TALÂT’IN TALÂTLIĞI
Hüseyin MÜMTAZ
Her ne kadar bir kısım büyüklerimiz “Yabancıların bu
vesileyle açığa çıkan değerlendirmelerini içeride birbirimiz aleyhine
kullanmayalım” vecizesine imza atmış olsalar da konunun öyle hafife alınacak
yanı olmadığını düşünüyorum.
Wikileaks
belgelerinden, şüphelerimizi doğrulayarak öğrendiğimiz en önemli nokta;
Amerikan Büyükelçileri’nin (konsoloslarının, kâtiplerinin, elçilik
görevlilerinin) bulundukları ülkelerin içişleri ile ne kadar yakından
ilgilendikleri, “çok taraflı ilişkiler” içinde oldukları..
“İlgi” ve “yakınlık” tabii iki taraflı.. “Bulunulan
ülke”nin seçilmiş yahut atanmış ilgili ve yetkilileri de en mahrem
duygu-düşünce ve edinimlerini kapalı kapılar ardında “Amerikalılar” ile
paylaşmaya özen gösteriyor, herhangi bir sakınca görmüyorlar…
Konu Kıbrıs,
kaynak Rum Filelefheros… Gazete, Yunan “Kathimerini”ye atfen
yayınladığı “WikiLeaks Belgeleri
Hristofyas-Urbancic Görüşmelerini de İçeriyor” başlıklı haberinde belgelerde
ABD’nin Lefkoşa Büyükelçiliğinin müzakereler konusunda gönderdiği bilgi
notlarının da yer aldığını kaydediyor.
Belgelerde birkaç “bomba” var da, bizce en önemlisi
Hristofyas’ın Talat için, “Talat
siyasi yaşamına Kıbrıslı olarak başladı. Sonra Kıbrıslı Türk oldu. Şimdi ise
Türk’tür” ifadesinin kullandığı ve Urbancic’e “Talat’la düzenli yapacağı kişisel temaslar sonrasında kısa
zamanda Talat’ı yeniden Kıbrıslı yapmayı umut ediyorum” dediği bölüm…
Biz de Talât-Hristofiyas görüşmeleri sırasında,
heyetlerarası her görüşmeden önce iki “kıprıslı”nın başbaşa,
tanıksız-tutanaksız saatlerce ne görüştüğünü merak eder dururduk..
Meğer Hristofiyas, Talât’ı imâna davet edermiş..
Eminin yakın zamanda, başka belgelerden daha başka
neler görüşüp başımıza ne çoraplar ördüğünü de duyacağız.. Bu gök kubbede
hiçbir şey kıyamete kadar gizli kalmaz..
Tabii Talât, “yoldaş”ının bu sırrı fâş etmesine çok
kızdı ve hemen cevap verdi..
Verdi ama şecaat arzederken de sirkatini ifşa etti..
Hristofyas’ın “Önce Kıbrıslıydı, sonra Kıbrıslı
Türk, şimdi de Türk oldu” şeklindeki hakkında iddiada bulunduğu Talat
cevaben “Ben her zaman Kıbrıslı
Türk oldum. Ne tek başına Kıbrıslı, ne de Türk. Her zaman aynı çizgide
kaldım” dedi.
Yâni Talât, Talâtlığını yaptı.
Şimdi burada tekrar “Kıbrıs Türkü” ile
“kıprıslıtürk”ün etimolojik-sosyolojik açıklamalarına girmek istemiyoruz.
Meraklıları eski yazılarımızı bulup, eksiklerini tamamlayabilirler..
Adam diyor ki, “Tek başına hiç Türk olmadım”..
Vah bize.. “Biz” 2004-2010 sürecinde meğer kimleri
“partner” olarak kendimize seçip, Kıbrıs işlerini beraberce “tedvire”
çalışmışız da haberimiz olmamış..
Biz şaşırmadık; Türkiye’yi anavatanı olarak
bellemediğini kendi ağzıyla ifade etmemiş miydi?
Annan sürecinde ve devamında (halen) Türkiye’ye ve
Türk askerine “Yallah” çeken AB’den fonlanmış, AB tarafından embedilmiş cümle
STÖ ve sendikaların ruhani lideri kendisi değil miydi?
Gazeteye
göre Wikileaks belgelerinde Urbancic’e; “Şüpheci
Kıbrıslı Rumları ‘Evet’ demeye ikna edebilmek için Annan Planı’ndan fazlasına
ihtiyacı olduğunu” savunan Hristofyas “anahtarın mülklerin iadesi ve Karpaz yarımadasını da içeren cesur
toprak iadeleri olduğunu” öne sürüyor..
“Şüpheci Rumları” ikna edebilmek için “Annan’dan daha
fazlası, örnek olarak Karpaz dahil cesur toprak iadeleri”ni istiyor Hristofiyas..
“Şüpheci Türkler” zaten konu ve kapsam dışı..
“Mülklerin iadesini istiyor” Rumlar..
Hani “bir taraf” reddedince Annan külliyen yok
sayılacaktı? Yok sayılacak ve o andan itibaren KKTC’nin tanınması için
çalışacaktık.
Yürütülmekte olan görüşmelerde neyin pazarlıklarının
yapılmakta olduğunu anladın mı ey millet?
Belgelere göre Haziran 2009 yılında Hristofyas,
Urbancic’le gerçekleştirdiği görüşmede Kıbrıs sorununun çözümü durumunda “Kıbrıslı Rumların çoğunluğunun Kıbrıs
Türk tarafındaki mülklerine geri dönmemeyi tercih edecekleri”
değerlendirmesinde de bulunuyor.
Yâni “mülklerin iadesini” istiyor ama dönmeyecekler,
yerine “para” istiyor Rumlar..
Peki, bunu Urbancic, Amerikalılar biliyor da;
görüşmeleri yürütmekte olan Türk heyetinin “diplomatik” yardımcıları-sponsorları
algılayıp, stratejilerini ona göre düzenlemiyorlar mı?
Hristofiyas’a
“kızan” Talât Kıbrıs TV’de konu ile ilgili açıklamalarına devam ediyor;
“Müzakerelere Annan Planı temelinde
başlamış olsaydık, Kıbrıs sorunu 5-6 ay içinde çözülmüş olacaktı. Hristofyas,
Annan Planı’nı adeta şeytanlaştırdığı için işleri daha da zorlaştı.”
Hristofyas’ı
çoğu kez bu konuda uyardığını aktaran Talat, “Bunu kendisine çok kez söylediğim halde sıfırdan başlamak istedi.
Müzakereleri onun istediği şekilde başlattık. Ben kendisini çok kez uyardım.
Eğer görev sürem içerisinde çözüm olmazsa seçimleri kazanamayacağımı ve işlerin
daha da zorlaşacağını anlattım. Ama o bunu kabul etmedi” açıklamasında
bulundu.
Yâni Wikileaks’a göre Rum aslında, Annan’dakilerin
üzerine “Karpaz’ın ve cesur toprak iadelerinin” konmasını istiyor ama Talat
bunu algılayamayıp Annan temelinde başlamak istiyor..
Ve diyor ki; “Aman görev sürem içinde çözelim.. Yoksa
seçimi kazanamam.”
Yâni “görüşmeleri” kendi seçimi için kullanıyor..
Ankara’ya da acaba ayni şantajı mı yaptı?
“Ben seçilirsem çözerim” mi dedi?
Hristofyas
Urbancic’le görüşlerini paylaşmaya devam ediyor; “Türkiye’ye şantaj yapmaya niyeti olmadığını ancak işgal ve
Kıbrıs’ın tanınmaması durumu devam ettiği sürece Türkiye’nin AB’ye üyeliğine
yeşil ışık yakmasının imkânsız olduğunu” söylüyor…
Halbuki
1959 Londra Konferansı’nda mutabakata varılmış Garanti Antlaşması’nın 1.nci
maddesi 2.nci fıkrası, “Kıbrıs
Cumhuriyeti herhangi bir devlete hiçbir şekilde kısmen veya bir bütün olarak
siyasi ve ekonomik birliğe girmeyeceğini taahhüt eder. Kıbrıs Cumhuriyeti,
bununla bağlantılı olarak adanın gerek herhangi bir devletle birleşmesini ve
gerekse taksimini doğrudan veya dolaylı olarak gerçekleştirmeyi teşvik etmesi
muhtemel her türlü faaliyeti yasaklar” hükmünü getirir.
Bu
da 59-60 Antlaşmaları’na aykırı olarak ve batılıların verdiği sözlere kanarak
Rum Kesimi’nin AB’ye üye kabul edilmesine göz yumup, ses çıkarmayanlara kapak
olsun..
Talât
“o kadar Kıbrıslı” ki; Politis’in 21 Mart tarihli ve Vangelis Areteos imzalı
haberine göre “TC Başbakanı Recep Tayyip
Erdoğan’ı; Ankara’nın Kıbrıs sorununun çözümünden uzaklaşması ve müzakerelerin
Kıbrıslı Türklere bırakılması gerektiğine ikna etme yöntemlerini” arıyor.
Yoldaş
yoldaşa anlaşsın gumbarocuklar diye..
Tam bu noktada, görüşmeleri,
Cumhurbaşkanı seçildiği bir yıldır yürütmekte olan Eroğlu’nun içinde bulunduğu
durum ve düşünceleri önem kazanıyor..
Eroğlu dün, 2 Nisan 2011’de
Lefke-Güzelyurt’a yaptığı bir gezi sırasında halkla sohbet ederken bulunduğumuz
noktanın koordinatlarını belirlememize olanak sağlayan çok önemli saptamalarda
bulundu;
“1.Görevi
aldıktan sonra ne gibi bir görev yüklendiklerinin bilinciyle Kıbrıs’taki
gerçekleri de göz önüne alarak müzakerelere başladıklarını, ancak samimiyetle
söylemesi gerekirse; müzakerelerde anlaşma noktasından oldukça uzakta
olduklarını;
2.Kıbrıs’ta
müzakerelerin 1968 yılından beridir sürdüğünü, 1974’ün ardından 36 yıl
geçtiğini, şimdiye kadar ortaya konan bütün anlaşmaları Rum tarafının reddettiğini,
Kuzey’de yeni bir yapı kurulduğunu, Rum yönetiminin Kıbrıs Cumhuriyetini işgal
ettiği, Kuzey’de yeni yatırımlar yapıldığını, kalıcı bir anlaşma aranırken tüm
bunların göz ardı edilemeyeceğini;
3.Bunları
söyleyince ‘Eroğlu anlaşma istemez’ denildiğini, ancak bunların göz ardı
edilemeyeceğini, Rum tarafının istekleriyle kendi istekleri arasında ayrılıklar
olduğunu;
4.Müzakerelere
6 başlıkla başladıklarını ancak kendisinden önce sürdürülen 2 yıllık müzakere
döneminde de bu başlıklarda bir anlaşmanın olmadığını; müzakerelere ‘Mülkiyet’
başlığıyla başladıklarını, Türk tarafının ‘İade, Takas veya Tazminat’ istediğini,
ancak Rum tarafının ‘önceliğin mal sahibine verilmesini’ istediğini, bunun
manasının ise ‘yeniden göç’ demek olduğunu, 36 yılda herkesin bir düzen
kurduğunu, bunların göz ardı edilemeyeceğini;
5.
Kıbrıs’ta iki devlet, iki halk bulunduğunu, Türkiye’nin etkin ve fiili
garantisinin kırmızı çizgileri olduğunu, ancak Rumların da Türkiye’nin
garantörlüğünün olmamasının kırmızı çizgileri olduğunu;
6.
Şu ana kadar görüşülen başlıklardan sadece ‘Ekonomi’ başlığında
anlaşabileceklerini, ancak diğer başlıklarda anlaşmanın olmadığını, ‘Federal
bir ortaklık’ denildiğini, ancak bunun altının nasıl doldurulacağının önemli
olduğunu, Rum tarafının tekliflerini kabul etmenin Kıbrıs Türk halkının
haklarını kaybetmesi demek olduğunu;
7.Ayrıca
müzakerelerde Toprak konusunu en son görüşebileceklerini kesin bir dille ifade
ettiklerini;
8.
KKTC’nin bir devlet olarak tüm organları ve gelişmiş demokrasisiyle var olduğunu,
sadece Türkiye tarafından tanınmasının ve diğer ülkeler tarafından
tanınmamasının, yok olduğu manasına gelmediğini belirterek, bir anlaşma olana
kadar ve yeni bir devlet kurulana kadar KKTC’nin aldığı kararların geçerli
olduğunu” söyledi.
Eroğlu; “Samimiyetle söylemek gerekirse” diyor; “müzakerelerde anlaşma noktasından oldukça uzaktayız”.
Kim ne derse desin ben Julian
Assange’ı, cümle münafıkların ipliklerini, ibrişimlerini pazara çıkardığı için
şiddetle destekliyorum.. 3 Nisan 2011
57’NCİ ALAY HER
YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
mumtazbay@hotmail.com