Bahreyn’de Terör, Libya’da İnsan Hakkı
Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem evrilme noktalarından birini yaşamaktadır. Yugoslavya’da yaşananlar, Irak’a müdahale, Rusya-Gürcistan savaşında olduğu gibi bölgesel bir olayda küresel güç dengesi yeniden kurulmaktadır. Aktörler bir adım sonrası hesaplara göre geç kalmamak ile erken ötmemek arasında bocalamaktadır. Seçim yaklaşan Fransa’da Sarkozy’nin Libya karşıtı cephenin öncülüğüne soyunması, azalan itibarını geri alabilmek için göze aldığı kumar olarak görülebilir. Fakat dünya liderliğini oya tahvil etme yolunda şimdiden dünyanın maskarası haline gelmiştir.
Önceki yazımızda Ermeni vahşetine seyirci kalınmasına, soykırım suçlularının halen Ermenistan yöneticileri olarak itibarla karşılanmasına rağmen isyancılara karşı silah kullanan Kaddafi’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne sevkindeki çelişkiyi ele almıştık. Libya merkezli çifte standardın bir başka uygulaması sözkonusu: Bahreyn’de diktatöre karşı ayaklanan halkı susturmak için Arabistan’dan takviye güçler gönderildi. Batılı ülkeler buna seyirci kaldı, belki de bunun fikir babası kendileri. Libya’da ise ülkenin birçok şehrinde kontrolü ele almış göstericiler karşısında gücünü yeniden tesis etmek isteyen Kaddafi’nin durdurulması yönünde karar alındı.
BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinden Rusya ve Çin’in çekimser kaldığı karara göre Libya’da uçuşa yasak bölge ilan edilmiştir. Böylece bir dereceye kadar Irak’ta uygulanan 33. Paralelin güneyi ile 36. Paralelin kuzeyi formülü ısıtılmaktadır. Irak’tan farkı ise ABD’nin bu müdahalede biraz geri kalması, Fransa’nın aç kurtlar misali saldırmasıdır. Hemen arkasından İngiltere, İspanya, İtalya ve diğerleri “Libya’daki sivillere zarar gelmemesi için” ne yapılması gerekiyorsa bütün imkanlarıyla hazır ve nazır olarak yanıp tutuşmaktadırlar!!! İnsani kaygıya delalet eden kelimelerle süslenmiş her beyanat, kemik kavgasındaki çakal uğultuları gibi gelmektedir.
Çekimser kaldığı halde, Rusya’nın müdahaleye itiraz etmesinde tutarlılık payı vardır. Çünkü kararın özü askeri hedefleri bombalamak değil, Libya uçaklarının isyan eden sivil bölgeleri bombalamasını önlemekti. Ancak, böyle bir kararı müdahale için yasal gerekçe olarak kullanılmayacağının zannedilmesi, büyük saflık olurdu. Bu noktada da Rusya ikili hatta çoklu oynamaktadır. Durumu en kritik ülke ise NATO üyesi Türkiye’dir. Hemen belirtelim ki müdahale altyapısı oluşturulurken öncelikle Arap Birliği, Afrika Birliği ve İslam Konferansı’nın yasak bölge için vizesi alınmıştır. Bu örgütlerin “Libya’da sivillerin korunması” yönündeki taleplerinin “müdahale edilmesi” şeklinde tercümesi zor olmamıştır. Türkiye için sıkıntının kaynağında ise önü arkası ölçülmemiş, ayaküstü açıklamalar bulunmaktadır.
21. Yüzyılın başında Uluslararası Hukuk’un bu derece çıkar merkezli, siyasileşmiş olması utanç vericidir. Kaddafi’nin halkına yönelik yaptıklarını tasvip etmek mümkün değildir. Tıpkı Saddam’ın yaptıkları gibi. Ancak Saddam sonrası Irak’ın başına gelenler, Saddam’ı mumla aratmıştır. Libya için de benzer tezgâhların kurulması gündemdedir.
BM, Libya’ya müdahale kararı almamış, uçuşa yasak bölge ile bunu besleyen düzenlemeler getirmiştir. Bununla beraber daha önceki kararlarda olduğu gibi durumdan vazife çıkarmak isteyen Fransa ve diğerleri bunu yeterli bularak ilk saldırıları gerçekleştirmiş, başka ülkeler de sıraya girmiştir. Birçok meslektaşımızın BM kararındaki “Libya’nın egemenliğine, bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve milli birliğine saygı” ifadesinin ülkenin geleceği için garanti olduğu beklentisine katılmak mümkün değildir. Zira Güvenlik Konseyi’nin çatışma, iç savaş, müdahale ile ilgili benzeri bütün kararlarında ilgili ülke için bu ifadeler yer alır, ancak yine konsey kararlarının oluşturduğu zeminde ülke yavaş yavaş, kamuoyu alıştırılarak bölünür. Kaddafi’nin isyancıların en önemli kalesi Bingazi’yi geri almak üzere iken BM’in acilen bu kararı almasında bölünmüş bir Libya’nın altyapısının oluşturulduğu izlenimi ortaya çıkmaktadır.
***
Japonya’daki felaket, Türkiye’nin nükleer projesinin engellenmesi yolunda bazılarınca bütün güçler seferber edilmektedir. Halbuki asıl nükleer felaket yanıbaşımızda, Ermensitan’dadır. Iğdır’a 16 km uzaklıktaki, Metsomor santrali dünyanın en güvenliksiz reaktörüdür. Bu santral fay hattı üzerinde olup bugüne kadar 150 kaza yaşanmıştır. Ermenilere tanınan hoşgörü Türkiye ve bölge insanının sağlık ve güvenliğinden çok daha ileride olduğundan konu gündeme getirilmemekte, Ermenistan’a baskı yapılmamaktadır. Japonya’da yaşananlar, diğer ülkelerde alınan tedbirler Ermenistan’ın bir an önce bu santrali kapatmasını gerektirmektedir. Başta Türk aydını olmak üzere dünya kamuoyu bu konuda çok daha kapsamlı baskı yapmalı, netice alınmadığı takdirde yaptırımlara geçilmelidir.
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Bir yanıt yazın