Pazartesi bir sergim için seyahatte olacağımdan, bu hafta makalemi mecburen pazar yazdım. Hem de gazeteci arkadaşlar İstiklal’de sloganlarla yürürken. Katılamadığım için içim burkuldu.
Demokrasi’yi korumak istediğini ülkeye ve dünyaya anlatan bir hükümet anlayışı, adım adım demokrasi ve özgürlüklerin tüm dayanaklarını yok ediyor. Peki herkes bu açık komedyanın farkına varıp kenetlenebildi mi? Ne gezer! Öncelikle “Hükümet-candaş” medyanın taktiği Ergenekon savcılarına salt “Nedim Şener-Ahmet Şık” üstünden eleştiri götürmek. Yani “Efendim bu Ergenekon Terör Örgütü köşeye sıkışmışken, şimdi nasıl bu hatayı yaparsınız? Tam tersine onları zor durumda bırakan araştırmalara imza atan arkadaşlarımızı nasıl suçlarsınız?” deniyor!
Şık’ın yazdığı “duygusal” denilen mektuba bakıyorum: “…Cumartesi Anneleri, sizlerle ilgili yaptığım haberlerin hepsi aldatmacaymış. Sevdiklerinizi dipsiz kuyularda kaybedenlere yardım etmişim… Cezaevlerinde sokaklarda katledilen devrimcilerin aileleri… hala habercilik namusuna güvenecek misiniz? Sitemcilerin kurbanları, halkların kardeşliğini savunduğuma inanacak mısınız hala? Ben bir savaş çığırtkanı, ırkçıymışım…”
Evet Şık’ın mektubu “duygusal”… Ama ne kadar objektif, tartışılır. Demek ki onlara “Ergenekon Üyesi” denmesi, gözlerinde bu anlamlara geliyormuş! Yani bu mantığa göre Ergenekonculuktan sanık olan Balbay’lar, Haberal’lar, Özkan’lar, Çiçek’ler Perinçek’ler, Şık’ın bu tanımlamalarıyla suçladıkları kesimlerle iç içe mi olmuş oluyor? “Adımın Ergenekon’la anılmasını zül sayarım” diyor Şık. Acaba “Ergenekon” tanımlamasının kapsama alanı ve içerdiği anlamlar konusunda dev yanılgılara düşüyor olmasın? Ya da cesur gazeteci Nedim Şener’in vicdanına sormak istiyorum: En derin şekilde araştırdığı Dink cinayetini “Ergenekon”a bağlamak ve bu büyük “işkembeli ve mumbarlı deniz mahsülleri” çorbasına (!) her iddiayı doluşturmak ne kadar gerçekçi? Dink cinayetini aşırı sağcı-dinci grupların işlediğini bilmeyen yok. Hangi siyasal altyapıya ait oldukları ortada… Şimdi bu nasıl bir mantık? “Onlar da bayrak seviyor, onlar da Ermeni soykırımı olmadı diyor, onlar da ülke bölünmesin diyor, demek ki hepsini Atatürkçüler, demokrat gazeteciler, Ulusalcılarla aynı çorbaya atabiliriz”.
Ailesi de, artık bir an önce gözlerini açıp, rahmetli Hrant Dink’in hangi aşırı sağcı-muhafazakar-dinci örgütlenmenin yok ettiğini anlamalı ve bu cinayetin “Ulusalcı-Atatürkçü” gruplarla hiçbir ilişkisi olamayacağını görmeliler!
Dolayısıyla Şener ve Şık’ın, gazetelere yansıyan “Silivri’de bizi Ergenekoncularla aynı bölüme koymayın” sözleri de, Avrupa Birliği’nin sanki tek dertleri Şener ve Şıkmış gibi, “bu tutuklanmalar, Ergenekon ve Balyoz sürecinde güven kaybı yaratabilir” şeklinde rapora yansıyan cümleleri de aynı dertten muzdarip: yaşanan onca açık hukuksuzluğa rağmen, son üç yıldır kamuoyunun vicdanını parçalayan bir şekilde yazılan onca “benim suçum ne?” kitabına rağmen, yurtiçi ve yurtdışında onca siyasetçi ve gazetecinin trajediye gözlerini kapamış olmaları.
Keşke –çok kısa olmasını candan temenni ettiğim– tutukluluk sürelerinde Şener ve Şık, üç yıldır sevdiklerinden ve işlerinden koparılmış diğer meslektaşlarıyla aynı koğuşlarda kalsalar da, oluşacak insani diyaloglarda, haksız yere suçlanmanın acılarına yakından tanıklık edip, toplumu kemiren önyargılardan arınmış olsalar…
Erdoğan, daha önce kendisini bu davanın savcısı ilan etmişti. AB’nin ve basının tepkilerinden sonra karar değiştirmiş: “ben bu davanın savcısı veya hakimi değilim” diyor ve tutuklananların “gazetecilik faaliyetleri” yüzünden içerde olmadıklarını iddia ediyor.
İyi güzel de Şener ve Şık’a yöneltilen sorulara bakıyoruz, bunların neredeyse tamamı da, aynen daha önce olduğu gibi meslekleriyle ilgili sorular! Şık’ın “İmamın Ordusu” adlı çıkmamış kitabı veya Şener’e yönelik “Hanefi Avcı’nın kitabını niye desteklediniz?” sorusu veya Yalçın Küçük’e sorulan “Süheyl Batum’u niye Genel Başkan yapmak istediniz?” sorularının anlamı ne olabilir ki?
Gerek AB’nin, gerek Türkiye’deki yabancı gazeteci ve diplomatların, gerek kendini “demokrat olarak tanımlayan her aydının artık bu yayılan çığlığı duymaları lazım. Haksız yere içeride olduklarına inanılan Şık ve Şener’in durumu, diğer 3 yıllık Ergenekon tutuklularının yaşadıkları dramdan farksızdır. Gün, günah çıkarma, gözünü açma ve herkes için uyanma günüdür!
Bedri Baykam
Bir yanıt yazın