Bugünlerde Libya’da olan şeyler pek de olağan sayılmaz, ne kadar da işin hukuki boyutu öyle göstermese de… Nedir bu hukuki boyut? Gayet net olarak uluslararası hukuk kuralları şöyle der: Eğer bir ülkede net bir şekilde halka zarar veriliyorsa, uluslararası toplum meşru “humanitarian intervention” – insani müdahale hakkını kullanır. Bu hak gerek Birleşmiş Milletler Şartı’nda gerekse uluslararası hukukta önemli bir yere sahip teamüllerde yerini almıştır. İşte işin hukuki boyutu ancak bu noktaya kadar etkili kalmaktadır yani başka bir deyişle, hukuki sürecin öngördükleriyle ile pratikte gerçekleşenler en nihayetinde uyuşmamaktadır. Öyle ki yıllardır hukuksuzluk altında ezilen Libya Halkı’nın sorunlarına “Uluslararası Meşru Hukuk”un getirdiği çözüm; iç savaştan sonra neyi düğü belirsiz kişiler tarafından yürütülen uluslararası bir savaş… İşte hukukun, halklara getirdiği çözüm böyle olunca uluslararası sistemin içinde barındırdığı gayri meşruiyet kendini çok açık bir şekilde göstermektedir. Çoğu yazımda belirttiğim gibi hem uluslararası alanda hem de iç politikada oluşan tüm problemler daima bu meşruiyet sorunundan kaynaklanmaktadır.
Siyasi tarihe baktığımızda, bugünkü politik gelişmeleri yorumlamak adına bize yardımcı olacak birçok olayın karşımıza çıktığını görebilmekteyiz. Bildiğimiz gibi Fransa, tarihten bugüne hala süre gelen “gerçek anlamda egemen bir devlet” olma özlemini, 1800’lü yılların başında Napoléon’la bir nebze olsun gidermeye çalışmıştır. Bir anlamda başarılı da olmuştur… Öyle ki neredeyse bütün Avrupa’yı, kendi siyasi çıkarları doğrultusunda bir savaş meydanı haline getiren Napoléon, bu hamleleriyle “total war” – “toplu savaş” kavramına siyasi literatürde bugünkü büyük popülaritesini kazandırarak, bunu bir uluslararası politika olarak uygulamıştır. Bunun yanında iç politikada eski kafalı mutlak monarklar gibi davranmayıp, revizyonist kişiliğini modern Fransa’nın şimdiki tüm kurumlarının temelini atarak göstermiştir. Bu süreçte Napoléon, two level politics – iki seviyede siyaset anlayışını öyle başarılı bir şekilde yürütmüştür ki, hem iç siyasette büyük reformları gerçekleştirebilmiş hem de bunun için kendisine gerekli “uluslararası karizma”yı da kazanmıştır. Amma velakin bu başarılı siyaset, “güçler dengesi” konusunda yapılan hatalarla güç kaybetmeye başlamıştır. Öyle ki Napoléon, Avrupa’da oluşan tüm ittifakları her zaman manipüle edebilmiş biri olmasına rağmen, karşısında çığ gibi büyüyen ve “siyasi gücü” dengelemek isteyen aktörleri bir bakıma göz ardı etmiş ve yenilme korkusunun başladığı anla beraber büyük hatalar yapmaya başlamıştır.
Burada siyasi tarihin “güçler dengesi”nin önemi ile ilgili verdiği mesajı, “gerçek anlamda egemen bir devlet” özlemini hala sürdüren Fransa, görüyorum ki hala anlayamamış. Sarkozy’nin şu son 1,5 yılda yaptıkları aslında Fransa’da kendisinin değil de başka güçlerin egemen olduğunun en büyük göstergesi… Bunun bedeli ise bir daha ki seçimde aday olmaya dahi cesaret ettirmeyecek, utanç verici bir oy oranı… “Çakma Napoléon” kaybetme korkusuyla dolu olduğu için hata yapmaya çoktan başladı. Uluslararası toplumda haddinden fazla öne çıkarak, belki de atalarının yaptığı hatayı, yani “güçler dengesine olan saygısızlık” hatasını tekrar tekrar yapıyor. Tabi bir de O’nda, Napoléon’un sahip olduğu iç ve dış siyaset uyumundaki hamle kabiliyetinden eser yok. Öyle ki içte yaptığı hataları, dış siyasetle bir nebze de olsa düzelteyim derken, kendisini tek destekleme olasılığı olan “küresel sermaye”nin güvenini kaybetmek üzere. İşte tekrar tekrar yapılan bu hatalarla Fransızlar, yüzyıllardır özlemini duydukları bu egemenliği daha çok ararlar…
Edgar ŞAR
Bir yanıt yazın