TANBURÎ CEMİL,
YUSUF AKÇURA VE ATTİLA İLHAN
Hüseyin MÜMTAZ
“Sende bir gün elbet ferahfezayı seveceksin”, Akçura’nın değil, Attila İlhan’ın bir
mısraıdır…
Ama olabilirdi ve hiç şaşırtmazdı..
“Milliyetçi
olmadan, nasıl milletlerarası olunabilir?”i enine boyuna tartışmıştık.
“Ferahfeza” sevilmeden, Borodin, Korsakoff yahut
Debussy, Camille Saint-Saëns dinleseniz
ne yazar?
Musa Eroğlu’nun “Dedem Korkut”unu dinledikten sonra
Amalia Rodrigues’i daha iyi “çözdüğümü” itiraf etmeliyim.
“Ezber Bozan” dizisinin ilk üç yazısında
“Neocon”ların, “Majeste Şapka”nın ve nihayet “Türk Aydını’nın” Akçura’dan
haberleri olup olmadığını incelemiş; 1904’de İmparatorluğu yıkılmaktan
kurtaramayan ÜÇ TARZI SİYASET’in aynı coğrafyada 2011’de yine neden
uygulanamayacağını “Yeni” Osmanlıcılık ve “Yeni” İslâmcılık bağlamında
inceledikten sonra lâfı “Yeni” Türkçülük noktasına getirip Attila İlhan’a
bağlamıştık.
Cevap aradığımız en can alıcı sorular şunlardı.
“Demokrat” ve “aydın” olmak ille “solcu”
olmayı mı gerektirir? “Türk/çü aydın” olunamaz mı?
“Türkçü”,
demokrat olamaz mı?
Demokratlığın
ölçüsü ille azlık-azınlık-azınlıkçı olmak mıdır?
Aydın,
muhalif, aykırı ve huysuz olmak ille “öteki”, yabancı olmak mıdır?
Azlık
olmak, azınlıkta hissetmek midir kendini, azınlık olmak mıdır?
Bireysel
aidiyetinin köklerini-kültürel birikimini “çoğunlukta” bularak, kendini
çoğunluğa ait hissederek aydın olunamaz mı?
Ezilenin-sömürülenin
yanında olmak başka ve yüce bir duygudur ama ille kendini onunla özdeşleştirmek
de “bizatihi” ezik olma sonucunu doğurmaz mı?
Solcu
ve demokrat olmak ille azlık, azınlık, azınlıkçı olmak mıdır?
Türkçülerin,
muhafazakârların hem demokrat hem aydın hem de liberal olamayacağını kim
söylüyor?
Osmanlı “yıkılırken” İttihatçı, Cumhuriyet
“kurulurken” Kuvvacı, Atatürk’ten sonra Cumhuriyet “kullanılırken” İştirakçi,
ama hafif aykırı, hep muhalif fakat daima Türkçü, daima Osmanlıcı..
Attila İlhan batıyı görmeden değil, hem de Paris’te
yıllarca yaşadıktan sonra Tanburi Cemil “Bey”in çaldığı eski plakları dinleyip
ferahfezayı sevmiş, tahirbuselik’de karar kılmıştır.
Peki, İlhan “aydın” değil miydi? “Faşist” miydi?
Mihri Belli, Behice Boran, Mehmet Ali Aybar ve
elbette ve öncelikle Galiyev’in “Türk tipi sosyalizm/komünizm”lerini incelemek
bu yazının boyunu hayli aşar.
Ama yeri gelmişken, ileride tamamlamak üzere yarım
bırakılmış bir A.İlhan tartışmasından bahsetmemek de vefasızlık olur.
2009’un Ekim sonları.. Urla İskelesi’nde bir
akşamüzeri. Geç kalmış ve özlenilmiş bir
aile ziyaretinin gün bitiminde İskele’ye kurulan hasret-sohbet-muhabbet
sofrası..
“Rakı-balık-Ayvalık” üçlüsünden neyin noksan olduğunu
siz bulun.
“Aile buluşması”nda, bir türlü buluşamadığımız “aile
dostları” ile tanışma fırsatını da memnuniyetle karşılamıştık.
Şair dostum derin felsefi madde başlarını açıyor,
zevkle tartışıyoruz..
Lâf Attila İlhan’a geliyor, anlaşamıyoruz.. Onun aklı
Sefer(oğlu)nda, benim ki Karantina Adası’nın “Taaffuzhane”sinde.
İlhan anlaşmazlığımızı, belki başka bir sefer keyifle
devam etmek üzere yarım bırakıyoruz.
İlhan “Türkçü’dür”. (Ç koçaklaması)
“iç asya’dan daha oymaklar gelir
İki bin beş yüz atlı bin beş yüz çadır
Çıralı bir kubbe tastamam çatılır
. . .
Altında konya beyşehir Sivrihisar
Ve uzaktan uzağa Bizans çakalları”
iç asya’dan daha oymaklar gelir
kılçıklı kirpikleri deri kalpaklarıyla
boşluğa oyulmuş adamlar kılıç ve topuz
yorgunlukları kırçıl bıyıklarına damlayan
. . .
Hoş geldin Türk!… sağın solun su
Deli bir zenginlikle çalkanır toprağın”
İlhan “Osmanlıcı”dır. (Osmanlı Kasidesi)
“kelebekler midir derinliklerinde haremlerin
anne fısıltılarıyla dualar
bir “Allah” çekmesinler
budin’den / medet
titretir bağdad’ı pehlivanları”
İlhan; Mao’nun
“kağıt kaplanları”ndan yahut daha eski Çin’in imparatoru Qin Shi Huang’ın
mezarından çıkan “Terracotta askerler” den hiç bahsetmez.
“O”nun “askerleri” “telkâri bir mülâzim”dir, “boz
revolverli Mustafa Kemal”dir, “eli tetikte binbaşı Enver Bey”dir, “kötümser Kuleli
öğrencileri”dir.
“Balkan bozgunu”nda “mülâzim İhsan Bey”dir, “Yüzbaşı
Kazbek Rıza”dır.
Manastır’daki “askerî mahfel”de bardağına ay ışığı
dolan “erguvan bıyıklı erkânı harp”tir, “dolu mavzer gibi korkutucu bakışlı”
“kolağası Eşref bey”dir.
İlhan
Osmanlı’nın yıkılışının acısını “mülkü zulümden kurtarmak için tabanca ve
bayrak ve Kur’an-ı Azim-üş-şan üzerine yemin eden, gece mavisi atlı rap rap ay
karanlık mülazimler”le paylaşır.
“haklıdır üzülse de eşref bey
O günden bu güne
Ne tabanca kaldı ne bayrak
Ne cumayıbâlâ’ya osmanlı bir kar yağıyor
Ne serez’de Mevlevi tekkesi
O Müslüman ıslığı
Bin yıllık görkemli ney
Ne Üsküp, ne Köprülü, ne Tikveş”
ÜÇ TARZ-I SİYASET’i öyle veya böyle okuyun.
Tunus ve Mısır’dan sonra Libya’yı da hedef tahtasına
oturtan “tek dişi kalmış canavar”ın bu coğrafyada 2011 de kendi amaçları
doğrultusunda neden “Osmanlıcılık ve İslamcılık” rüyası göremeyeceğini de iyi inceleyin..
Başka kılıflar altında, başka maskelerle, başka
isimli senaryolar elbette sahneleyebilir ama Osmanlıcılık ve İslamcılık
yapamaz..
Peki Türkçülük?
Soru üç başlı; 1) “Batı” bahse konu coğrafyada
Türkçülüğü kendi amaçları için kullanabilir mi; b) Türkçülük kendini
kullandırır mı? c) Bu coğrafyayı bir ve beraber tutmak için Türkçülük’ün
uygulanabilirliği var mı?
Akçuraoğlu Yusuf’un 15 Mart 1904’de makalesinin son
paragrafında sorduğu gibi bitirelim;
“Hülâsa öteden
beri zihnimi işgal edip de, kendi kendimi ikna edecek cevabı bulamadığım sual
yine önüme dikilmiş cevap bekliyor; Müslümanlık, Türklük siyasetlerinden
hangisi Osmanlı Devleti için (1904) daha yararlı ve kabili tatbiktir?”
Demek
tas tamam 107 yıl olmuş.. 20 Mart 2011