Türkü de 30 yıldır
“AB yurttaşı” ama “zavallı toplumcuk” mu değil mi bir de onlara sor..

Anlaşılan o ki 2012 yılı
toprak dahil “al-ver”li, referandumlu yeni bir sıkıştırma, gırtlağımıza çökme
süreci olacak..

2004’ü yeniden yaşayacağız..

Benzer geçmiş, benzer geleceği
şekillendirir.

Kötü geleceği yaşamamak için
geçmiş tecrübelerden ders alınmalıdır.

O halde önerim şu olacak;

İçine girdiğimiz bu yaşamsal
süreçte erken davranıp ön alarak; Kıbrıs Türkleri olarak, uzun bir tarihi süreç
içinde benzer yollardan geçerek aynı kaderi paylaştığımız Yunanistan Türkleri
ve dernekleri ile yakın işbirliği içinde olmalıyız.

Onların hali hazır durum ve
sıkıntılarının etraflıca öğrenilerek KKTC’ye aktarılması ve kamuoyu oluşturup

halkın bilgilendirilmesi, “çözüm” konusunda doğru bilinen yanlışların yahut
dışarıdan pompalanan hayalci yaklaşımların ortaya çıkarılmasına büyük katkı sağlayacaktır.

Ayrıca aynı şekilde KKTC’de de
üniversiteler ve/veya “bütünlüklü teslim” değil, “onurlu çözüm” yanlısı dernek
ve STÖ’lerin, yurt dışında yaşayan Batı Trakya-Adalar Türklerini davet ederek onlarla
toplantı ve seminerler düzenlemesi ve televizyon programları yapılması da ayak
sesleri her geçen gün daha fazla duyulmaya başlanılan muhtemel bir referandum
öncesinde baha biçilmez oranda değerli olacaktır.

Başka Kıbrıs yok, elimizde bir
Kıbrıs var..

Bir Kıbrıs bile değil, “üçte
biri” var.. 15
Mayıs 2011

 

57’NCİ ALAY HER YERDE

HEPİMİZ
57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ

[email protected]

 

 

 

 

Hüseyin MÜMTAZ - referandum

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir