ELÇİYE ZEVAL
Hüseyin MÜMTAZ
Şu Hürrem “Sultan” olayından sonra (farkında mısınız
Kanuni’nin önüne geçti) kitap rafları “yıkılıyo”…
Meğer ne çok “padişah, harem, cariye” yazarımız ve
onların yüzler, binler satan “tarihî” romanları ve okuyucuları varmış.
İmparatorluğun o şaşaalı devirlerinde yabancı elçiler
huzura kabul olunurken dudakları uçuklardı. Yanlış bir bakış, tavır yahut
hesapsız bir jest; girerken omuzların üzerinde duran “baş”ın çıkışta yerinde
bulunmamasına neden olabilirdi.
O “dünyada”, onu gönderenin hesap sorması gibi bir
durum da düşünülemez, anlı şanlı “misyon şefi” olsa olsa ve ancak “görev
zayiatı” etiketli bir “Cold Case” halinde tozlu bir köşede unutulmaya
terkedilirdi.
O “dünyada”; “Çakma Osmanlılar” pek bilmez,
İmparatorluğun Elçileri de yabancı bir ülkeye gönderildiğinde neredeyse eli
eteği öpülecek kadar hüsnü kabul görür, “kabul buyuran” şah, padişah, kral,
imparator da “ziyaret” neticelenene kadar diken üstünde otururdu.
Ne olur, ne olmazdı..
Çünkü o devir, Türk Elçisi’ne “zevalin” olmadığı
devirlerdi.
Osmanlı, “o” dünyanın Amerika’sı idi.
Hadi baklayı dilimizin altından çıkaralım; Amerika
“bu” dünyanın Osmanlı’lığına soyunmuş, bölgesel bazı işleri de taşeronlara
devretmiştir..
Devran dönüp de “vakit zevale” erişince, külahlar da
değişmiş; hesap soranla sorulan “zorunlu olarak” yer değiştirmiştir.
Eski çamlar sürahi kıvamına gelmiştir.
Artık “Dersaadet”de Prens Mençikof’ların borusu
ötmektedir.
Habsburg’ların “çağımızdaki temsilcisi” Heinz
Fischer’den bahsetmek istiyorum..
Kendisini Avusturya-Macaristan İmparatoru zannettiği
anlaşılan Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz
Fischer, “Viyana’daki Büyükelçinizi
çekmezseniz Mayıs ayında Türkiye’ye gelmiyorum” demiş.
Derdimeydi…
Hani “Elçiye zeval olmaz”dı?
Ne demiş, ne yapmış Türkiye’nin Viyana Büyükelçisi
Evcet Tezcan?
Tezcan, Kasım 2010’da Die Presse’ye verdiği demeçte
özetle şunları söylemişti: “Viyana’da
Türkler konut talebinde bulunduklarında, hep aynı semte gönderiliyorlar; bir
taraftan da gettolar oluşturmakla suçlanıyorlar. Türkler kenara itiliyor.
Entegrasyon kültürel ve sosyal bir sorun. Halbuki Avusturya’da entegrasyondan
İçişleri Bakanlığı sorumlu. Bu inanılmaz bir şey. İçişleri Bakanlığı
entegrasyon sürecine müdahale etmeyi bırakmalıdır. İçişleri’ne bir sorun verilirse
oradan polisiye bir çözüm çıkacaktır. İçişleri Bakanı Maria Fekter, kendini
liberal addeden halkçı bir partide. Ama savunduğu düşünce, liberal ve açık bir
zihniyete uygun düşmüyor. O yanlış partide. Alman Başbakanı Merkel de aynı
şekilde. Bu kadar büyük bir entegrasyon sorunu yaşıyorsanız, neden 110 bin
Türk’ü vatandaş yaptınız? Türklerin tek istediği kendilerine virüs muamelesi
yapılmaması. İnsanlar burada başörtülü kadın görmek istemiyor. Burada denize
çıplak girme özgürlüğü varsa başörtüsü takma özgürlüğü de olmalıdır. Avrupa’nın
bir kültür merkezi olduğunu iddia eden bir şehirde, aşırı sağcı bir parti
neredeyse yüzde 30 oranında oy alıyor. Burada yabancıları istemiyorsanız, kovun
onları gitsin. Başka insanlarla birlikte yaşamayı öğrenmelisiniz. Avusturya’nın
sorunu ne?” (Hürriyet. 4 Nisan 2011)
Avusturya o zaman “ülkenin içişlerine karıştığı”
gerekçesiyle Tezcan’ı derhal Bakanlığa çağırarak nota vermişti. Başbakan Werner
Faymann, “Tezcan’ın açıklamaları
profesyonellikten uzak ve kabul edilemez. Kendisi açıklamalarıyla iki ülke
arasındaki iyi ilişkileri de zedelemiştir. Bu olayın sonuçları olacaktır”
derken, Dışişleri Bakanı Michael Spindelegger de Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlu ile telefonda görüşerek, büyükelçinin geri çekilmesi mesajı vermişti.
Büyükelçi Tezcan röportaja, “Sorularınızı bir
diplomat sıfatıyla mı, yoksa bir yıldan beri Viyana’da yaşayan ve buradaki 250
bin Türk’le teması olan biri sıfatıyla mı yanıtlamamı istersiniz” sorusuyla
başladıktan sonra “İkincisini tercih ederim” diyerek şöyle söylemişti.
“Türkler mutlu. İstedikleri sadece,
kendilerine virüs muamelesi yapılmaması. Aynısı Angela Merkel için de geçerli.
İki hafta önce Almanya’nın bir Hıristiyan toplum olduğunu söylediğinde öyle
şaşırdım ki! Bu nasıl bir mantalite”?
Ben nezdinde
bulunduğu ülkede 250 bin Türk’ün sesi olarak görevini yapan Ecvet Tezcan’ı
destekliyorum..
Fakat
Davutoğlu benimle aynı düşüncede değil ki bu olay “patlak verdiğinde” şu
açıklamayı yapmıştı:
“Sayın Büyükelçimiz verdiği röportajda
bunların ‘kişisel görüş’ olduğunu başından beyan ediyor”.
Yani
Tezcan kendi görüşünü açıklıyor, söyledikleri Türk Dışişlerini bağlamıyor..
Demek
biz de bundan böyle Davutoğlu ağzını her açtığında konuyu bakan olarak mı yoksa
vatandaş Ahmet olarak mı değerlendirdiğinin falına bakıp duracağız..
Elçi
deyince torbada lâf çok..
Amerika’nın,
Ankara’ya ataması olaylı bir süreçten sonra gerçekleşen, Türkçe’yi çok iyi
bilen, son 20 yıldır “Irak-32’inci paralel-peşmerge” olaylarıyla son derece “meşgul”
çiçeği burnunda Büyükelçisi Ricciardone (Ç’leri çatlatarak ve İtalyan
diyalektiği ile telaffuz edin lütfen) kaya gibi bir lâf etmiş..
Ben
Uğur Dündar’ın yalancısıyım, STAR HABER’de (30 Mart 2011) Ankara temsilcisine
bağlandı, kulaklarımla duyduğum lâf aynen şöyle;
“Ricciardone
‘Biz Türkiye’yi hem batılı bir Avrupa
ülkesi hem de aynı zamanda bir Arap ülkesi olarak görüyoruz’ dedi”..
Hoppala…
Öyle
bir kaya ki, nereye dayarsan daya..
Biz
Türkiye batılı mı, Ortadoğulu mu ekseninde orta yolu bulmaya çalışırken pat
diye ARAP oluverdik..
Türkçe
ve İngilizce söylemiş bu lâfları Ricciardone Star Haber’in Ankara Temsilcisine
göre….
30
Mart’ta söylenen bu lafların üzerinden 6 gün geçti, bay Elçi ne Dışişlerine
çağırıldı, ne geri çağırılması istendi..
Anlaşılan
o ki “bu” dünyada “Amerikan Elçisine zeval olmuyor”..
“Çağdaş
Diplomasi” ile ilgili son haber de dün gece vakti düştü bilgisayarıma..
Hürriyet’ten
Hasan Aycı ile Ahmet ATAK’ın bildirdiğine göre şarkıcı Bülent Ersoy Almanya’nın
Neu-Isenburg Kasabası’nda konser vemiş.. Hugenotten Salonu’nda sahneye çıkan
Ersoy’u izleyenler arasında Frankfurt Konsolosu Refik Başdere de varmış. Konser
arasında şarkıcı oturmak üzere saz heyetinin yanına gitmiş ve bu sırada sahnede
yürüdüğünü fark ettiği bir kişiye “Gel buraya, sen kimsin, ne yapıyorsun
sahnede” diye seslenmiş. Sahneye çıkan kişi şarkıcının yanına giderek,
konsolosluk koruması olduğunu ve sahne önünde fotoğraf çeken vatandaşlar
yüzünden ön sıralarda oturanların görüş alanının kapandığını söylemiş. Sinirlenen
Bülent Ersoy “Kendisi güvenlik görevlisiymiş. Konsolos Bey gelmiş. Konsolos
Bey’in önünü kapatanları uyarıyormuş ve önünü açıyormuş. Benim sahneme,
cumhurbaşkanı bile gelse, kimse çıkamaz. Ben buraya vatandaşla bütünleşmeye
geldim” diyerek tepki göstermiş. Bunun üzerine Konsolos Refik Başdere ayağa
kalkıp, “Sayın Ersoy, ben kimseye önümü açın diye talimat vermedim.
Cumhurbaşkanının adını niye bu işe karıştırıyorsunuz? Ben burada devleti temsil
ediyorum” demiş. “Ben size ve makamınıza hakaret etmedim. O makama siz buradaki
insanların oylarıyla geliyorsunuz” diyen Ersoy, seyircilerin alkışlamasından
sonra ekibine dönerek “Çalmaya devam edin” demiş. Konsolos da salonu terk etmiş..
Atanmışlarla
seçilmişleri karıştırdığı anlaşılan Ersoy acaba Dışişleri mensuplarının Ankara
1’inci Bölge’den her seçimde seçime mi girdiklerini zannediyor?
Peki,
ama Bay Konsolos da bir kasabadaki şarkı konserine neden gitmiş? “Memleket
hasreti”ni çanak anteniyle gideremiyor muymuş?
Son
tahlilde ben; a) Ricciardone’ye tavır alamayan; b) Şarkıcıların bile
çıkışabildiği diplomatlara sahip Dışişleri’nin;
Habsburg
Hanedanı’nın son üyesi Avusturya Macaristan İmparatoru Heinz Fischer’in, Ecvet
Tezcan konusundaki talebini karşılayıp karşılayamayacağını şiddetle merak
ediyorum..
Lâfla “Yeni Osmanlı” olunmuyor.. 5 Nisan 2011
57’NCİ ALAY HER
YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
mumtazbay@hotmail.com
Bir yanıt yazın