Başbakanın seçim meydanlarında sık sık gündeme getirdiği ve kendisine “yine dini siyasete alet etmeye başladı” dedirten yersiz çıkışları ve yüklenmeleri mevcuttur. Bu yüklenmeler, Sayın Kılıçdaroğlu ve Binnaz Toprak’ın gaf ve pot bile sayılmayacak derecedeki iki küçük söyleminden dolayı CHP’ye yapılmaktadır. Başbakan, tıpkı mal bulmuş mağribi misali bu iki küçük söylem üzerinden, ısrarla CHP’nin dinsiz bir parti olduğunu vurgulamaya çalışmaktadır. İsmi geçen iki CHP yöneticisinin söyleminden dolayı “CHP’nin gerçek yüzü işte budur” demektedir.
Peki, nedir bu söylemler?
CHP’li Binnaz Toprak, geçtiğimiz Nisan Ayı’nda “Kanaltürk” isimli özel televizyonda katılmış olduğu bir tartışma programında, diğer katılımcıların, Kars’ta yıkımına karar verilen heykelin, aslında sinir bozucu ve korkunç olduğu gerekçesiyle yıkılmasının doğru olduğu anlamında laflar etmesi üzerine, bahse konu heykele, sanata ve özgür düşünceye sahip çıkma adına şöyle diyor:
“Benim de korkunç olduğum bir sürü konu var… Yani heykel gibi konuşulacak çok şeyler var. Şu köprünün mesela, iki köprünün de Boğazdaki ışıklandırmasını, ben de şahsen onları korkunç buluyorum. Veya Zincirlikuyu’da önünden her gün bilmem binlerce insanın geçtiği mezarlık, eskiden bunların üstüne ‘Ruhuna Fatiha’ diye çok güzel bir şey yazılırdı. Şimdi ‘her canlı bir gün ölümü tadacaktır’ diye bir şey yazıyor. Sinir bozan bir şey…”
Programın diğer konuğu Taraf Gazetesi Yazarı Rasim Ozan Kütahyalı’nın “Bütün herkese çok genel ve evrensel bir hakikati hatırlatıyor.” şeklindeki çıkışı üzerine Binnaz Toprak bu sefer şöyle diyor: “Ama herkes zaten onu biliyor…”(1).
Sayın Başbakan, seçim meydanlarında Binnaz Toprak’ın işte bu sözlerini diline dolamış durumda; “Vay sen nasıl bilmezsin bu sözlerin aslında Kur’an ayeti olduğunu? Vay sen Allah’ın ayetine karşı mı çıkıyorsun? İşte CHP’nin gerçek yüzü… vs” bir sürü laf salatası.
Evet, Başbakan’ın da dediği gibi “Her canlı ölümü tadacaktır” şeklindeki ibare, aslında Kur’an’da tam üç ayrı surede geçen bir ayettir. Daha doğrusu üç ayrı ayetin başlangıç kısmıdır(2).
Dolayısıyla, Binnaz Toprak’ın, bu ibareyi sinir bozucu olarak nitelendirmesi, en azından Müslümanlar açısından ilk bakışta biraz absürt kaçmış gibi gözükmektedir. Ancak Binnaz Toprak’ın niyeti galiba başkadır. Onun niyeti ayete karşı çıkmak veya ayeti inkâr etmek değil, muhtemelen insan sözü olduğunu düşündüğü bu ibarenin, mezarlıkların girişine yazılmasının gereksiz olduğunu ortaya koymaktır.
Doğrusu ya, bu ibarenin aslında bir ayet olduğunu bilmeyen bir kişi, pek ala “Bu ibare, bir yandan, ibareyi görenlerde kendilerini yeni baştan sorgulayıp hareketlerine çeki düzen vermeleri şeklinde bir etki yaratabileceği gibi, aynı zamanda, insanlardaki yaşama sevincini azaltan bir etki de yaratabilir” şeklinde bir düşünceye kapılabilir. Binnaz Toprak da, muhtemelen olaya bu açıdan yaklaşmıştır.
Zaten Binnaz Toprak’ın, diğer tartışmacının bahse konu ibare ile ilgili olarak “Bütün herkese çok genel ve evrensel bir hakikati hatırlatıyor.” şeklindeki çıkışına karşı “Ama herkes zaten onu biliyor…” biçiminde cevap vermesi de bunu göstermektedir. Binnaz Toprak’ın “Ama herkes zaten onu biliyor…”şeklindeki cümlesinden, herkesin bildiği şeyin “mezarlık girişinde yazan ibarenin aslında Kur’an ayeti” mi olduğu, yoksa “ölüm gerçeği” mi olduğu pek anlaşılmıyor. Bize göre; Binnaz Toprak’ın, herkesin, bu arada kendisinin de bildiğini söylediği şeyin, her canlının mutlaka ölecek olmasıdır. Yoksa o ibarenin, aslında bir Kur’an ayeti olduğunun bilinmesini herkesten beklemeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Öte yandan bu ülkede herkesin Müslüman olması, bütün Müslümanların hafız olması ya da bütün Müslümanların, İslamiyet’i aynı şekilde anlaması da beklenemez. Eğer bütün Müslümanlar, İslamiyet’i, örneğin Sayın Başbakan gibi anlasalardı o zaman sayıları onlara, beklide yüzlere varan mezheplerin varlığını nasıl izah edecektik?
Kanaatimize göre de, bahse konu Kur’an ayeti örneğinde olduğu gibi, Kur’an ayetlerinin öyle ulu orta her yere yazılması doğru değildir. Hele hele laik olduğunu söyleyen bir ülkede bu durum, yasalara, hatta anayasaya bile aykırıdır. Öte yandan eğer bazı yerlere bazı ayetlerin ve hadislerin yazılması gerekiyorsa, en azından uygun bir yerine bunun bir Kur’an ayeti veya hadis metni olduğu da belirtilmelidir ki; görenler, bu ibareleri alelade bir ibareymiş gibi algılamasınlar.
Kur’an ayetlerinin ve hadisi şeriflerin, öyle uluorta her yere yazılmasının mahsurlu olduğuna en güzel örnek Diyanet Takvimi’dir. Hatırlıyorum, çok yakın zamanlara kadar Diyanet Takvimlerinin kapak kısmında “Takvim yapraklarını yere atmayınız” şeklinde bir uyarı yazısı vardı. Bunun sebebi, takvim yapraklarında ayet ve hadis metinlerinin bulunuyor olmasıydı. Bu ibareyi okuyan bir Müslüman, Diyanet’in hazırlamış olduğu takvim yapraklarını yere veya çöpe atmaz, tıpkı bir “kutsal metin” gibi uygun bir yere saklardı. Aksi takdirde günah işleyeceğine inanırdı çünkü. Bir taraftan “Kur’an tercümesi Kur’an değildir ve tercüme ile namaz kılınmaz” diyeceksiniz, bir taraftan da ayet tercümelerinin bulunduğu takvim yapraklarının yere ve çöpe atılmasının günah olduğunu söyleyeceksiniz. Çelişkinin daniskası işte budur.
Sırf söz konusu uyarı notu yüzünden, sobaları kaldırıp doğalgaza geçtiği için Diyanet’in takvim yapraklarını imha etmekte güçlük çeken Müslümanların çektiği işkenceyi bizzat ben biliyorum. Allah’tan, Diyanet son yıllarda söz konusu uyarı notunu takvimlerden kaldırdı da en azından evlerinde veya işyerlerinde Diyanet Takvimi kullanan insanları şüpheden, kendisini ise çelişkiden kurtarmış oldu.
Binnaz Toprak’ın bahsetmiş olduğu mezarlıkta, bahse konu ibarenin bulunduğu yerde, bu ibarenin aslında bir Kur’an ayeti olduğu belirtilmiş midir bilmiyoruz. Eğer belirtilmemişse bu kusur Binnaz Toprak’ın değil, söz konusu mezarlığın yönetiminden sorumlu resmi makamlarındır. Yok, eğer bu ibarenin, aslında Kur’an’dan bir ayet olduğu belirtilmiş ve Binnaz Topak bunu bile bile o cümleleri sarf etmişse hata yapmış demektir. Bu durumda Binnaz Toprak, ayeti inkâr etmemiştir etmesine de en azından bir miktar günah işlemiştir. Bence eğer samimi bir Müslüman ise en azından kendi iç dünyasında tövbe etmeli veya Müslüman kamuoyundan bir şekilde özür dilemelidir. Mezarlık yönetimi ise bahse konu ayet metninin mezarlık girişinde bulundurulup bulundurulmamasını yeni baştan sorgulamalı, gerekirse kaldırmalıdır. Kanaatimizce bu tür uygulamalar, dini bakımdan bidat ve laik bir ülkede olmaması gereken yanlış uygulamalardır.
Öte yandan Binnaz Toprak’ın, bahse konu ibarenin aslında Kur’an’dan bir ayet olduğunu bilmemesi her ne kadar bir eksiklik ise de ayıp değildir. Ancak Başbakan’ın, bu konuyu kendine malzeme yaparak seçim meydanlarında gündeme getirmesi ayıptır ve günahtır. Bunun da ötesinde hemen her zaman yaptığı gibi dini istismar ve dini siyasete alet etmekten başka bir şey değildir. Bununla birlikte, bir sosyal bilimci olmakla insan davranışları üzerine bilimsel çalışmaları bulunan Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın, insan davranışlarına yön veren önemli etkenlerden birisi olan dini kurallardan da az çok haberdar olmasında fayda vardır…
***
Başbakanın seçim meydanlarında diline pelesenk ettiği konulardan bir diğeri de CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, 3 Mayıs 2011 günü Siirt Mitingi’nde yapmış olduğu konuşmada “Kayıplarla ilgili komisyon kurulması” konusundaki görüşünü açıklarken söylediği “Gel araştıralım uluslararası standartlarda komisyon kuralım dedik, gelmediler. Bir de bize statükocu diyorlar Statükocunun Allah`ı Ankara`da oturuyor…”(3) şeklindeki sözleridir.
Bilindiği gibi “…’nın Allah’ı” tabiri, aslında bir sokak jargonu, daha doğrusu amiyane bir tabir olarak bilinir. “Allah” kelimesin birincil anlamı ise her ne kadar “Kâinatta var olan her şeyin yaratıcısı, koruyucusu olduğuna ve tek olduğuna inanılan yüce ve üstün varlık, Yaradan, Tanrı, Rab, Mevlâ”(4) ise de aslında Arapça “Allah” kelimesi, başka anlamlara da gelmektedir. Örneğin Allah kelimesi “En büyük” ve “Usta” anlamlarına da gelir(5).
Başbakan Tayip Erdoğan’ın da mensubu bulunduğu toplum kesimlerinin rağbet etiği yazarlardan birisi olan Merhum Tarık Buğra bir eserinde, “Amerika’da kaçakçılığın Allah’ları vardır”(6) demektedir.
“Allah” kelimesi kadar yaygın olmasa da “Allah” kelimesi ile hemen hemen aynı anlama gelen “İlah” ve “İlahe” kelimelerinin de bazı anlatımlarda yaygın olarak kullanıldığı bilinmektedir. Örneğin “Güzellik kraliçesi” yerine zaman zaman “Güzellik ilahesi” denildiği, bazen de “İlahlar öyle istedi” gibisinden ifadeler kullanıldığı pek ala bilinmektedir.
Arap Dili’nin büyük üstadı Râgıb El-İsfahani, ünlü eseri Müfredât’ta “Allah” kelimesinin, aslında sadece “Yüce Yaratıcı”nın özel ismi olmadığını, önceki tarihlerde Araplarca Lât da dâhil olmak üzere tapılan tüm putlar ve diğer mabutlar için isim olarak kullanıldığını, sonradan “Yüce Yaratıcı”nın özel ismi haline dönüştüğünü ifade etmektedir(7).
Sokak jargonunda sıkça kullanılan “…’ın Allah’ı” tabiri yerine “…’ın kralı”, “…’ın daniskası” ve “…’ın dik alası” şeklinde bazı tabirler de kullanılmaktadır. “Kumarcı” ve “Kumarcılık” kavramları örnek alınarak kullanılacak olursa, şu şekildeki kullanımlara pek ala rastlayabiliriz: “Kumarcının Allah’ı”, “Kumarcının kralı”.
Dikkat edilecek olursa; “Kumarcının Allah’ı” ya da “Kumarcının Kralı” tabirleriyle kastedilen varlık “Yüce Yaratıcı” anlamında “Allah” ya da “kraliyetle yönetilen ülkelerin en tepe yöneticisi” anlamında “Kral” değil, kumarcılıkta hüner sahibi olmuş, hatta bu oyunun kurallarını belirleyecek ya da bu oyunun bütün incelik ve hilelerini bilecek seviyede ustalaşmış kişidir. Tabirde geçen “Allah” kelimesi, Merhum Tarık Buğra ve TDK Sözlüğü’nce dile getirildiği üzere; “en büyük” veya “usta” anlamınadır.
Ayrıca buradaki kullanım “pîr”, “üstat”, “mucit”, “kâşif” anlamlarına da gelmektedir. Sokak jargonundaki “kompetan”, “daniska” ve “dik ala” gibi sözcükler de aynı maksada yöneliktir.
Dolayısıyla; Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun kullanmış olduğu “Statükonun Allah’ı” tabiriyle anlatılmak istenilen, olsa olsa “Statükonun piri”, “Statükonun en büyük temsilcisi”, “Statükonun en büyük koruyucusu”, “Statükonun sahibi”, “Statükonun mimarı”, “Statükonun üstadı”,“Statükonun kompetanı”, “Statükocunun daniskası”, “Statükocunun dik alası” gibi kavramlardır.
Bir zamanlar Başbakanın yanı başında olan ve Atina sokaklarında “Beraber yürüdük biz bu yollarda. Beraber yürüdük yağan yağmurda” şarkısı eşliğinde tur atan gazeteci Nazlı Ilıcak bile artık Başbakanın malum tavrı karşısında çileden çıkmış gözüküyor. Çünkü “Statükonun Allah’ı!” başlıklı yazısında şöyle diyor Nazlı Ilıcak;
“Seçim meydanlarında tartışmalar kızıştı. Kılıçdaroğlu, Siirt`te ‘Statükocuların Allah`ı Ankara`dadır’ dedi. Erdoğan, Kastamonu`dan seslendi: ‘Allah, mekândan, zamandan münezzehtir. Mutlak yaratıcımız Allah`a nasıl dil uzatıyorsunuz?’ diye CHP liderine çattı. Oysa bu bir tâbirdir ve tabii ki Kılıçdaroğlu, Allah`a şirk koşmak amacıyla bu sözleri sarf etmemiştir. Cümle, ‘En baş statükocu, statükocunun daniskası, en büyüğü’ anlamında kullanılmıştır. Ne yapalım… Seçim icat oldu… mertlik bozuldu.”(8).
Nazlı Ilıcak’ın “mertlik bozuldu” şeklindeki sözleriyle kastettiği, yani mertliği bozduğunu söylediği kişi acaba kimdir? Bu kişi herhalde Kemal Kılıçdaroğlu değil, Başbakanın ta kendisidir. Anlaşılan Başbakan’ın söylenen lafları, çarpıtarak anlaması ve sonra da maksatlı olarak yanlış anladığı bu lafları kendisine siyasi malzeme yapması, artık yandaş medya organlarını ve yandan gazetecileri de çileden çıkarmaya başlamış bulunmaktadır. Lütfen bakar mısınız şu sözlere. Hiç bir ülkenin başbakanına yakışan sözler midir bu sözler:
“Mevlana’yı öyle anlatıyor ki, ondan sonra geleceksin bu ifadeyi kullanacaksın. Orada yaptığın konuşma nedir, bu kullandığın ifade nedir? Kutlu Doğum Haftası’nda söylediğin nedir, bu söylediğin nedir. Ben CHP’ye gönül verenlere sesleniyorum, bunu karşılıksız mı bırakacaksınız. Hata yapmaktan Allah’a sığınırım; -statükonun Allah’ı- diyor. Kullandığı ifade bu. Bunun benzetmesi olmaz. Allah, zamandan ve mekândan münezzehtir. Gerçek yüzleri ortaya çıkıyor. Çok açık söylüyorum; bu ifadeler haddi aşmaktır, edebi çok çirkin bir şekilde çiğnemektir. Şahsıma küfür etti, iftira attı, aileme küfür etti. Kendisine Hacı Bektaş-ı Veli’nin, malum kendisi de Alevidir ya. Bundan dolayı Hacı Hektaş-ı Veli’ye saygısı vardır diye onun diliyle ifade ettim, benim sevdiğim kadar Hacı Bektaş-ı Veli’yi sevemez, bunlar istismarını yapar, bir zamanlar dedim ki, Hazreti Ali’yi sevmekse ben Alevilerden daha çok Aleviyim. Bunların yaşamında Hazreti Ali var mı yok. Hazreti Ali nerede, bunlar nerede? ‘Eline, diline, beline hakim ol’ diyor.”(9).
Bu sözler, aslında Başbakan’ın kuyruk acısını da gözler önüne sermektedir. Zira Başbakan, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Mevlana Haftası” ile “Kutlu Doğum Haftası”nda yapmış olduğu konuşmaların, halk üzerinde yapmış olduğu etkiyi ve kendi üzerinde yaratmış olduğu siyasi tesiri henüz üzerinden atabilmiş değildir. Kastamonu konuşmasında, Kılıçdaroğlu’nun söz konusu konuşmalarına atıfta bulunması, bunu göstermektedir. Ayrıca Başbakanın, şu sövme konusunu da ziyadesiyle istismar ettiği ortadadır. Bazen insanın “Başbakan sanki böyle bir şey bekliyormuş” diyesi bile geliyor. Kılaçdaroğlu’nun “Ana, a” şeklindeki basit bir dil sürçmesini bile “Anasına küfür” olarak algılayan ve bunu sürekli istismar eden bir insan hakkında başka türlüsü de düşünülemez zaten. Nerede Hz. Mevlânâ’nın “Ayıpları örtmede gece gibi ol” öğüdü, nerede bizim Başbakanın ayıpları açık etme konusunda göstermiş olduğu canhıraş çaba.
Oysa yapılacak şey, konuyu seçim meydanlarında propaganda malzemesi yapmak değil, eğer gerçekten bunun bir küfür ve sövme olduğuna inanıyorsa Kılıçdaroğlu’nu direk mahkemeye vermektir. Öyle ya, madem sürekli “Kılıçdaroğlu anama sövdü” diyorsunuz, o zaman daha ne duruyorsunuz? Gidin konu hakkında dava açın. Hazır mahkemeler de emrinize girmişken ve hazır Ferhat Sarıkaya Ankara Savcısı olmuşken. Ancak hayır, ortada bariz bir küfür ve sövme yok ki dava açılsın.
Ayrıca Başbakan’ın, yukarıdaki örnekte görüldüğü üzere; konuşmalarının arasına sık sık Kemal Kılıçdaroğlu’nun “ALEVİ” olduğunu sokuşturması da son derece çirkin ve seviyesizdir. Başbakan, bu tavrıyla, aslında Sünni Müslüman Türk Seçmenlerine mesaj vermekte ve onlara “Sakın ha, CHP’ye oy vermeyin. Çünkü CHP’nin lideri Alevidir” demek istemektedir.
Başbakan Öncelikle Ilgaz Dağı’nın Hesabını Vermelidir
Kanaatimizce; Sayın Başbakan, Sayın Kılıçdaroğlu’na haksız yere yükleneceği yerde, öncelikle seçmene, konvoyunu korutma adına Ilgaz Dağı’nda ölümüne sebep olduğu polisin hesabını vermelidir. Çünkü olay çok ilginçtir. Konunun ilginç yanlarından birisi, yapmış olduğu haberlerle birçok davanın açılmasına sebep olan Taraf Gazetesi’nin, Kastamonu saldırısını yaklaşık bir hafta önceden haber vermiş olmasıdır. Zira Taraf’ın polis kökenli yazarı Emre Uslu, 27 Nisan 2011 tarihli yazısında aynen şunları yazmıştır:
“PKK içinde özellikle bir kanat –ki bunların Türkiye’deki derin yapılarla ilişkisi olduğu iddia ediliyor- seçimler öncesinde Öcalan’a rağmen eylem yapabilir. Hatta bu eylemlerin Karadeniz Bölgesi’nde olabileceği ve amacının da Karadeniz’deki milliyetçi kesimleri harekete geçirmek olduğu ifade ediliyor. Bu noktada ikinci bir Reşadiye vakası yaşanabileceğini de belirtenler var. Bir başka yoruma göre PKK saldırısı eğer olursa Karadeniz’de polis birimlerine karşı olabilir. Çünkü diyor bu görüşü ileri sürenler, Öcalan ve Karayılan özellikle son demeçlerinde polisi hedef gösteriyor ve asker ve MİT ile anlaştıklarını ima ediyor. Zaten Samsun’un Ladik İlçesi’nde daha önce yapılan saldırı Emniyet’in kolektif hafızasında derin yara açmış durumda. Bu nedenle de Karadeniz Bölgesi’nde eylem beklentisi çok yüksek. İşte bu nedenlerle geçen hafta Kastamonu’da yapılan operasyon kritik bir sürecin habercisi olabilir. Zira operasyonla bir sonuç elde edilemedi.”(10).
Görüldüğü gibi Taraf yazarı, yaklaşık bir hafta öncesinden tahmin değil, adeta tespit yapmıştır. Çünkü “Kastamonu” diyerek olayın gerçekleştirileceği yeri nokta olarak tarif etmiştir. Anlaşılan, daha düne kadar yapmış olduğu haberlerle Güvenlik Güçleri aleyhine açılacak davaları önceden haber veren veya güvenlik güçleri aleyhine dava ikame edilmesine sebep olan Taraf, bundan sonra Güvenlik Güçleri’ne yönelik saldırıları önceden haber vermeye başlayacaktır. Taraf’ın yaptığı, gazetecilik mi, ajanlık mı, yoksa teröristlere büsbütün yol göstermek mi belli değildir.
Şahsen ben, bir Çankırılı olarak, Ilgaz Dağı’ndaki olayın, PKK saldırısı olduğuna inanmak bile istemiyorum. Zira eğer PKK, Çankırı’ya ve Kastamonu’ya kadar gelmişse ve Anadolu’nun göbeğindeki Ilgaz Dağı’nda eylem koyabiliyorsa ülkeyi büsbütün teslim almış demektir. Başbakan ise bütün bunlara engel olacağı yerde, bu vahim olayı bile kendisine siyaset malzemesi yapmaya kalkışmıştır. Sanki saldırı bizzat kendisine yapılmış gibi, “Biz, tıpkı Merhum Menderes gibi bu yola kefenimizi giydik de çıktık” demektedir. Diyeceğim odur ki; Allah bu millete sabır ve dayanma gücü versin. Yoksa olanlar karşısında çileden çıkmamak içten bile değildir.
6 Mayıs 2011
Ömer Sağlam
_________
1- https://www.youtube.com/watch?v=Xr4DLdcP_2s & 2- Bkz. Âl-i İmrân/185, Enbiyâ/35, Ankebût/57,
3-bkz.
4- Türkçe Sözlük, s, 85, TDK Yayını, 1998-Ankara,
5-Age, s, 85,
6-Age, s, 85,
7- R.El-İsfahani, Müfredât, s, 130, Çev. Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007,
8- , (siyah vurgular Nazlı Ilıcak’a aittir),
9-http://www.haber3.com/basbakan-erdogan-amasyada-halka-hitap-etti-813350h.htm,
10-ttp://gundem.milliyet.com.tr/saldiri-olacagini-yazmisti/gundem/gundemdetay/04.05.2011/1386143/default.htm.
Yazıları posta kutunda oku