Okurlarımdan sık sık elektronik mesajlar yani e-mailler alırım.
Bana genellikle kendi görüşlerini aktarırlar.
Bazıları olumludur bazıları da olumsuz.
Bazıları da çok çirkindir.
Genellikle çirkin olanları, düşünce özgürlüğüne inanmayan ve kendileri gibi düşünmeyenlerin illaki cezalandırılmaları gerektiğine inanan kişiler gönderir.
Yazdığım konuyu tartışacağına, içindeki öfkenin veya kinin bir volkan gibi dışarı vurmasından dolayı ya direkt olarak bana veya akademik kişiliğime ya da aile fertlerime saldırmayı yeğlerler, bana gönderdikleri mesajlarında.
Gerçekleri araştırmak işlerine gelmediğinden veya böylesi bir alışkanlıkları olmadığından da her duyduklarını doğru kabul ederler ve yazdıklarının tümü de dedikoduya veya duyuma dayalıdır genellikle.
Bu elektronik mesajlara yanıtım kısa ve yalın olur.
“Delete” tuşuna basarım ve söz konusu mesajı “Düşünce Dünyası”nın karanlık derinliklerine gönderirim. Buna “Düşünce Dünyasının Cehennemi”ne de diyebilirsiniz.
Göndericinin de adını ve mail adresini de bilgisayarımda bloke ederim. Her gelen mesajı doğrudan çöpe gider veya daha bana ulaşmadan sunucu tarafından çöpe atılır.
Diğer elektronik mesajları ise mutlaka ve kesinlikle yanıtlarım.
Bilgi dağarcığımdaki bilgilerim yeterli ise hemen yanıt veririm, değilse güvenilir bir araştırma yaparım ve bulgularımı içeren yanıtımı en kısa zamanda okuyucuma gönderirim.
Kimiyle iyi bir dost olurum zaman içinde ve gazetede yazı yazmanın pahası biçilmez kazanımı olarak değerlendiririm bu gelişmeyi.
Kimiyle de arkadaşlığım ikinci mailden sonra biter. Aklımda sadece anısı kalır.
Dün bir okuyucumdan benim çok ilgimi çeken bir elektronik mesaj aldım.
Aslında dile getirdiği konunun benim köşe yazılarımın içerik alanı ile pek ilgisi yok ama bu mesajı adeta bir “Çığlık” gibi değerlendirdim.
Okurumdan izin almadığım için adını belirtmeyeceğim ama bana gönderdiği mesajına, kelimesi kelimesine aynen aşağıda yer veriyorum.
“KKTC’DE HER ÜRÜNÜN SAHTESİ SERBESTÇE SATILIYOR
Kitap, film, giysi, müzik albümü, elektronik eşya, saat, ayakkabı, gıda vb. gibi sektörlerin tanınmış olanlarının sahteleri KKTC’de hiç bir yasal engele takılmadan satılmaktadır.
KKTC devleti sahte ürünleri engellemek için hiç bir yasal düzenleme çıkarmıyor.
Türkiye’de basılmış bin bir emek ürünü kitapların kopyaları gümrüklerden kolayca geçirilip kitapçılarda ve pazarlarda 2-10 TL fiyatla satılıyor.
Bir devletin emek hırsızlığına bu kadar sessiz kalmasını kabul edemiyorum.
Ekonominin yarısının kayıt dışı olduğu ülkede bütçenin yüzde 84’lük dilimini “sendikalı” kamu çalışanları yutuyor. 300 bin nüfuslu devletin polisi, öğretmeni, sağlıkçısı, amiri-memuru emeklisi “paşa” gibi yaşarken hukuk yerlerde sürünüyor.”
Mesaj aynen bu kadar ve kelimesi kelimesine de aynen bu şekilde kaleme alınmış.
Altında da okurumun imzası var. Adı ile soyadı, email adresi ile uyumlu. Sahte isim kullanmamış.
Bu mesaj bana göre tam bir çığlık, tam bir haykırış, doğruları içeren kocaman bir feryat.
Şimdilik cılız ama zaman içinde güçleneceğine inanıyorum.
Okurumun yazdığı ve benim de gönülden desteklediğim gibi “Devletimiz Emek Hırsızlığına Sessiz Kalmamalı”.
Sahte ürünlerin, kopya ürünlerin ve taklit ürünlerin satışını yasaklayan yasalar ivedilikle hazırlanmalı ve KKTC Meclisinden geçirilmeli.
Dünya ile bütünleşmenin adımları atılırken, AB uyum yasalarının 12 tanesi neredeyse tamamlanıyorken, globalleşmenin olmazsa olmaz yasalarından bir tanesi de bu.
Dünyadan saygınlık bekliyorsak, sahtecilere, kopyacılara ve taklitçilere biz de “Dur” demeliyiz.
Prof. Dr. Ata ATUN
http://www.ataatun.com
2 Mayıs 2011
Bir yanıt yazın