Plebisit 2010 ve Sonuçları

“Ben demiştim…” sözü ne kadar da bilgiçlikle söylenen bir söz değil mi? Bir de “Ben demiştim demeyi hiç sevmiyorum ama…” veya “bu konuda keşke haklı çıkmasaydım ama…” şeklinde kalıplar var. Türk Aydını halktan uzaklaştırıldıkça, bu kalıpları daha çok kullanmaya mecbur bırakıldı. Ama tabi ki ben yazımda bu tür kalıpları hiçbir şekilde kullanmayacağım (?)

“Plebisit” sözcüğünü her Türk yurttaşının bilip de duymadığı bir kavram olarak nitelendirmeliyiz. Öyle ki plebisitler yakın Türk siyasi tarihinin vazgeçilmezlerindendir. Çok genel anlamda, halkın “uydurulan kılıfları” onaylaması için yapılan halkoylaması anlamına gelmektedir. Tıpkı 12 Eylül 2010’da yapıldığı gibi…

Tabi biz o zamanlardaki yazılarımızda da bunun üstünde çok durduk, popülist plebisitin, popüler – halkçı bir referandum olarak makyajlandığını anlattık. Dahası “EVET” çıkması durumunda neler olacağını bir bir söyledik. Şimdi yaşadıklarımıza bakıyorum da, yazının başındaki kalıpları kullanmaya “mecbur bırakıldığımızın”, Türk Aydınının Türk Halkından bu yolla, bilgiç ve elit gösterilerek uzaklaştırıldığının ve dolayısıyla meşruluğun yerin dibine itildiğinin farkında olmamak için kör olmak gerekiyor…

Plebisit 2010’la birlikte Türkiye’de temelleri atılmış olan korku imparatorluğu, hukuki temelini kazanmış oldu. “EVET” kararından sonra baskıların artacağı, bizim üstünde basa basa durduğumuz bir gerçek idi. Basılmamış kitapların toplatılması, muhalefet edenlerin düzenlemeye açık Word belgelerinin birinci dereceden delil haline getirildiği davalardan tutuklanmaları, bu baskının anayasa tarafından legalize edilmeye çalışıldığını göstermektedir. Fakat şu gerçeği de unutmamamız gerekir ki, artık tüm bu dalgalar iktidara karşı esen bir rüzgâr haline gelmeye başlamıştır, öyle ki hükümetin içindeki söylem farklılıkları, bakanlar ve hatta Cumhurbaşkanı düzeyine ulaşmıştır. Çünkü bir grup artık bu dalgaların genel seçimde aleyhlerine olduğu gerçeğini yeni yeni fark edip esip gürlerken, bunun bilincine çoktan varmış bir diğer bir grup ise mağdur rolünü oynamaya, ya savcılık makamının avukatlığını yaparak ya da okyanus ötesi zatları bugüne kadar hiç cesaret edemeyecekleri şekillerde yücelterek devam etmektedir.

Şimdi dönelim Plebisit 2010’a… Türkiye’de yargı erkinin önemli unsurlarından olan Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), çok önemli konuların bırakıldığı yasal değişikliklerle “kraldan çok kralcı” duruma getirilmiştir. Plebisit 2010’un getirdiği daha birçok anayasal değişikliğin varlığına rağmen, AYM ve HSYK ile ilgili uyum yasaları için, TBMM öncelik tanımış ve normalden fazla bir hızla çalışmayı tercih etmiştir. Açıkçası ben de onların yerinde olsaydım, bu gibi hayati konuları seçimlerden sonraki TBMM’ye kalması riskini göze alamazdım. Siyasi zekâlarından dolayı onları kalpten tebrik ediyorum (!)

Plebisit 2010’un etkilediği ve gündemin yine üst sıralarında olan TUSİAD’ın anayasa taslağı çıkışı ise bana siyasi tarihteki önemli bir dönüm noktasını hatırlattı: Avrupa’da feodalizm ve bununla beraber kurulan mutlak monarşilerin yıkılması ve böylelikle kralların ve soyluların güçlerini kaybetmesi en çok gelecekte “burjuvazi” olarak adlandıracağımız orta sınıfın işine gelmiştir. Mutlak monarşilerin, güçlerini büyük savaşlar ve hatta devrimler sonrası kaybetmiş olmalarına karşın, orta sınıf, yani burjuvazi, temsil gücünün artması ve mutlak güçleri sınırlandıran anayasaların ortaya çıkmasını destekleyerek, kazandıklarını garanti altına almak istemişlerdir. Bu kontekstte baktığımızda günümüz burjuvazisini temsil eden TÜSİAD’ın benzer bir şekilde çıkarlarını garanti altına almaya çalıştığını ve bunu bir ültimatom vererek göstermek istediğini görmekteyiz. Burjuvazinin dahi günümüzde böyle bir çıkışa ihtiyaç duyduğunu düşünürsek, ülkenin mevcut durumunu, Türkiye’de henüz kapitalizmin gelişmediği ve burjuva devrimin yapılmadığı 1910’lu yıllara benzetenlerin ne kadar haklı olduğunu görmek durumundayız (Bu bilimsel tespiti yapan aydınlar ise şu anda içerde). Kendine adeta bir “füze kalkanı” hazırlamak isteyen burjuvazi bile buna ihtiyaç duyuyorsa, halkın durumunu düşünmeye kalkmak bile korkutucu hale geliyor…

İşte Plebisit 2010’un halka getirdikleri… Zamanında bertaraf olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan TÜSİAD bile çeşitli ültimatomlarla kendini müdafaa etmeye çalışırken, Türk Halkı çoktan bertaraf edildiğinin artık farkında varmalıdır. Bu dilekle 12 Eylül 2010 için yaptığımız uyarıların birkaç katını 12 Haziran için yapmak istemekteyiz…

İlk paragrafıma benzer bir paragrafla başlayan başka bir yazı daha yazmamak dileğiyle saygılar…

Edgar ŞAR

Edgar.Sar@PolitikaDergisi.com

“Ben demiştim…” sözü ne kadar da bilgiçlikle söylenen bir söz değil mi? Bir de “Ben demiştim demeyi hiç sevmiyorum ama…” veya “bu konuda keşke haklı çıkmasaydım ama…” şeklinde kalıplar var. Türk Aydını halktan uzaklaştırıldıkça, bu kalıpları daha çok kullanmaya mecbur bırakıldı. Ama tabi ki ben yazımda bu tür kalıpları hiçbir şekilde kullanmayacağım (?) - plebiscitereferendum

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir