PEKİ, AKÇURA’YI
“MAJESTE ŞAPKA” OKUDU MU?
Hüseyin MÜMTAZ
Kaddafi’nin Akçura’yı okuyup da anlama kapasitesi
olduğunu zannetmiyorum ama Neocon’ların okuduğu kesin..
Ya “yanlış”, okumak istedikleri gibi okudular yahut
doğrusunu anladılar ama “gaz vermek” için “mış gibi” yapıyorlar.
Neocon’ların; bölgede (dünyada) mevcut veya muhtemel
bütün “allies-partner”lerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak için gaz
vermeleri olağandır, alışkanlık haline gelmiştir ve anlaşılabilir ama “gaza
gelmek” yahut gelmemek de muhataplarının tamamen kendi “özgür” tercihleridir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı geçmişi, Amerika’nın
“kendi” bölgesel hedeflerini gerçekleştirebilmesi için onu uygun bir partner
yapabilir mi?
“Osmanlıcılık”
eğer bu coğrafyada geçerli-uygulanabilir bir akçe olsaydı İmparatorluk
yıkılmazdı efendiler.
Osmanlı
onlarca ülkede yüzlerce yıl hükümran olmuştur.( [i] )
Peki,
ama o zaman neden “yıkılmıştır”?
Aynı
coğrafyada, aynı milletler, diller, dinler ve mezheplerle aynı tiyatro bir defa
daha sahnelenebilir mi?
Bu
örnekten hareketle korkarım “Yeni Osmanlıcılık”, Amerika tarafından öngörülen
raf ömrünü tamamladığında ortada konuşacağımız bir Türkiye de kalmayacaktır..
Sevr
haritası aklınızda mı? Ya Ralph Peters haritası?
Abromovitz’in “Türkiye’nin Dönüşümü ve Amerikan
Politikası”nı; Fuller’in “Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu”nu, “Yeni Türkiye
Cumhuriyeti”ni, “Kuşatılanlar-İslâm ve Batı’nın Jeopolitiği”ni; Brezinski’nin
“Büyük Çöküş”ünü, “Büyük Satranç Tahtası”nı; Barnett’in “Pentagon’un Yeni
Haritası”nı; Chase-Kennedy’nin “Eksen Ülkeler”ini okudunuz mu?
Hepsi de 11 Eylül-Crusade sürecinin teorik kitapları
olup “verilen gaz”ın politik analizleridir ve Türkiye’ye biçilen yeni
rol-model-kefen’in “bilimsel” kılıflarıdır.
Yukarıdaki kitapların çoğunun isminde yer alan ortak
“Yeni” kelimesine dikkat ettiniz mi?
Peki ya, “Türkiye’nin Dönüşümü” kavramına?
Türkiye, Rice’ın “procesi”nde yer alan 22 ülkeyle
beraber “dönüştürülüp” “yenilenecek” ve “yeni Osmanlı” haline getirilecekse bir
defa daha tekrar edelim;
“Yeniden
İttihat ve Terakki, yeniden Mondros, yeniden Sevr….Yeniden Lozan’ı, Montrö’yü,
ve “mübadele”yi göze almanız gerekir..
Ama
öncesinde de tabii “yeniden Sakarya melhame-i kübrası”nı içinize sindirip,
“İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar”ı yeniden ve gür bir sesle ve tabii TÜRKÇE
söylemeniz..
Göze
alabilecek misiniz?
“Sevr”
deyince söz kaçınılmaz olarak İngiliz’e geliyor..
Çünkü
“Majeste Şapka” sembolizmi altında “Böyyük” Britanya’nın bölgesel sabıkasının
patentidir, Sevr..
Sâdık
okuyucu iyi bilecektir ki “Majeste Şapka”, 16 Mayıs 2008 tarihli yazımızın
başlığı olup “Kraliçe”nin vâki Türkiye ziyareti dolayısı ile kaleme alınmıştı.
“Ankara´dan bir ‘şapka’ geçti.
Sadece Ankara´dan değil, Bursa ve İstanbul´dan da..
Uçaktan inerken önce ‘azametlü’ ve ‘fehametlü’ kocaman bir şapka göründü.
Merdivenlerden önce o şapka indi, arabaya da önce şapka bindi.
Anıtkabir´de, Çankaya Köşkü´nde hep ‘şapka’ ön planda idi.
Şapka, ‘Majesteleri’nin, taçlarından herhangi birini takmadığı zamanlarda
onun yerini alıyordu.
…..
Türkiye´ye kiralık uçakla gelip, kiralık uçakla ayrılan Kraliçe,
Cumhurbaşkanı Gül onuruna cevabî resepsiyonunu İstanbul Boğazı, Karaköy
Salıpazarı Rıhtımına demirli ‘HMS Illustrious’ Uçak Gemisi´nde verdi..
Bildiğimiz kadarıyla ‘savaş gemileri’ kendi üsleri hariç baştan-kıçtan
veya yandan rıhtıma bağlanmaz.. Açıkta demirler. Bu geleneği Haşmetmeap´ın
İngiliz Donanmasının bilmemesi mümkün mü?
Ama öyle veya böyle Kraliçe Boğaz´da ‘sancak gösterdi’.
Kraliçe, 1915´de ‘zorla’ giremediği ve Seyit Onbaşı´nın batırdığı ‘Queen
Elizabeth HMS Illustrious’ ile aynı adı taşıyan uçak gemisi ile İstanbul
Boğazı´nda; ‘Meclis-i Mebusan’ın 100 metre önünde sancak gösterdi.
Ortaçağ´dan kalmış bir fuzulî ritüeller toplamı olan İngiliz Kraliyet
protokolünün bu inceliği düşünmemiş olması mümkün değildir.
(Rahmetli) Kemal Çapraz www.internethaber.com´daki konu ile ilgili
yazısına ‘Çanakkale´nin İntikamı mı?’ başlığını atmış.
İyi etmiş.
Majestelerinin
İstanbul´a getireceği başka gemi mi yoktu?
Kocca İstanbul´da Majestelerinin resepsiyon vereceği mekân mı yoktu?
İstese, bırakın Dolmabahçe´yi, Topkapı Sarayı´nı bile tahsis ederdik
kendilerine..
www.denizhaber.com adlı siteye yorum yazan Alpay Aras başka bir konuya
dikkat çekiyor; ‘Bütün gemiler
gittikleri yabancı ülkelerde o ülkelerin bayrağını gemilerinin en üst yerinde
gözükecek şekilde bir direğe toka ederler ama ne yazık ki akşam haberlerde bile
konu oldu, bayrağımız gemiye çekilmemişti. Bu geminin majestelerinin forsunu taşıması
da buna engel değildir. Bence tek kelimeyle terbiyesizliktir. İngilizlere ait
majestelerinin benim ülkem ile hiç bir bağı yoktur yani bizim majestelerimiz
değildir, bayrak çekmemek gibi bir ayrıcalığı olamaz’ diyor”.
İşte
bu; Çanakkale, Gazze, Filistin ve Kanal sabıkalısı “şapka”; İkinci Dünya
Savaşı’ndan beri Amerika’nın taşeronu olup şu veya bu şekilde bölgeye müdahil
olmanın yollarını arar.
Lâf
kaçınılmaz olarak Sevr’e geliyor..
1877-78’den
beri her gün Kıbrıs’ta İngiliz sicimiyle boğulmakta olduğumuz gerçeğini bir
kenara bırakalım..
Geçen
yıl bu zamanlar İngiltere’de bir taraftan Blair dönemi Irak işgali
sorgulanırken, bir taraftan da parlamentoda Kürt politikası tartışılıyordu.
Avrupa
Bakanı Bryant; “Bölgede İngiltere’nin net çıkarları olduğunu” belirterek,
“Bütün işlerin Almanlar ve Fransızlar tarafından kapılmasını istemiyoruz”
demiş, Andrew Pelling de devam etmişti; “İngiliz halkı olarak Sevr Anlaşması dahil
o tarihe kadar vermiş olduğumuz sözleri tutmaktaki başarısızlığımız
unutmamalıyız”.
Demek
İngilizler, Sevr dahil “o tarihe kadar” bir takım sözler vermişler ey millet..
Demek
Sevr, “Hiç vâr olmayan bir paranoya” değilmiş.
Bop
Spink devam ediyordu geçen yıl; “Pelling’in Kürtlere ve Kürdistan’a karşı olan
borçlarımızı onaylayacağından ve İngiltere’nin o insanlara ve o bölgeye karşı
tarihi görevi olduğunu kabul edeceğinden eminim”..
Meg
Munn’da; “İngiliz hükümetinin bölgedeki güvenlik durumu hakkındaki anlayışını
güncelleme başarısızlığı, İngiliz çıkarlarına zarar vermiştir” diye devam
ediyor..
Bunların
hepsi geçen yıl oluyor.
Kıbrıs meselesine “güya” hiç bulaşmayan “garantör”
İngiltere’nin; Annan Planından sonra şimdi de yine “görüşmeler başarılı olursa
üslerimden bir miktar toprak veririm” çıkışını; yukarıdaki parlamenterlerin,
“İngiltere’nin bölgeye karşı tarihi görev” ve “bölgedeki İngiliz çıkarları”
sözleri bağlamında lütfen bir daha okuyun..
Öte
yandan “soruşturma” da; Türkiye’nin, 2003’te Irak işgalinde ABD ve İngiltere’ye
sınırını ve topraklarını kullandırmama kararı gündeme getirilmişti.
Eski
Savunma Bakanı Geoff Hoon, “Ülkesinin
ABD’yi, Irak’ı kuzeyden, Türkiye üzerinden işgal etme seçeneği için ikna
ettiğini ancak 2003 başında Türkiye’ye ziyaretinde, Ankara’nın Irak’ın işgali
için sınırını ve topraklarını kullandırmayacağını anladığını” söylemiş
ve şunları kaydetmişti: “Türkiye,
geçiş hakkını vermeyeceğini hiçbir zaman söylemedi. Ancak, bunun olmayacağı
izlenimini yarattı. Türkler, 1920’lerdeki olaylardan dolayı İngiltere’ye
güvenilemeyeceğine inanıyordu.”
Burada
bir olayı hatırlamamız lâzım.
24
Ocak 2003 Cuma günkü gazeteler şu haberi yazıyordu;
“Irak operasyonunda ABD ile birlikte
hareket eden İngiltere’nin Genelkurmay Başkanı Oramiral Sir Michael Boyce, dün
Ankara’da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’le bir araya geldi. Alınan
bilgilere göre, Boyce’un, ‘Kuzey cephesinde biz de güç bulundurmak istiyoruz’
talebine Özkök, ‘Hükümetimiz sizinle planlama yapmamız için bize yetki vermedi’
yanıtını verdi. Boyce’a, ABD ile yürütülen askeri planlamalara bu nedenle
İngiltere’nin dahil edilmesinin mümkün olmadığı aktarıldı. İngiliz Savunma
Bakanı Geoffrey Hoon’un ziyaretinin ardından gerçekleşen bu temasta
İngiltere’ye olumsuz yanıt verilmesinde, Irak’taki muhalif grupların bu ülke
tarafından örgütlenmesinin en önemli etken olduğu bildirildi.
Bu çerçevede, Kuzey Irak’taki oluşumların
politikalarının belirlemesinde ve anayasa taslaklarının hazırlamasında da
İngiltere’nin büyük rol sahibi olduğu, muhalif grupların toplantılarına
Londra’da ev sahipliği yapıldığı vurgulandı.
Ayrıca, İngiltere’nin, 1918 yılında Mondros
Ateşkes Anlaşması’nın imzalanmasından iki hafta sonra Basra Körfezi’nden 200
kilometre kuzeye çıkarak işgallerde bulunması ve Misak – ı Milli sınırları
içindeki petrol bölgesi Musul ve Kerkük’ün kaybedilmesinin de iki ülke
arasındaki ilişkilerde erozyona neden olduğu belirtildi”.
Yukarıdaki
haberi alın, bir kenara yazın..
Sonra
da şunu okuyun;
“İngiltere
ve Türkiye, konuya yakın olan bir kaynağın verdiği bilgiye göre ortak askeri
tatbikat düzenlenmesi ve bilgi paylaşımı konusunda askeri mutabakat
imzalayabilir.
Mutabakatın imzalanması halinde, yapılacak
işbirliği kapsamında Türk subayları İngiltere’de eğitim görebilecek. İngiltere
medyasının haberine göre, İngiltere’nin Temmuz ayında Türkiye’yle imzalanan
mutabakat zaptının tamamlanması bekleniyor. Yapılacak olan anlaşma ağırlıklı
olarak ortak tatbikat yapılmasını içerecek. Bu kapsamda, İngiltere’nin dağlık
coğrafi yapısı Afganistan’a benzerlik gösteren Türkiye’de pilot eğitimleri
düzenleyebilir. Tatbikat ve eğitimlerin yanı sıra, iki ülke donanım
programlarında işbirliğini artıracak”. (15 Şubat 2011 Salı, Star Gazete)
Fena
halde işkillendim kıymetli okuyucu..
2003’de;
“1920’lerdeki olaylardan dolayı İngiltere’ye güvenilemeyeceğine inanan
Türkler”, 2011’de acaba Kıbrıs dahil “bölgedeki” İngiliz çıkarları konusunda
yeterince uyanık mı?
“Teşkilât-ı
Mahsusa” üyesi Halil Halid’in “İngilizlerin Osmanlıyı Yok Etme Siyaseti” isimli
kitabına (Ekim yay. İstanbul. Ocak 2008) kısa bir göz atmaya ne dersiniz..
Bizans
İmp. Manuel II’nin Türklere karşı bir Haçlı Seferi yardımı çağrısına ilk olarak
İngiltere’nin cevap verdiğini, İngiliz gönüllü birliklerinin başında Niğbolu’ya
katılıp bozguna uğrayan Bolingbroke’nin sonradan Henri IV adıyla İngiltere
Kralı olduğunu;
Onu
öven eserinde Shakespeare’in (Lancasterler. 2 perde) Türkler’den “kâfirler”
diye söz ettiğini;
Robinson
Crusoe’nin yazarı Daniel Defoe’nun parlamentoyu Türkler aleyhine devamlı
kışkırttığını;
Çeşme
Deniz Faciasında Rus donanmasını yöneten komutanın Elphinston adlı bir İngiliz
Amirali olduğunu ve daha fazlasını bu kitaptan öğreniyoruz..
2008’de
“Majeste Şapka” ‘HMS Illustrious’ Uçak Gemisi´ni Karaköy Salıpazarı Rıhtımına
demirliyorsa…
İngiliz
parlamenterler 2010’da, “bölgedeki çıkarları” bağlamında “Sevr’de” ve “daha
önce” Kürtlere verilen sözlerden ve bunun tutulmayışındaki eziklikten
bahsediyorlarsa “bölgedeki Türklerin” de her şeye hazırlıklı ve uyanık olması
anlamına gelmekte değil midir bu itiraflar..
Uyanıksanız nasıl İngiliz
askerlerine “Afganistan dağlarına benzeyen” Türkiye’de eğitim olanağı
verirsiniz?
Bir süredir bu coğrafyada
yaşadıklarımız aynen 10 Ağustos 1920’de Sevr’de imza altına alınmış fakat çok
şükür ki “İstiklâl Harbi” sayesinde uygulanamamıştı, kısaca hatırlayalım.
Osmanlı’nın paylaşılması için
Sevr’den önce ve ona hazırlık bâbında 4 anlaşma imzalanmıştı. (“İngiliz
Belgeleriyle Sevr’den Lozan’a” Taner Baytok. Doğan Kitap.İst. 2007)
1. İstanbul Anlaşması.
Mart-Nisan 1915. İngiltere-Fransa ve Rusya arasında.
2. Londra Anlaşması. 26 Mart
1915. Aynı devletler.
3. Sykes-Picot Anlaşması. 1916.
Aynı devletler.
4. 19 Nisan 1917. St.Jeanne de
Maurienne Anlaşması. İngiltere, Fransa, İtalya arasında..
Açın, Osmanlı Devleti’nin nasıl
lime lime parçalandığını-paylaşıldığını görün..
Bu anlaşmalar ve sonrasındaki
Sevr’de İtilâf Güçleri Osmanlı topraklarının batı kesimini Yunanistan’a teklif
etmekle kalmıyorlar, kuzeyde Karadeniz kıyılarında bir Rum Pontus, doğuda bir
Ermeni devleti kuruyorlar, Kürtlere ise otonomi tanıyorlardı. (S.51 ve devamı)
22 Aralık 1919 tarihli
toplantıda yeni Ermeni devletinin sınırlarının Erzurum’u da içine alacak
şekilde tespiti; 23 Aralık’ta ise Kürdistan devletinin statüsü
kararlaştırılıyordu.
Fransız heyeti başkanı Barthelot
Kürdistan’ın bir kısmının Mezopotamya’daki İngiliz Mandasına katılmasını, kalan
kısmında da Türk kontrolünde bir kabileler federasyonu kurulmasını teklif
ediyordu.
Buna karşılık Lord Curzon
Kürdistan’da itibarî dahi olsa Türk egemenliğinin tanınmasının doğru
olmayacağını ileri sürdü.
Curzon’a
göre çözüm şöyle olmalıydı: (S.52)
“1.Kürdistan
üzerinde mandaterlik kabul edilemez. (Güney Kürdistan hariç.. İngiliz bölgesi
ve mandası)2. Kürdistan bir Türk saldırısına karşı garanti edilmelidir. 3.Anlaşmazlık
yaratacak bir sınır çizilmemelidir”.
Batılıların, Kürtler hakkındaki
düşüncelerinin ne kadar samimi olduğu ise İngiltere’nin İstanbul’daki
büyükelçilerinin Londra’daki Hariciye Nezaretine çektiği şu telgraf çok
kuvvetli bir delildir: (S. 53)
“Tarih Kürtlerin güvenilmez olduğunu göstermiştir.
Kürtler
de Müslümandır. Fakat kötü Müslümandır. … Hükümetimizin niyeti Türkleri ne
pahasına olursa olsun zayıf düşürmek ise, Kürtleri onlardan ayırmak hiç de fena
fikir değildir ve bu mümkündür”.
“Eski Osmanlı coğrafyası”nda
2011’de “Yeni Osmanlıcılık”ı tezgâhlamaya çalışan Neoconların, Akçura’nın
1904’de yazdığı makaleyi okumamış, yanlış okumuş olduklarını bir önceki yazıda
incelemiştik.
Peki, “Majeste Şapka” da bir
süredir sergilemekte olduğu çaba-faaliyetleriyle aynı coğrafyada acaba Akçura’nın
“ikincil” çözümü olan bir tür “İslamcılık” deneyimine mi girişiyor?
1.”Osmanlıcılık” gibi ”İslamcılık”
da geçen yüzyıl İmparatorluğun yıkılışını önleyememişti. 2. “İngiliz türü
İslamcılık”ın ne tür bir sentez olduğu yukarıdaki açıklamalarından
sezilmektedir. 3.O tarihten bu yana hangi uluslararası krizde İslâm ülkeleri
“bir ve beraber” hareket etmişlerdir?
Kıbrıs? Filistin? Irak-İran
savaşı? Irak’ın Kuveyt işgali? Irak’ın işgali? Afganistan?
Demek ki “Şapkalı majeste” de
Yusuf Akçura’nın 1904 tarihli; “ÜÇ TARZ-I SİYASET”
(Osmanlıcılık-İslamcılık-Türkçülük)’ini okumamış..
Okumamışlar ama devran dönüyor, “coğrafya”da
pıtırak gibi halk hareketleri çıkıyor, külâhlar değişiyor..
57’NCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ
57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
mumtazbay@hotmail.com
[i] 1. Türkiye : 2.
Bulgaristan (545 yıl) 3. Yunanistan (400 yıl) 4. Sırbistan (539 yıl) 5. Karadağ
(539 yıl) 6. Bosna-Hersek (539 yıl) 7. Hırvatistan (539 yıl) 8. Makedonya (539
yıl) 9. Slovenya (250 yıl) 10. Romanya (490 yıl) 11. Slovakya (20 yıl) Osmanli
adı :Uyvar 12. Macaristan (160 yıl) 13. Moldova (490 yıl) 14. Ukrayna (308 yıl)
15. Azerbaycan (25 yıl) 16. Gürcistan (400 yıl) 17. Ermenistan (20 yıl) 18.
Güney Kıbrıs (293 yıl) 19. Kuzey Kıbrıs (293 yıl) 20. Rusya’nın güney
toprakları (291 yıl) 21. Polonya (25 yıl)-himaye- Osmanlı adı: Lehistan 22.
İtalya ‘nın güneydoğu kıyıları (20 yıl) 23.Arnavutluk (435 yıl) 24. Belarus (25
yıl) -himaye- 25. Litvanya (25 yıl) -himaye- 26. Letonya (25 yıl) -himaye- 27.
Kosova (539 yıl) 28. Voyvodina (166 yıl) Osmanlı adı: Banat 29. Irak (402 yıl) 30.
Suriye (402 yıl) 31. İsrail (402 yıl) 32. Filistin (402 yıl) 33. Urdun (402
yıl) 34. Arabistan (399 yıl) 35. Yemen (401 yıl) 36. Umman (400 yıl) 37.
Birlesek Arap Emirlikleri (400 yıl) 38. Katar (400 yıl) 39. Bahreyn (400 yıl) 40.
Kuveyt (381 yıl) 41. Iranın batı toprakları (30 yıl) 42. Lübnan (402 yıl) 43.
Mısır (397 yıl ) 44. Libya (394 yıl) Osmanlı adı:Trablusgarp 45. Tunus (308 yıl
) 46. Cezayir (313 yıl) 47. Sudan (397 yıl ) Osmanlı adı: Nubye 48. Eritre (350
yıl ) Osmanlı adı: Habes 49. Cibuti (350 yıl) 50. Somali (350 yıl ) Osmanlı
adı: Zeyla 51. Kenya sahilleri (350 yıl ) 52. Tanzanya sahilleri (250 yıl) 53.
Çad’ın kuzey bölgeleri (313 yıl ) Osmanlı adı: Reşade 54. Nijer’in bir kısmı
(300 yıl) Osmanlı adı: Kavar 55. Mozambik’in kuzey toprakları (150 yıl) 56. Fas
(50 yıl ) -himaye- 57. Bati Sahra (50 yıl) -himaye- 58. Moritanya (50 yıl)
-himaye- 59. Mali (300 yıl ) Osmanlı adı: Gat kazası 60. Senegal (300 yıl) 61.
Gambiya (300 yıl) 62. Gine Bissau (300 yıl) 63. Gine (300 yıl ) 64.
Etiyopya’nın bir kısmı (350 yıl) Osmanlı adı: Habeş
Bir yanıt yazın