Libya İçin Bölünme Senaryosu
Hiçbir başkumandan savaş devam ederken dünya kamuoyuna “bu savaşı kazanamayacağız” anlamına gelecek söz söylemez. En karamsarı, en zor şartlar altında dahi zaferin yakın olduğunu, hedefe ulaşmak üzere olduklarını haykırır. Bir taraftan kendi askerinin daha fazla fedakârlığı, ümitsizliğe kapılmadan düşmana saldırması, diğer taraftan düşmanın moralini çökertmek için inanmasa dahi kazanacakları söylenir. Bununla beraber erkân-ı harbiyesi ile durum değerlendirmesi yaparken “boşuna can ve mal kaybına sebep olmamak için, netice çıkamayacak saldırıya son verilmesi gerektiği dillendirilebilir. Ancak bu beyan kurmay heyeti içinde gizli kalır, oradan çıkacak karara göre uygulanır.
BM Güvenlik Konseyi’nin 1973 sayılı kararına dayandığını iddia ederek Libya’ya ateş yağdıran NATO güçlerinin siyasi başkomutanı durumundaki Genel Sekreteri Rasmussen şu açıklamalarıyla neyi hedefliyor: “Libya’daki krize askeri çözüm yok, siyasi çözüme ihtiyaç var.” Rasmussen Alman Der Spiegel yazarının “Libya’ya kara birlikleri göndermeden savaşın kazanılıp kazanılamayacağı” sorusuna cevaben: “Bu sorunun samimi cevabı, çatışmaya askeri çözüm olmadığıdır. Siyasi bir çözüme ihtiyacımız var. Bu da bu istikamette gayret edecek Libya halkının işidir”.
Ülkesinin en azından Trablus kısmını korumak, Bingazi tarafını geri almak için var gücüyle mücadele eden, her gün bir üst düzey görevlisinin karşı saflara geçtiği haberini alan Kaddafi ve taraftarlarına bundan daha güzel bir hediye olamaz. Aynı şekilde önemli küresel güçleri arkasına alan, Tunus ve Mısır’daki rüzgarın Kaddafi’yi de götüreceğine inanan isyancılara ise bu sözler, “fazla heveslenmeyin” demekten başka bir anlama gelir mi?
İsyan başlamadan önce Kaddafi batı dünyası ile yeniden ilişkilerini yoluna koymuş, elindeki petro-dolarlar ile askeri gücünü artırmıştır. Bu silahların önemli bir kısmı başta Fransa olmak üzere batıdan alınmıştır. Libya’daki isyancı liderlerin hiçbirinin ismi öne çıkmadığı halde hemen hepsinin yakın dönemde yoğun bir ABD trafiği yaşadığı bilinmektedir. İsyanla birlikte yine batılı dostların teveccühü ile silahlanarak, bir asırdır muhafaza edilen aşiret temelli toplumsal yapı, siyasi temelli bir yapıya tahvil edilmektedir.
Rasmussen’in ifade ettiği “Libya halkının işi olan siyasi çözüm”, Libya’nın bölünmesidir. Başta Fransa, İngiltere ve ABD olmak üzere batı, aşiret temelinde iki parçalı devleti askeri olarak da iki aktör haline getirmiştir. Bu aşamada birinin üstün gelmesine, diğerinin yok olmasına müsaade edilmiyor. Rasmussen’in beyanatının anlamı bu. Altyapı hazırlandıktan sonra, taraflar “kendi hür iradeleri” ile ülkelerini nasıl böleceklerini müzakere edecekler.
Aslında Libya’nın bölünmesi yönünde dünya kamuoyunu alıştırma seansları Güvenlik Konseyi kararları safhasında ABD’li yetkililerce gündeme getirildi. Hemen her seferinde “Kaddafi’nin durdurulması gerektiği, uçuşa yasak bölgeler oluşturulmasına ihtiyaç bulunduğu, son çare olarak Libya’nın bölünmesinin tartışılabileceği” gibi yuvarlak, nabız ölçen ifadeler kullanıldı.
Bağımsızlık sonrası yarım asra yakın krallık ve Kaddafi diktarölüğü altında yaşayan Libya’da düşman kabilelerin birbirlerini öldürmesindense ülkeyi taksim edip herkesin kendi muhitinde barış içinde yaşaması daha akılcı değil mi? Günümüz imkanları aşiret bağlarını gittikçe yok etmektedir. Libya gibi petrol zengini ülke halkı ise diktatörlerin elinden kurtulduğu nispette daha fazla kaynaşma imkanlarına sahip olacaktır. Bununla beraber halk hareketi ile yeşertilen düşmanlık uzun süre etkisini gösterecektir. Bölünmeyi son çare olarak görmek ise 21. Yüzyıl şartlarındaki yepyeni sömürgeci zihniyetin son model kapanına düşmektir.
Bölünmüş Libya’da petrol yatakları ile eski sömürgelerde uygulandığı gibi muallakta bırakılacak sınır anlaşmazlıkları en az bir asır “Batı Libya” ile “Doğu Libya” arasındaki savaşları besleyecektir. İkisinin de petrolü problemsiz olarak koalisyon güçlerince taksim edilirse savaşlara gerek kalmayacak. Ancak eski sömürgelerde olduğu gibi kendi zenginliklerini kendileri kullanmak isteyen yönetimler, sınır anlaşmazlıkları sebebiyle daha fazla silahlanmak, her fırsatı savaş sebebi saymak, böylece petrolü korusa bile gelirlerini silah üreticilerine transfer etmek durumunda kalacaktır.
Gerek Kaddafi gerekse isyancılarla denge siyaseti gütmeye çalışan başta Türkiye olmak üzere diğer İslam ve Afrika aktörleri, Libya’nın bölünmesine yol açacak her türlü gelişmeyi önlemenin tarihi görev olduğunu bilmelidirler. Bölünmüş Libya’ya hazırlanan kamuoyu, tersinden şuurlanma bombardımanı ile bölünmüş ülkenin halka zararı, düşmanlara nimeti, gelecek nesillere kalacak tehlikeleri her fırsatta anlatılmalıdır. Amerika, Avrupa her alanda entegrasyona giderken Libya’nın ve sıradakilerin “böl-sömür” formülüne kurban gitmemesi gerekmektedir.
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Öncevatan, 19.04.2011