Japonya Fukuşima Nükleer Santrali’nde yaşananlardan sonra, dört bir yanı nükleer santrallerle çevrili olan Türkiye’nin diplomasisinde nükleer enerjinin yeri genişliyor. İstanbul’dan Selçuk Oktay’ın haberi…
Japonya’da yaşanan nükleer felaket, nükleer santral projeleri bulunan Türkiye’de de endişe ile takip ediliyor. Türk kamuoyu bugünlerde ülkede yapılması planlanan santrallerin yeteri kadar güvenli olup olmayacağını tartışıyor. Bunun yanında Japonya’da yaşanan nükleer sızıntının yakın bölgelere etkisi dolayısıyla, ülkenin etrafında bulunan nükleer santrallerin durumu da sıklıkla gündeme geliyor. Türkiye’nin yakın çevresinde, Bulgaristan, Ukrayna, Rusya ve Ermenistan’da olmak üzere yedi nükleer santral bulunuyor. Bu nükleer santrallerle ilgili Türk kamuoyunda yükselen hassasiyet dolayısıyla, bu santraller Türk yetkililerinin de gündemine girmiş durumda. Enerji Bakanı Taner Yıldız, Mart ayının sonlarına doğru günlük bir gazeteye yaptığı açıklamada Ermenistan’da yer alan Metsamor Santrali’nin kapatılması için Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) nezdinde girişimde bulunduklarını belirtiyordu. Yıldız’ın bu açıklamalarından bir gün sonra, Yunanistan Cumhurbaşkanı Karolos Papulyas’ın Mersin Akkuyu’da yapılması planlanan santrale ilişkin çekincelerini belirtmesi, içinde birçok santralin bulunduğu bölgede diplomatik ilişkilerde nükleer konusunun ağırlığının artmasının bir işareti olarak okunabilir.
“Metsamor konusunda Türkiye’nin eli güçlü”
Türkiye diplomasisinde nükleer enerji ile ilgili en acil konuyu Ermenistan’da yer alan ve Türkiye sınırına 16 kilometre uzaklıkta bulunan Metsamor santrali oluşturuyor. Birinci nesil eski bir teknolojiye sahip olan santralin fay hattı üzerinde bulunması, Türk kamuoyunda Japonya’dakine benzer felaketlerin yaşanması korkusunu yaratıyor. Metsamor santrali ile ilgili birçok çalışmaya imza atan ve bu santralin kapatılması için kampanyalar düzenleyen ve stratejik araştırma kuruluşu Türksam’ın başkanlığını yürüten Sinan Oğan, Türkiye’nin bu santrale uzun zamandır gözlerini kapadığını belirtiyor. Oğan, “Türkiye’nin argümanı; ‘bizim de santral yapma projemiz varken komşudaki santrale karşı çıkmamalıyız” idi. Ama Japonya’daki hadiseden sonra Türkiye’nin aklı başına geldi” diyor.
Enerji Bakanı Yıldız’ın UAEK nezdinde girişimlere başlandığının açıklaması, bu konuda Türkiye’nin diplomatik girişimlerde bulunacağını gösteriyor. Oğan, Ermenistan’ın 2004 yılında Avrupa Komisyonu’na üye olurken bu santrali kapatma taahhütünde bulunduğunu, AB’nin de santralin kapatılma çağrısı yaptığını belirtiyor. Dolayısıyla Oğan, Türkiye’nin meseleyi bu platformlara çekmesi durumunda sonuç alabileceğini söylüyor.
Türkiye’nin bu girişimleri Ermenistan tarafında da dikkatle takip ediliyor. Avrasya Ortaklık Fonu Ülke Direktör Yardımcısı Vazgen Karapetyan, Türkiye’nin hiçbir bakanının Ermenistan’dan böyle bir talepte bulunamayacağını, ayrıca Ermenistan tarafından da Türkiye’ye böyle bir talep gidemeyeceğini, zira iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin olmadığını belirtiyor. İki ülke arasında diplomatik ilişkiler başlamadan Metsamor konusunun çözüme ulaşamayacağını vurgulayan Karapetyan ikili ilişkilerin başlamasıyla Metsamor’un iki ülkeyi karşı karşıya getiren bir sorun değil, bir işbirliği vesilesi olacağına vurgu yapıyor.
Ermenistan ile İran tavrı farklı
Türkiye’nin nükleer enerji ile ilgilenen ve bu konudaki çalışmaları dünya kamuoyu tarafından dikkatle takip edilen bir başka komşusu da İran. İran’ın güneybatısında yer alan Buşehr şehrinde faaliyete geçecek olan santralin Türkiye dış politikasındaki konumu daha farklı. İran ile ilgili uzmanlığı bulunan stratejist yazar Arif Keskin, Türkiye’nin İran’daki çalışmalara daha farklı yaklaştığını vurguluyor. Bu farklı yaklaşımın temel nedeni İran Buşehr’de kullanılan teknolojinin Metsamor’a göre daha yeni olması. Japonya’da yaşananlardan sonra Türkiye’nin İran’a titiz davranma çağrısı yapabileceğini ama bunu yüksek sesle dile getirmeyeceğini ifade eden Keskin, bölgede nükleer güç olmak isteyen Türkiye’nin bu çalışmalara karşı çıkmayacağını belirtiyor. Bunun karşısında İran da Türkiye’nin nükleer çalışmalarını dikkatle takip ediyor. İran uzmanı Keskin, daha önce İran’ın temel argümanının batı dünyasının Müslümanların nükleer çalışmaları engellediği olduğunu, bu kapsamda İran’ın Türkiye’deki nükleer çalışmalarını desteklediğini söylüyor. İran’ın kendi üzerindeki baskıyı hafifletmek için de Türkiye’nin nükleer projelerine destek verdiğini söyleyen Keskin’e göre Türkiye ise İran ile ortak bir çalışma yürütmeyi sakıncalı buluyor.
Peki nükleer atıklar ne olacak?
Türkiye’nin etrafındaki nükleer faaliyetler tartışılırken geleceğe yönelik olarak ciddi tartışma konusu olma potansiyeli taşıyan nükleer atık meselesi de yavaş yavaş konuşulmaya başlanıyor. Türkiye’de açılması planlanan santrallerden çıkacak atıklarla ilgili kamuoyunda özellikle çevreci sivil örgütlerde bir hassasiyet oluşmuş durumda. Nükleer atık konusunda uzman Hacettepe Üniversitesi Nükleer Enerji Merkezi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Okan Zabunoğlu, ilk kullanılmış nükleer yakıtların reaktörlerden çıkışının iyimser bir tahminle 2020’yi bulacağını ve önemli miktarlarda kullanılmış nükleer yakıtın birikmesinin ise onlarca yıl alacağını belirtiyor. Türkiye’de de diğer ülkeler gibi kullanılmış nükleer yakıtların, reaktörün yakınında konumlandırılmış 8-9 metre derinliğinde su dolu havuzlarda depolanacağını söyleyen Zabunoğlu, bu durumun ne Türkiye için ne de herhangi bir başka ülke için herhangi bir sorun yaratması beklenemeyeceğini vurguluyor. Prof. Dr. Okan Zabunoğlu, “Fukuşima’daki üçüncü ve dördüncü ünitelerin kullanılmış nükleer yanıt havuzlarında çıkan yangınların ve sorunların araştırılmasında ayrıca yarar var. Ama, nihai çözüm olmasa bile, kullanılmış nükleer yakıtların su havuzlarında depolanması yıllardır ilgili her ülkede güvenle uygulanan bir yöntemdir” diyor.
© Deutsche Welle Türkçe
Haber: Selçuk Oktay / İstanbul
Editör: Nihat Halıcı
Bir yanıt yazın