Bir ülke geri kalabilir. Yoksul da olabilir. İşsizlik insanların belini kırıp, hükümetleri iki büklüm, halkı aç ve muhtaç edebilir. Hatta devletlerin bazen, yetersiz, yeteneksiz, aciz, hortumcu ve hırsız yöneticiler elinde 70 sente muhtaç hale düşmeleri de mümkün olabilir…
Gam değil, bunların hepsi geçer. Hepsi de aşılabilir.
Nitekim biz, “Türk Milleti olarak” aşmadık mı?
Elbette aştık.. Acaba İstiklâl Harbi’nin ahval ve şeraiti ne idi?
Sonra Cumhuriyetin ilk yılları..
Derken; 1939 -1950 ve 1960 -2010 yalan ve talan yılları!…
Hükümetler namuslu-dürüst-demokrat, adalet ahlâkına sahip ve hukukun üstünlüğüne saygılı oldukça mesele yok. Yahut “devlet idaresinde, millet iradesi hükümran; kuvvetler ayrılığı hakkıyla kavi (sağlam) ve lâyıkıyla hayat bulursa, yine problem olmaz. En önemlisi de; Fertlerin akıl sağlığı, ortak akılla doğru düşünme, demokrasi ve uzlaşma kültürü temelinde dürüst karar verme; kararlarını “birlikle” şahsiyetli ve haysiyetli bir duruşla uygulama istek ve iradelerini muhafaza etmeleridir. Çünkü bu ilkeler, doğuştan var olan ve sonradan edinilen bilumum insan hakları, adalet ahlâkı, hak, hukuk, namuskârlık, karşılıklı barış, saygı ve dürüstlük yaşadıkça; Başka bir deyişle “medeniyet” ümran oldukça milletler yaşar.
Bunun Türk medeni siyasetindeki adı: “İnsan-ı yaşat ki, devlet yaşasın”dır!.
Tarihin ve tabiatın fazilet timsali Türk Milleti, bu değerleri varlığında muhafaza ettiği; Yüksek karakter ve üstün meziyetlerinden feragat etmediği ve Mustafa Kemâl AtaTürk’ün;
“Türk demek: Türkçe düşünmek, Türkçe konuşmak ve Türkçe yaşamak demektir. Ne mutlu Türk’üm diyene..” İrşâdı, özlü söz ve ilmi vecizesini müdrik olarak diri tuttuğu (yaşattığı) sürece ebed – müddet insanlık âleminin önderi, demokrasinin bânisi ve medeniyetin hamisi olarak kalabilir.
Ancak, Milli Şair Mehmet Akif Ersoy’un işaret ettikleri gibi; Türk Milletinin en büyük düşmanı tefrikadır ve şimdi bu amansız düşman atakta, saldırı ve teyakkuz halindedir. İktidar, bu şeamet karşısında “adalet, hak ve hukuktan yana” muktedir olma kabiliyetini yitirmiş, acze düşmüş; Topyekün muhalefet ise; gaflet ve dalalete sürüklenmiş, ataletle malul olarak dumura uğramış bulunmaktadır.
HELE ŞU HALE BAKINIZ!..
Hükümet ettikleri iddiasında olanlar; “Büyük ekonomi” diyor ve çılgınca projeler ileri sürüyorlar. Ama Türkiye yolsuzlukta ikinci, yoksullukta üçüncü.
OECD yoksul nüfus oranı, genelde yüzde 11,1. Bu oran Türkiye’de yüzde 17.
En yüksek gelir eşitsizliği olan üç ülke ise: Şili, Meksika ve Türkiye”
Şu hale nazaran: İktidar sahiplerinden yıllardır “ekonominin ne kadar iyiye gittiğini”, “refahın ve yaşam kalitesinin ne kadar arttığını” deyip durmaları doğru değil. Peki; gerçek böyle mi? Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD), “Bir Bakışta Toplum” başlıklı bir raporunu açalım, inceleyeli ve değerlendirelim:
OECD üyesi otuz ülkeyi kapsayan raporda Türkiye gerçekleri şöyle:
En yüksek gelir adaletsizliğine sahip ülkeler Şili, Meksika ve Türkiye…
En düşük istihdam oranına sahip ülke; Türkiye…
İşsizlikte ikinci; Yoksullukta üçüncü ülke; Türkiye…
Çocuk eğitimine en az para harcayan ülke; Türkiye…
Bebek ölümlerinde birinci ülke; Türkiye…
İnsanlarının en kısa ömürlü olduğu ülke; Türkiye… (1)
Bu yoksulluğu, sefaleti, ayıbı kime, nasıl anlatacağız?
Bu fotoğrafın anlamı kısaca şaibe, şeamet, ihanet ve hukuku dolanmaktır. Biline!..
(1) Mustafa Mutlu, Gazete Vatan – 16 Nisan 2011